Babasının yolundan gitmeyi reddeden çocuğun inanılmaz hikâyesi: “Babam bir Nazi’ydi. Ben bir Yahudi’yim.”

Babası Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nazi Partisi) mensubu ve tank komutanı olan, 1958 doğumlu Dr. Bernd Wollschlaeger, olağanüstü hayat hikâyesini, Yahudiliğe geçiş sürecindeki maceralarını ve potansiyel iyiliğin dünyada nasıl pozitif bir etki sağlayabileceğini her konuşmasında dile getiriyor.

Dünya
10 Haziran 2020 Çarşamba

LİZA CEMEL

Nazi Almanya’sında General Heinz Guderian komutasında, zamanın en genç tank generali olarak görev alan Artur Wollschlaeger, oğlunun gözünde bir savaş kahramanı ve hayranlık uyandıran bir idol idi. Baba Wollschlaeger, bulunduğu seçkin ordu birliğini, Fransa, Hollanda ve Sovyetler Birliği’ne karşı yürüttüğü saldırıları, savaşın görkemini ve edindiği başarıları gururla oğluna anlatıyordu. 

Öte yandan, Çekoslovakya’da doğup büyüyen ve etnik bir Alman olan annesi, savaşın yıkıcı ve karanlık kısımlarını oğluna aktarıyordu. İki farklı bakış açısı arasında kalan Bernd, zamanla bazı taşların eksik olduğunu ve bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek istediğine karar verdi.

Yavaş yavaş etrafındaki olayları daha çok sorgulamaya başlayan genç Bernd, Adolf Hitler’e karşı suikast girişiminde bulunan Claus von Stauffenberg’in eşi Nina (Wollschlaeger’lerin komşusu) ile gizlice konuşarak, kafasındaki soru işaretlerini biraz olsun çözmeyi umuyordu. 20 Temmuz 1944’te gerçekleşen bu suikast girişimi başarısızlıkla sonuçlansa da, Bernd’in aydınlanma süreci için hayatındaki dönüm noktalarından biriydi. Tam da bu nedenden ötürü, Bernd’in babası, Claus’u hain olarak tanımlamış ve o aileyle görüşmesini tasvip etmemişti.

1970’lerin Almanya Başbakanı Willy Brandt, II. Dünya Savaşı dönemi ideolojisinden kendini ve ülkesini koparmayı amaçlayan bir yol izlemişti. Yeni bir Almanya (!) algısı vardı. Varşova Gettosu Ayaklanması Anıtının önünde diz çöküp af dileyen Brandt, bütün Alman gazetelerinin manşetindeydi. Buna karşın Bernd’in babasının Brandt’ı hain olarak tanımlaması, Bernd’i hedefe bir adım daha yaklaştırmıştı.

11 İsrailli sporcunun Filistinli terörist grubu tarafından rehin alınarak öldürüldüğü Münih Katliamı, hem Alman medyasında hem de Alman okullarında Yahudi Soykırımının daha aktif işlenmesi için bir köprü görevi görmüştü. Bernd için de kırılma anı olan bu olay, aklındaki bir sürü şeyi açıklığa kavuşturmuştu.

Babasının yalanlarını ve katil kimliğini keşfeden Bernd, mensubu olduğu Katolik Kilisesinin yardımlarıyla dinler arası gerçekleşen bir barış ekinliğine katıldı. Hayatında ilk defa Yahudi biriyle tanışan Bernd, para biriktirip İsrailli arkadaşını ziyaret etti. Ziyaret ettiği arkadaşının babası Holokost’tan kurtulan biriydi. Onunla Holokost’u anma merkezi Yad Vaşem’i ziyaret etmiş ve hissettiği suçluluk duygusunu daha somut bir şekilde yaşamıştı.

Gittikçe Yahudi kültürü, tarihi ve diniyle iç içe olmaya başlayan Bernd, memleketi Bamberg’e döndüğünde küçük bir Yahudi cemaatinin kapısını çaldı. Başta yalnızca cemaatin Şabat Goy’u olarak bayram ve Şabat günlerinde destek oldu. 

 

Dünyaya geldiği ailesinden, tercihi ailesine yolculuk…

 

Kaynak: Dr. Wollschaleger Judaism in Miami

 

Katolik olarak büyüyen Bernd’in Yahudiliğe ilgisi zamanla artmış ve ailesiyle bağı fazlasıyla kopmuştu. Onu görmeyi reddeden ebeveynlerinden çok farklı bir hayat sürmeye karar veren Bernd, dışarıdan biri olarak yardım ettiği cemaat lideri arkadaşına Yahudiliğe geçme isteğinden bahsetti. Yedi yıl süren ve bağlılık gerektiren bu süreçten sonra, Yahudi kurallarına göre din değiştirdi. Zaten önceden de kendini bu ailenin bir parçası gibi hissettiği bu durumu resmiyete dökmüştü. İsrail’de bir süre yaşayarak, orduda görev aldı. Ardından, Miami’de doktorluk kariyerine devam etti.

 

Hikâyesini senelerdir kendisine saklıyordu. Ta ki oğlu dedesini sorana dek…

Hayatının her bölümü, kitabının her kısmı ilham verici. Kelimelerin gücünü küçümsemeyin.

‘A German Life: Against All Odds, Change is Possible / Alman bir Hayat: Tüm Zorluklara Rağmen, Değişim Mümkün’ adlı kitabında, manevi yolculuğunu, geçmişi ve kendi doğruları arasında kalan hayat hikâyesini anlatan Dr. Wollschlaeger, uzun süre bunu kimseyle paylaşmamıştı. Şimdi ise, hikâyesinin birçok kişiye ilham verebileceğine ve öğrenene kadar tarihten kaçamayacağımıza inanıyor.

“Nefret hayali bir norm değil. Öğretilen, içimizde olan bir şey. İnsanlığın çok iyi veya çok kötü şeyler yapma kapasitesi var. Ben önyargıları ve toplum yapısında kemikleşmiş nefret söylemlerini yıkan bir model oluşturmak istedim” diye de ekliyor. Korona virüsü, nefret, ırkçılık ve önyargının yanında hiçbir şey! Ana değerlerimize sızan, içimizi kirleten bir virüs. Yahudi Soykırımı ve Dr. Wollschlaeger’ın fedakârlığıyla şekillenen harika hikâyesi yalnızca bir örnek. Maalesef, ırkçılık ve nefret duygusu, her gün savaşmamız gereken bir norm haline geldi. Bizden farklı olana tahammülümüz yok. Yalnızca önyargılarımız; din, dil, ırk ayrımı üstüne kurduğumuz değerlerimiz var.

Özellikle son günlerde gündemden düşmeyen George Floyd cinayeti de bir kere daha bu sorunların nasıl da toplumun bazı kesimlerinin içine işlediğinin ve çözülmesi muhakkak olan bir olgu haline geldiğinin göstergesidir.

Sen kimliğinle gurur duy! Hepimiz aynı yapbozun farklı parçalarıyız. Farklı olduğumuz için birbirimizi tamamlıyoruz zaten, öyle güzeliz.

Irkçılığa, nefrete son. #BirDahaAsla.