Osmanlı Türk Sefarad Araştırmaları Merkezi kapsamında Ladino dilinin yaşatılması ve yaygınlaşması için emek harcayan ekibin ‘genç’ üyesi Henri Çiprut ile Ladino’nun geleceğini konuştuk.
Okurlarımız için kendinizi tanıtır mısınız?
47 yaşımdayım. İlk ve orta öğrenimimi İstanbul’da tamamladım, ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümüne devam ettim. Her iki taraftan da İstanbullu Sefarad bir aileye mensubum.
Karen Gerşon’un koordinatörlüğünü yaptığı, Silvyo Ovadya ile başkanlığını yürüttüğü İstanbul Sefarad Araştırma Merkezinde bizimle birlikte görev alan birkaç gençten birisiniz. Bu merkezin işlevlerini ve katkılarınızı özetler misiniz?
Osmanlı Türk Sefarad Araştırmaları Merkezi ile tanışmam birkaç yıl öncesine dayanıyor. Bu kurumun en çok bilinen etkinliklerinden Dia Internasyonal de Ladino’ya (DIDL) 2016 yılında izleyici olarak katılmamla başladı her şey. Sonra DIDL için fikirlerimi sıcağı sıcağına Karen Gerşon’a aktardığım bir e-mail gönderdim. Beni bir toplantılarına davet ettiler. Giriş o giriş işte. O günden beri yaptıkları etkinliklerde yardımcı olmaya, teknik konularda işlerini kolaylaştırmaya çalışıyorum. Bu, kimi kez, DIDL için bir etkinlik tasarlamak, kimi kez de yapılacak bir sunuma reji odasından destek olmak şeklinde oluyor. Hangi görevi alırsam alayım büyük bir keyifle yaptığımı söyleyebilirim.
Merkezin DIDL kadar çok bilinmese de başka faaliyetleri de var. Ülkemizde Ladino dilinde yayınlanan neredeyse her şey aslında buradaki mutfakta pişiyor.
Her yıl düzenlenen Ladino Gününün sunumlarının hazırlanmasında görev alıyorsunuz. Hatta Forti Barokas’ın yazdığı ve oynadığı Ladino piyeslerinde rol almaya başladınız. Ladino Gününü kısaca özetlemenizi rica edeceğim…
DIDL her yıl daha fazla sayıda izleyiciyi ağırlayan ve adından söz ettiren çok önemli bir etkinlik oldu. Bu sebeple de hazırlıkları gitgide zorlaşıyor. Tamamen gönüllülerden oluşan bir ekibin işi. İzleyicileri arasında her yıl artan sayıda gençleri de görmeye başladık. Destek verenler arasında da artık gençler var. Ne mutlu ki neredeyse her yıl artık sahnede de onları görüyoruz.
İlk yıllarında sahnedeki her şeyin istisnasız Ladino dilinde olması gibi katı bir kural vardı. Son yıllarda bu kural biraz esnetildi. Tabii ki bu günün Ladino dili ve Sefarad Kültürünün neredeyse her veçhesinin kutlandığı bir etkinlik olma özelliğine dokunulmadı. Ama önemli olan daha geniş sayıda katılımcıya ulaşmaksa, atılması gereken bir adımdı. Biraz merakım biraz da görevim gereği, dünyanın başka şehirlerinde yapılan DIDL etkinliklerini de takip ediyorum. Biz yapıyoruz diye söylemiyorum, İstanbul’daki gerçekten çok daha farklı. Ladino’nun, bütün bir gün boyunca burada gerçekten yaşadığını hissedebiliyorsunuz. Bir kıyaslama yapayım. Geçtiğimiz yıl İsrail’deki DIDL’yi izleme fırsatım oldu. Tıpkı bizdeki gibi sahnedeki her şey Ladino dilindeydi. Oldukça da ilginçti tabii, ama izleyicilerin sadece sahnede olan bitene tepkilerden, bu dili anlayabildiklerini ve sahneyi izleyebildiklerini anlayabiliyordunuz. Bizde ise durum çok farklı, yemek veya kahve molalarında fuayede de Ladino konuşuluyor.
Judeo-Espanyol lisanını çok güzel konuşuyorsunuz. Şalom gazetesinin Ladino sayfasında ve El Amaneser’de de yazmaya başladınız. Toplumumuzda bu lisana sizin kadar vakıf genç az. Bu lisanı nereden öğrendiniz ve öğrenmeye nasıl devam ediyorsunuz?
Bu lisanı nasıl öğrendim gerçekten bilmiyorum. Klişe olacak belki ama sadece kulak dolgunluğu. Önce her söyleneni anlayabildiğimi fark ettim, ardından da okuyabildiğimi. Kendimi biraz zorlarsam konuşacağımı, hatta yazacağımı anladım. İyi konuştuğumu iddia edemeyeceğim ama birkaç seneden beri bildiğim diller arasında Ladino’yu da sayıyorum işte. El Amaneser için bir - iki kere yazı yazdım, ama ne yazık ki arada uzun boşluklar var. Sefarad Araştırmaları Merkezine ilk katıldığımda herkes için yeni katılan gençtim. Bu işe gönül veren en genç üye diye kabul ettiler beni. Orada tanıştığım ve birlikte çalıştığım kişilerin bir kısmının çocuğu yaşında olduğumu düşünürsek çok doğal tabii bu. Artık bu unvanımı da yitirdim. Aradan geçen zamanda yaşlandığımdan değil tabii ki, artık benden daha gençler de var çok şükür. Daha bu ay Şalom’un Judeo-Espanyol yazarları arasına üç genç daha katıldı. Bu çok sevindirici ve umut verici bir gelişme.
Oğlunuz, İzzet Bana yönetimindeki Estreyikas d’Estambol çocuk korosunun bir üyesi. Oğlunuzun da Judeo-Espanyol öğrenmesi için çaba sarf ediyorsunuz. Sizce bu lisanın oğlunuza ne gibi katkıları olacak?
Oğlumu Estreyikas d’Estambol Korusuna katılması için teşvik ederken, aslında amacımız bu lisanı öğrenmesinden çok, bir topluluğun içinde olması, bir ekip çalışmasını deneyimlemesi ve tabii ki eğer hoşuna giderse müzikle de uğraşmaya başlaması idi. Bunlar hoşuna gitmiş olmalı ki koroda kaldı. Bu lisanı onun da öğrenmesini çok isterim tabii. Şimdilik pasif öğrenmesini izliyoruz. Bazen onun yanında annem veya babamla Ladino konuşuyoruz. Bir şekilde ne konuştuğumuzu anladığını belli ediyor. Büyüdüğünde konuşabileceğini düşünüyorum. Dili öğrenip de kiminle konuşacak konusunu da hiç dert etmiyorum. Ladino benim için kullanabileceğim bir dil olmaktan önce, dedem ve ninemle aramdaki bağ. Onun için de aynı şey olsa yeterli bence.
Dünyada Sefarad Yahudilerinin yaşadığı ülkelerde, Judeo-Espanyol lisanının ölmemesi için büyük gayret sarf ediliyor. Neler yapılıyor? Sizce bu gayretler lisanın ve kültürün devamlılığını sağlayabilecek mi?
Bu soruya çok kısaca yanıt vereyim: Eğer biz pes etmezsek, evet sağlanabilecek. Bunu iflah olmaz bir iyimser olduğumdan söylemiyorum. Ladino’nun diğer Yahudi dillerine göre birçok açıdan çok dezavantajlı konumda olduğu doğrudur. Ancak, özellikle son 20 yılda internet sayesinde, birbirinden çok uzakta olan topluluklar arasında iletişim imkânı doğdu. Yavaş da olsa, artık bunun meyvelerini görüyoruz. Bugün, dünyanın çeşitli şehirlerinde bu dili konuşan bireyler etkinlikler yapıyorsa, ortak projeler geliştirip yürütüyorlarsa, dili öğrenmek isteyenler için birden fazla imkân mevcutsa, en basitinden, sosyal medyada bu dilin kullanıldığına tanık oluyorsak, bunu sadece iyiye yorabiliriz. “Bu dili konuşanlar artık yaşlandı, onlardan sonra dil de ölecek” savı, artık en geçerli sav değil. Hem Türkiye’de hem de dünyada Ladino’ya artan bir ilgi var.
Karen Gerşon’un dediği gibi “Bayrağı devretmek için gençlerin bu çalışmalara katılmaları gerekir”. Bunun için gayret sarf ediliyor. Sizce daha neler yapılabilir?
Karen Gerşon bu söylediğinde çok haklı ve bunun da gereğini yapıyor kendisi. Öğrenmek istiyorum diyene de, kullanmak istiyorum diyene de, hep yardımcı oldu. Öğretmek de artık eskisi kadar zor değil. Geçmişte açılan kurslar oldu, ancak hepsi katılımcı eksikliği nedeniyle devam edemedi. O zamanlar ilgi, talep eksikliği şekilde yorumlandı. Aslında, belki de olan, İstanbul gibi bir şehirde, çok hızlı akmakta olan iş hayatı içinde, özellikle gençlerin ne kadar çok isteseler de belirli bir saatte bir sınıfta hazır bulunmayı başaramamaları idi. Bugün artık dil öğrenme konusundaki fiziksel engellerin ortadan kalktığı bir dünyada yaşıyoruz. Kursa katılmak için İstanbul gibi bir metropolde “Ladino kursu açıyoruz, her çarşamba saat 19.00’da filanca adreste derslere başlıyoruz” demeye gerek yok. Zaten artık içinde yaşadığımız sosyal hareketliliğin kısıtlanmasını gerektiren pandemi koşullarında, bu mümkün de değil. Bu süreçte, en az bir video konferans servisini kullanmayan kalmadı. İnsanların artık zaten aşina oldukları bir ortama, Ladino derslerini de getirmek çok kolay.
Karmaşık ve yüksek maliyeti olmayan teknik bir altyapı yatırımı ile, bu dersleri bilgisayar ekranlarına, hatta cep telefonlarına kadar teslim edebiliriz. Dünyada bunun çok başarılı örnekleri var. Daha bu yıl, kendi kendine dil öğrenimi sağlayan bir mobil uygulama olan Utalk, sunduğu diller arasına Ladino’yu ekledi; bu konuda çalışan akademisyenlerin, akademik olmayan öğretim programlarına yüzlerce kişi kaydoldu, Arjantin’deki kurslara devam edenler her gün artıyor. Bütün bunların arka planında, Ladino öğretimi müfredatının ve kullanılacak eğitim materyallerinin standardizasyonu için çalışan bir ekip de var. İşte, bayrağı bugünlere kadar getirenlerin, bu günlerde yaptıkları tam da bu. Öğretme çabalarına devam etmek, öğretme şekillerini yeni koşulların gerektirdiği şekilde internete uyumlaştırmak için çalışmak. Zaten bayrağı devretmek denilen şey de, “Al sana bayrağı devretim” diye bir geceden sabaha olabilecek bir şey değil. Devir teslimin kendisi de bir süreç.