Batı yakasının hikâyesi ve alfabe ile sınanan İsrail

Ürdün Nehrinin yatağındaki tarih yükü taşıdığı sudan fazla. Etrafında binlerce yıldır aynı tanrının çocukları yaşıyor. Ama bu çocuklar akan suyu, taşı-toprağı paylaşmayı iyi öğrenemeyip tarihin akışını barışa çevirmekte aciz kalmış.

Yaşar Levent Dünya
1 Temmuz 2020 Çarşamba

Ürdün Nehrinin yatağındaki tarih yükü taşıdığı sudan fazla. Her iki yakasının da her karışında bir menkıbe var. Ürdün veya Ardan (Yârden) Nehri, Ürdün Vadisi veya Vadi Araba’da kuzeyden güneye kıvrıla kıvrıla, 220 kilometre boyunca akıyor. Çoğu zaman eni dar. Ama dünyanın çukuruna gelince genişliyor. 

Etrafında binlerce yıldır aynı tanrının çocukları yaşıyor. Ama bu çocuklar akan suyu, taşı-toprağı paylaşmayı iyi öğrenemeyip tarihin akışını barışa çevirmekte aciz kalmış. Nehrin iki yakasında da gezerken elinizdeki rehberin din veya dinler tarihi kitapları olması iyi olur.

Celile’den çıkıp Lut’a kavuşan nehir üzerindeki köprü

Ürdün Nehri Osmanlı’nın Celile dediği (Galilee/ Kineret/ Tiber) gölü veya denizinden doğuyor. Vadi boyunca aktığı arazi çukurlaşıyor. Doğu yakası Ürdün, batı yakası İsrail ve Filistin toprakları. Vadinin denize kavuştuğu Akabe Körfezi, 1994’te barışı bir kez daha güvenceye alan iki ülke için işbirliğinin kalesi. Nehrin doğusunda kâh Badia denilen bereketli, kâh çorak ve engebesiz topraklar var. Vadinin adı kuzeyde Rum, güneyde ise Musa. Vadi Rum’da Roma kayalara nakşedilmiş. Burada hâlâ yaşayan Nebati (Nebatians) ve Samiriler (Sameritans) sadece hayvancılıkla meşgul. Güneye uzanan Vadi Musa ise, Eski Ahit’in izlerini taşıyor. Vadi Musa’da Harun’a ve Rakel’e atfedilen mezarlar, avlusunda 12 kabilenin geldiği yönleri gösteren mozaiklerin bulunduğu metruk bir kilise ve niceleri var. Bu bölgenin batısında Yahudiliğin 6000 yıllık tarihine damga vuran Masada’nın bulunması, nehrin iki yakasındaki tarihi bütünlüğün ve ortak bir geçmişin işareti. Lut Gölü veya Ölü Deniz’in doğusunda Hazreti Yahya’nın İsa’yı vaftiz ettiği rivayet olunan tartışmalı bir yer var.  Aslında İsa’nın nasıl ve nerede yıkandığı belki sadece inanç turizmi için önemli. Yoksa suyu kıt bir yerde, “0” yılında, nehir kıyısında yıkanmanın kutsallığı, temizlenerek saflaşmada ve bunu iman ile özdeşleştirmede olmalı. Nehrin doğu yakasının şimdi en büyük sorunu eskiden kalma Filistin ve buna yeni eklenen Suriye mültecileri. Yoksa bir şekilde özellikle 1994’ten sonra karşı yakadaki komşu ile ilişkiler barış içinde ve istikrarlı. Ama Lut Gölünden çıkıp, nehrinin batısına geçmek isterseniz, orada sizi başka bir gerçek bekliyor. 1918’de Allenby tarafından yenilenen köprü, batı yakasına giden en kısa yol. Allenby (Kral Hüseyin veya El-Karame) Köprüsü, artık dinler tarihini bırakıp güncelle yüzleşmeye başladığınız bir yer. Köprüyü geçmek şimdi teknolojik donanımla eskisinden daha kolay ve hızlı. Ama köprüdeki denetim noktaları, nehrin batı yakasının karşılıklı güven ve uzlaşma sorunlarının işareti. Allenby Köprüsü ile bir saat içinde geçtiğiniz topraklar, artık Batı Şeria (West Bank). Yol üstünde hemen Eriha (Jericho) sonra Kudüs var.  İşte Filistin ile İsrail arasında bir türlü paylaşılamayan topraklar bu dar alan ve çevresinde, kısmen mümbit, kısmen taş toprak ve çalılık. Ama buralar hep diken üstünde. Alfabenin ilk üç harfi batı yakasının şifreleri gibi. 

A-B-C ile yönetmek

Bu harfler Ürdün Vadisinin batı yakasında, yani Batı Şeria’daki idari düzenlemenin özeti. topraklarında tüm sivil hizmetler ve güvenlik Filistin’e (PA) ait. Diğer bölgeler ile coğrafi bütünlüğü olmayan A topraklarında kısmen özel, kısmen de miri (kamu) ve Osmanlı döneminden devir alınan vakıf yönetimi var. Doğu Kudüs dışındaki ekilebilir sınıfı topraklarda, teorik olarak Yahudi yerleşimi yok. Şehirler, kasaba ve köyler tamamen Filistinlilerin. topraklarına İsrail güvenlik güçleri (IDF) sadece gerektiğinde girebiliyor. Ancak Ramallah’ın geniş çevresinde, her çit (duvar) çekilip, tankların mevzilendirildiği alanda, eski ve yeni Yahudi yerleşim yerleri görmek mümkün ki buralar C tipi topraklar. B topraklarına gelince, bunların sivil yönetimi Filistin otoritesinde, güvenlik ise Filistin ve İsrail güçleri arasında ortaklaşa sağlanmakta. Bir geniş caddenin batısı Yahudi, doğusu Filistin yerleşim yeri olduğunda, IDF hep orada, çit, duvar ve hendeklerin etrafında nöbette. Böyle bölgelerde, hâlâ 1967’den beri aynı statüyü koruyan Filistin mülteci kampları var. Neredeyse üç kuşağın büyüdüğü yerleşim yerlerine mülteci kampı denebilir mi bilmiyorum. Ama mülteci olmak, su, elektrik ve ısınma masraflarını Birleşmiş Milletler tarafından karşılanması anlamına geldiği için orada yaşayanlar, bu statüden pek şikâyetçi görünmüyor. Bunlar kamptan ziyade çirkin toplu konutlar. tipi topraklardaki köy ve yerleşim yerleri de kâğıt üzerinde sadece Filistinlilere ait. Ama El Halil (Hebron) gibi şehirler de yine ikiye bölünmüş yarısı Filistin, yarısı Yahudi yerleşimi. Yan yana, paralel yaşıyorlar. Ama bu her zaman huzurlu bir yaşam değil. Birbirlerine yaşattıkları çok acı deneyimler var.  El Halil’deki Hazreti İbrahim Camii (yarısı sinagog) dinler tarihinin yordamına yine ihtiyaç duyulacak bir yer. İnsanlar Abraham ve İsmail’in Aramice ne anlama geldiğini bülbül gibi biliyor. Ama böylesine kutsal bir mekânın çevresinde, Abraham’ın anısına hürmeten barış içinde yaşamayı pek bilmiyor. C toprakları,  nehrin batı yakasındaki toprakların yüzde 60’ını kapsıyor ve sadece İsrail’in sivil ve askeri denetiminde. Bununla birlikte, buralarda bulunan Filistinliler hukuki statü itibarı ile Filistin’e bağlı. C topraklarındaki tüm şehir, kasaba ve köyler Yahudi yerleşimlerine tahsisli. Ama sayılar göçlerle arttığı için yeni yerleşimler öncelikle C topraklarında Bedevi göçerlerin yaşadıkları yerlere doğru yayılıyor. Sonra da uzun kollar, tankların korumasında tipi arazilere uzanıyor. İsrail 2018’de 25 bin, 2019’da 34 bin yeni göç almış. Ama 1948 yılından beri gelenlerin sayısı toplam 1,8 milyon1. Şimdi sayıların giderek artması, yeni konut ve iş ihtiyacı baskısı yaratması, yeni yerleşim yerlerinin açılmasının bahanesi.

 

İlhak planları ve muhtemel sonuçlar

Netanyahu 2019 yılının eylül ayında İsrail’in Ürdün Vadisini ilhak edeceğini açıklayınca kıyametler kopmadı. Geçen yıl nisan ayında yapılan seçimler öncesinde, bazı partiler Batı Şeria’nın tümünün ilhak edilmesini isteyecek kadar ileriye gidip, Netanyahu’yu sıkıştırmaya çalıştı. İki devletli çözümün artık çıkmaza girdiği bilinen bir gerçek. Filistin yönetiminin giderek zayıflaması gibi. Bu arada tüm toprakların ilhak edilerek Filistinlilere eşit vatandaşlık hakkının verilmesi bazı çevrelerde makul kabul edilip, özellikle Trump yönetimi tarafından desteklense bile mümkün gibi gözükmüyor. Aslında İsrail’in Batı Şeria’da nereyi ilhak edeceği de açıklığa kavuşmuş değil. Elbette seçmene verilmiş sözlere karşılık, Ma’ale Adumim2 ve Ariel gibi zaten fiilen büyük ölçüde Yahudi yerleşimi olan yerler nispeten daha az sorun olsa bile Batı Şeria’nın en batısındaki Kulaklıya (Kalkilya) işin içine güvenlik gerekçesi ile katılırsa hesap şaşar. Sanırım yeni göçmenlere tahsis edilecek konut ve/veya tarım arazisi ile bir planla yapılacak uygulamalar ve müteahhitlere verilecek ihaleler iktidarın bekası için önemli.  

Ancak tüm planların önünde birkaç ciddi engel var gibi gözüküyor. Bunlar: 1. Netanyahu’nun ip üstünde yürüyen dönüşümlü hükümeti ve hakkındaki şahsi davalar. 2. Uluslararası camianın tepkileri. 3. Başta komşu Ürdün olmak üzere özellikle Körfez Arapları ile kurulan dostluk bağlarını bir anda tehlikeye atma riski ve nihayet 4. İlhak edilecek alanlarda kurulacak yeni yerleşim alanlarının güvenlik maliyeti. Ama daha da önemlisi B topraklarını ilhak etme planı da varsa, göze alınması gereken savaş veya üçüncü indifada. Günlük siyaset için bu kadar risk üstlenmeye ve kutsal topraklarda insanı insana kırdırmaya acaba değer mi? 

1 Israel Central Bureau of Statistics, https://www.jewishvirtuallibrary.org/total-immigration-to-israel-by-country-per-year

2 Doğu Kudüs’ün doğusu