Ben bu konuyu yazmaktan sıkılmadım, umarım siz de sınırlar konulu yazılarımı okumaktan sıkılmamışsınızdır. Gerek kültürel gerekse coğrafi yerleşkemiz ele alındığında bu konunun bireyin gerek çocukluk gerekse yetişkin hayatında ne kadar önemli olduğunun ve tüm ilişkilerinin temelini oluşturduğunun anlaşılmadığını hatta bazı aileler tarafından hiç bilinmediğini düşünüyorum. Kişisel sınır kavramı, ülkemizde ve kültürümüzde maalesef yeteri kadar öğrenilmiyor çünkü çocuklukta da öğretilmiyor. Buna bağlı olarak da diğer kişilerin sınırlarına saygı ve anlayış yetişkinlikte de pek sık uygulanmıyor. Hatta kişiler kendi sınırlarının bile farkına varmadan bir ömür tüketiyor. Peki, ‘sınır’ derken ne demek istiyorum ve hangi sınırlardan bahsediyorum, öncelikle buna açıklık getirelim. Bu yazım boyunca kullanacağım ‘sınır’ kelimesi ile bireylerin görünmeyen fakat kişisel ihtiyaç ve inançlarımız doğrultusunda şekillenen ve her bireyde farklılık gösterebilecek olan bireysel sınırlardan bahsediyorum. Örneğin sizin için annenizin aramadan evinize gelmesi normal bir davranış iken eşiniz için kendi annesinin bile haber vermeden evine gelmesi bir sınır ihlali olarak algılanabilir. Ya da siz telefonunuzun eşiniz tarafından karıştırılmasını sınırlarınıza (özelinize) ihlal olarak algılarken, eşiniz onun telefonunu karıştırmanızdan hiç rahatsız olmayabilir. Bu örnekler her aile için farklılık gösterebilir. Çocukluk yıllarından birkaç örnek ise, dört-beş yaşlarındaki çocuğumuzu ya da torunumuzu birçoğumuz ondan izin almadan içten ve doğal bir refleksle öperiz, sıkıştırırız hatta bazen sıkıca sarılır ve mıncıklarız. Kimi çocuklar bundan hoşlanırken, duyuya hassasiyeti olan bazı çocuklar yakınlarının bu davranışından rahatsız olabilir. Babasının sakalları öperken batıyor olabilir ya da anneannesinin aşırı dokunarak ve hatta bazen sıkarak sevgi göstermesi çocukta fiziksel rahatsızlık yaratabilir. Çocuk o anda sıkıştırılmak ya da sarılmak istemiyor olabilir. Kişi tüm iyi niyeti ve sevgi dolu kalbi ile davransa bile karşımızda ki birey bundan rahatsız olabilir ve bu rahatsızlığını dile getirmek çocuk dahi olsa onun en doğal hakkıdır. Biz tüm iyi niyetimizle bir davranış sergilediğimiz zaman karşımızdaki yakınımızın bundan hoşlanmak zorunda olmadığını aklımızdan çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum. Tok olmasına rağmen her öğünde ağzına zorla kaşık sokulan bebekler, “Beni severken ısırmayın ya da sarılıp sıkıştırmayın, rahatsız oluyorum” demesine rağmen bunu oyuna çeviren ve yapmaya devam eden akrabalar, duygularını ve isteklerini dile getirdiklerinde “Sen bilmezsin, ben annenim, senin için en iyisini ben bilirim” diyerek onun yerine sürekli karar alan anneler de bizim gündelik yaşantımızda basit gibi görünen ancak sürekli tekrarlandığında çocuğun psikolojik gelişiminde sıkıntı yaratabilecek süreçlerden bazılarıdır. Terapiye gelen anne – çocuk danışanlarımdan şu cümleleri çok duymuşumdur. Çocuk: “Anne, bu davranışın beni rahatsız ediyor, lütfen yapma.” Anne: “Ama ben iyi niyetimle ve senin iyiliğin için yapıyorum, neden kızıyorsun ki anlamıyorum?” Benzer örnekleri eminim siz de annenizle yaşamışsınızdır. Çocuğun burada annesinden duymak istediği, sizin iyi niyetiniz ya da neden böyle yaptığınız değil, onun rahatsızlık duygusuna kulak vermeniz ve bunu anlamanızdır. Yukarıdaki cevabı veren anneyi çocuk gerçekte şu şekilde duyar: “Ben senin annenim ve senin iyiliğin için bunu yapıyorum, o zaman senin rahatsız olman gereksiz ve saçma. Ben iyi niyetle davranıyorsam sen de rahatsız olmamalısın.” Bu noktada ihtiyacı ve talebi duyulmayan çocuk anlaşılmadığını hisseder ve kişilik yapısına göre ve çaresizlik içinde susacak ya da anlaşılma çabası içine girerek daha büyük krizlere sebep olacak davranışlar sergileyecektir. Çocuklar genellikle ilk tepki olarak ağlamaz veya büyük sorunlar çıkaracak davranışlar sergilemez. Yukarıdaki örneğe benzer olaylar yaşadıkça, duyulmadığını düşünen çocuk doğası gereği sınırlarını korumak için her defasında daha yüksek noktadan tepki verecektir. Bu tüm canlılar için gerekli bir hayatta kalma çabasıdır aslında.
Çocukların gelişimlerine baktığımızda ise, tüm çocukların hayatlarının ilk yıllarında yürümeye başlamalarıyla birlikte psikolojik gelişim basamaklarından geçtiğini biliyoruz. Bir yaşından itibaren, bir yandan özgürleşmek, bireyselleşmek isterken bir yandan da hâlâ annesine bağlı kalmak ister ve bu iki zıt istek arasında git-gel yaşar. Etrafınızdaki bebekleri biraz olsun gözlemleme şansınız olduysa bu yaş bebeklerin her geçen gün her şeyi kendileri ve tek başlarına yapmak istediklerine şahit olmuşsunuzdur. Örneğin evin kapısını onlar açmak ister, asansörü çağırmak ya da kaşığı kendi tutmak ister. Eğer siz ona sormadan onun için bunu yaparsanız sonunda saatlerce korkunç bir ağlama krizi ile baş etmek zorunda kalırsınız. Aynı bebek birkaç saat sonra uyku saati geldiğinde ise annesini bırakmak istemez ve tek başına uykuya dalmakta zorlanabilir. İşte tüm bu git -geller sırasında anne - babanın bebeğinin sınırlarına gösterdiği anlayış, isteklerine nasıl karşılık verdiği ve özgürleşmesine ne kadar izin verdiği, bebeğin hem bireyselleşme sürecini belirleyecek, hem de onun kendi sınırlarını önce oluşturmasında sonrada dile getirebilmesindeki temeli hazırlayacaktır. İstekleri ebeveynleri tarafından defalarca duyulmayan çocuklar zamanla çaresizliği öğrenebilir ve ileride bunları dile getirmekten vazgeçebilir. Bu çocuklar büyüdüklerinde ‘hayır’ diyemeyen, insanları kırmaktan korkan, kendilerini genellikle ikinci plana atan bireyler haline dönüşebilirler. Eğer siz isteklerinizi rahatlıkla dile getirirken eşiniz sizin sürekli onu anlamanızı ya da onun yerine karar vermenizi istiyorsa ve bu ilişkinizde ciddi tartışmalara neden oluyorsa, onu yargılamadan ve suçlamadan önce eşinizin anne-babasıyla olan ilişki dinamiğini gözlemenizi tavsiye ederim. Çünkü akvaryumdan çıkmasına izin verilmemiş bir balığa denizde yüzmeyi bilmediği için kızamazsınız. Dalgalardan ve diğer tehlikelerden korunaklı büyümüş bu balık sizin gibi denizlerde yüzmeye alışık olmadığı için olaylara da sizin gibi tepki veremeyecektir. İnanın senelerce evli de kalsanız bu kişi kendi inanç ve öğretilerinin farkında olmadıkça yani içgörü geliştirmedikçe değişime kapalı olacaktır. Bu durum hepimizi için geçerlidir. Değişim ve gelişim önce farkındalık ile başlar. İşe yaramayan inançlarının farkında olmayan kişiler doğası gereği değişime de gerek duymayacaktır.
Şu anda, “O zaman çocuğun her istediğini her zaman yapacak mıyız? Hiç hayır demeyecek miyiz?” diye sorduğunuzu duyuyorum. Tabi ki anne-baba çocuğuna doğruyu, yanlışı, ahlaki değerleri, toplum kurallarını öğretecek ve yeri geldiğinde hayır demeyi bilecek. Sınırsız, her istediği yapılan, kuralsız çocuklar yetiştirelim demiyorum. Tam tersine, çocuklar her ne kadar sınırları zorlamayı sevseler de, aynı zamanda sınırsız yaşamak istemezler. Sınırlar ve kurallar çocuklarda güven duygusunun oluşmasına yardımcı olur. Ebeveynlerinin koyduğu sınırları öğrenen çocuk zamanla kendi sınırlarını oluşturmayı öğrenir. Şu anda ebeveynlerin arasında çok moda olan ve abartıldığı zaman pedagojik açıdan yanlış bulduğum bir davranışa da açıklık getirmek isterim. Çocuklarla, hatta bebeklerle bile konuşmanın dil ve duygusal gelişim açısından ne kadar gerekli ve önemli olduğu zaten biliniyor ancak çocuk ağlıyorken veya yanlış bir davranış sergilediğinde yetişkin dil kullanarak çocuğa kapasitesinin üzerinde kelime sayısı ile konuşmak durumu daha da karmaşık hale getirecektir. Çocuklarla konuşmak çok önemlidir ancak buradaki en önemli nokta çocuğunuza onun gelişim yaşı kadar ve anlayabileceği dilden konuşmanız gerekir. Eğer siz bir yaşındaki bir çocuğa başka bir çocuğa vurduğu için uzun cümleler kurarak vurmanın neden yanlış olduğunu anlatırsanız yüksek ihtimalle o davranış tekrarlanacaktır. Çünkü bir yaşındaki çocuklar sebep-sonuç ilişkisini yeni öğrenmeye başladıklarından ve soyut düşünce becerileri henüz gelişmemiş olduğundan sizin söylediklerinizden hiçbir ders çıkaramayacak ve olumsuz da olsa annelerinde ilgi gördükleri bu davranışı tekrar edeceklerdir.
Çocuklar ve sınır konusunu güncel hayatımızdan örneklerle aktarmaya çalıştım ancak bu konu çok derin ve önemli olduğu için desteğe ihtiyacınız olduğu taktirde bana e-posta gönderebilir veya güvendiğiniz bir uzmandan yardım talep edebilirsiniz. Sınırlara saygı gösterdiğimiz ve sınırlarımıza saygı gösterildiği bir yaz dilerim...
Not: Sosyal mesafeyi korumak ve maska takmakta hem kişisel hem de diğerlerinin sınırlarına duyduğumuz saygının bir göstergesidir.