“Je pense, donc je suis!”

Ferhat ATİK Toplum
29 Haziran 2020 Pazartesi

“Cogito, ergo sum! / Düşünüyorum, öyleyse varım!” René Descartes’ın Batı rasyonalizminin kurucu elementi olan felsefi sözünün orijinali “Je pense, donc je suis!” şeklindedir. 

Descartes önce dört kural saptadı: Açık seçik ve belirgin fikirler dışında hiçbir şeyi kabul etmemek. Her sorunu çözümü için gerekli sayıda parçalara ayırmak. Düşünceleri basitten karmaşığa doğru sıralamak. Gözden kaçmış bir şey olup olmadığını sürekli kontrol etmek.

Daha sonra bu kuralları izleyerek şöyle düşündü (bunları düşünürken bir sobanın karşısında oturuyordu): Duyularımız bazen bizi aldattığına göre, hiçbir şeyi göründüğü gibi olmadığını farz etmeliyim. Burada sobanın karşısında oturduğumu nasıl bilebilirim. Bundan emin olamam. Rüya ya da hayal görüyor olabilirim. Kuşku duymayacağım tek şey, bir şey düşünüyor olmam. İşte buldum! Düşünüyorum, öyleyse varım!

Descartes düşünmenin önemini, 17. yüzyılda ortaya koymuştu.

↔↔↔

Descartes’dan 357 yıl sonra 5 Ocak 1994’ün soğuk ve öfkeli bir sabahıydı. Mahkemenin önünde otobüsler dolusu üniversite öğrencisi toplanmıştık. Mahkeme sadece düşündüğünü yazdığı için yargılanmakta olan hocamız Fikret Başkaya ile ilgili kararını açıklayacaktı. 

Güvenlik önlemleri öğrencileri ‘hırpalamak’ yönündeki hazırlıklarını tamamlamış bizi itip kakmaya çoktan başlamıştı.

Dakikalarca süren bitmek bilmez itişmece, içeriden gelen haberle daha da arttı. Tüm çabalar, aylarca gidip geldiğimiz mahkeme ve destek artık nafileydi.

Hocamız Prof. Dr. Fikret Başkaya yayımladığı ‘Paradigmanın İflası’ kitabından dolayı 20 ay hapis cezasına çarptırıldı. Hayatımda tanıdığım az sayıdaki kibar, donanımlı bir beyefendi idi oysa Fikret Hoca. Dopdolu anlatımları sınıfa izdihamla girmemizi sağlamaktaydı ama o artık hapisteydi.

↔↔↔

İşte kitaptan bir kesit: 

“Sömürü ve baskının bir aracı olan bilim ve teknoloji, hem emperyalist Batı’ya dünyanın zenginliğine el koyma olanağı verdiği için Batılılarca itiraz edilmiyor, hem de az gelişmiş ülkelerdeki işbirlikçi oligarşiler ve onların çevresi sömürüden pay alabiliyorlar. Aldıkları bu pay karşılığında kendi halklarına zulmederek, baskıyı ve devlet terörünü sürekli gündemde tutarak, eski sömürgeciyi yöneticilerin uyguladıkları baskı bile geride bırakıyor. Üstelik bunu ‘ulusallık’, ‘ulusal çıkarlar’, ‘ulusal güvenlik’, ‘birlik beraberlik’ gibi kavramların gerisine gizlenerek yapıyorlar. Bu anlamda bir düşünürün dediği gibi: ‘Hakların kendi kaderlerini tayin hakkı, bu ülkeleri yöneten oligarşilerin kendi haklarını boğazlama hakkına dönüşmüş’ bulunuyor.”

↔↔↔

Bilimsel bir eleştiriden öteye gitmeyen ve bir bilim insanının değerlendirmesi denebilecek bu ifadeler Fikret Hoca’nın 20 ay hapis yatmasına neden olmuştu. Oysa biri düşüncesini söyleyecek, biri yayımlayacak, bir diğeri bunu eleştirecek hatta yıkacak kadar yenilik getirecek, bireyler, toplumlar, tüm insanlık böyle gelişecek… 

Eğer bir sistem, birileri düşünüyor, düşündüğünü yazıyor ve yayımlıyor diye zarar görecek, çökecekse öyle bir sistem zaten yok demektir. Bir de böyle bakmak lazım.