George Floyd’un polis zorbalığı ile yaşamını kaybetmesinin yarattığı toplumsal infial durdurulabilecek gibi gözükmüyor. Olaylar çığırından çıkmış durumda.
Protestolar sesi duyulmayanların haykırışı (Protests are the voice of the unheard)
Protestoların, merkez üssü Minnesota (Minneapolis-Saint Paul) akademik yaşantımda önemli yeri olan bir eyalet. Ama 1980 ve 1990’lı yıllarda, zengin, başarılı, kültürlü ve yabancı göçmenlere bile kucak açan bu eyaletin geçmişinde aslında büyük ırkçı olaylar var. Üstelik bu olaylar sadece Afrika kökenli Amerikalılara karşı değil, aynı zamanda şehrin belli bölgelerinde yaşayan Musevilere de karşı olmuş. Nitekim şimdi de sokaklarda, meydanlarda akan insan selinin, tahriklerle nereye döneceği belli değil. Şu anda George Floyd gibi polis kaba kuvveti ile ölen insanların anne ve babalarını dinledikçe tüylerim diken diken oluyor. Ulusal muhafızlar mı? Onlar her seferinde eyalet güvenlik güçlerine destek olmak için görev başına gelmiş. Aynen şimdiki gibi. Sonuç şimdi gördükleriniz ve gördüklerimizden farklı değil. Ölüm, hafife alınan suç, yakma, yıkma ve yağmalama. Ama en önemlisi bitmeyen kin, nefret, intikam ve giderek büyüyen toplumsal uçurum.
“Siyah yaşamlar önemlidir / Black lives matter”
Taşınan pankartlarda bu ibare var. Hayvan muamelesi gören siyahlar kadar beyazlar da bunu haykırıyor. 1965 yılındaki slogan Martin Luther King’in ağzından “Üstesinden geleceğiz/ We shall overcome”dı. İki dönem başkan Barack Obama’yı seçti Amerikan halkı. Onun yönetiminde Susan Rice gibi, Jeh Johnson gibi siyahiler bakan düzeyinde görev yaptı. Daha önceki Cumhuriyetçi Parti dönemlerindeki Condoleezza Rice, Colin Powell’ı da unutmayalım. Ama yetmiyor. Halen de pek çok şehirde belediye başkanı konumunda Afrika kökenli Amerikalı var. Ama nefret bitmek tükenmek bilmiyor. Tabii bunda insanı ayıran, toplumu bölen, hâlâ protesto hakkını kullanan halka şiddet tehdidi savunan Trump’ın affedilmez ihmal ve kusuru var. Bilmiyorum 3 Kasım seçimlerine giderken bu ona prim mi yaptıracak, yoksa oylarını düşürecek mi? Tabii işte bu sorunun asıl cevabı olacak.
“Nefes alamıyorum / I can’t breath”
30 Mayıs 2020’de bir taraftan George Floyd’un Derec Chouven adlı polisin postalı altındaki umutsuz yakarışını duyuyorduk. Diğer taraftan, 1969’dan sonra nice uzay yolculuğu gören gözlerimiz, bir uzay misyonuna daha tanık oluyordu. Bunca zaman içinde Ay’a gittiler, Mars’a gittiler. Ama 30 Mayıs 2020’de ilk defa özel bir şirket, uzay istasyonuna bir uzay kapsülü gönderdi. Bu arada, kapsülün seyrini bize bir siyahi astrofizikçi yorumluyordu. Birçok siyahi Amerikalı bilim adamı gibi Neil deGrasse Tyson da Floyd’un ıstırabını ve 1960’lı yılların da aynen bu yıl olduğu gibi çelişkilerle dolu olduğunu vurguladı. Fark mı? Bir fark yok. Sorun hep çok derin ve COVID-19’dan da kötü bir virüs. Anlık fark ise ulusal liderlik eksikliği veya yokluğu ve sözde bir liderin bölücü, ayrıştırıcı ve ötekileştirici tutumu. Onun uygulamadaki izdüşümü ise mahalle kabadayısı polis. Açıkçası ABD Trump’ın liderliğinde ne kendisine ne de dünyaya rahat soluk aldırıyor.