“Eskiden havra çıkışında tüm Çanakkale İskelesi Musevi ailelerle dolardı!”

Çanakkale’de Musevi nüfusunu temsil eden üç aileden birinin üyesi, yıllara meydan okuyan fırınıyla tüm şehir halkının tanıdığı Sabetay Kohen…

Zehra ÇENGİL KÜÇÜK Söyleşi
8 Temmuz 2020 Çarşamba

… I. Dünya Savaşı’ndan önce kurulan fırınının ne bir adı, ne de tabelası var fakat herkes onun simitlerinden, poğaçalarından ve fırında yumurtalarından haberdar. Kohen, çocukluğunda tüm Çanakkale çarşısını ve iskelesini dolduran Musevi ailelerin yıllar içinde peyderpey göç etmelerine şahit olmuş. Eski güzel günleri ve anılarını bir film sahnesi gibi mutlulukla, bazen de gözleri dalarak anlatıyor. İçindeki Çanakkale sevdası ve babasının devrettiği mesleğine bağlılığı, bu şehirden kopmasına engel olmuş. Kendisiyle, özlediği geçmişi ve bir türlü bırakamadığı Çanakkale’yi konuşurken sohbetimize Çanakkale Musevi Cemaati’nin en genç üyesi, ahşap ustası Beni Yüksel Levi de dahil oldu. İki yakın dost ile cemaatin o kalabalık ve görkemli günlerinin yanı sıra, Çanakkale’de yaşıyor olmanın kendilerine kattığı güzellikleri de konuştuk.

Fotoğraf: KEMAL DİREN

 

Hamursuz Fırını Çanakkale’de ne zaman ve nasıl kuruldu? Ailenizin Çanakkale’ye gelme hikâyelerini paylaşır mısınız?

Bu fırın I. Dünya Savaşı’ndan önce açılmıştı, burası Musevi Cemaatinin ‘Hamursuz Fırını’ydı. 1949’dan önce babamın ustası vardı, Yako. İlerleyen yıllarda o İzmir’e intikal etti. Babam İsrail’den gelince, hamursuz ve simit fırını olarak burayı babama verdi. Her sene hamursuz çıkardı. Babam 73’te öldü, 15-16 sene hamursuz yaptık. Buradaki Musevi Cemaati azalınca simit ve poğaça çıkarmaya ağırlık verdik. Doğma büyüme Çanakkaleliyiz; annem Umurbey Köyünden, babam da Ezine’den. 

Çanakkale’de doğdunuz ve büyüdünüz. Eskiden Yahudi nüfusu buralarda çok fazlaydı. Şimdi kaç aile yaşıyor? Yahudilerin Çanakkale’den göçleri nasıl oldu ve siz neden kalmayı tercih ettiniz? 

1940’lardan önce 200 aile kadar vardık. İsrail kurulduktan sonra birçok Musevi, İstanbul ve İsrail’e göç etti. 67’den sonra bazı olaylar yaşandı, sonra nüfus giderek azaldı. Çocukların okuması ve evlilik durumları sebebiyle gerçekleşti daha çok göçler. Ekonomik sorunumuz yoktu hiç. Ben de İstanbul’da iki iş açtım; başarısız olunca baba yadigârı fırına geri döndüm. Fırını hiç bırakmadım. Burada başarılı oldum, Çanakkale doğduğum ve doyduğum yerdir. İstanbul’da tekstil işi yaptım. Bilmediğim işler ve vadeli çalışmalar olduğu için muvaffak olamadık. Bizim işimiz peşin ve nakit para olduğu için bu şekilde çalışarak hayatımızı sürdürmek daha kolay. 

 Çocukluğunuzdan beri aile mesleği olan fırıncılığı sürdürüyorsunuz. O dönemki anılarınızı anlatır mısınız? 

Altı yaşımdan beri bu fırındayım. Burada büyüdüm diyebiliriz. Hemen karşımızdaki okulda okudum. Çanakkale’de ismi olmayan ve en çok bilinen yer fırınımdır. Tabelası bile yoktur. Burada Musevi arkadaşlarımızla hafta sonu dolaşır, gezer, yemek yerdik; aramızda poker oynar, kahvehaneye gidip okey çevirirdik. Çeşitli etkinlikler yapardık; çok güzeldi gençliğimiz. O arkadaşlarımızın büyük kısmı gitti. O zaman Museviler havradan çıktığı zaman bütün Çarşı Caddesi ve iskele Musevi ailelerle dolardı. Sinemalara gidilir, toplantılar yapılırdı. Hamursuz bayramlarında elbiseler dikilirdi. Her bayramda güzel güzel giyinirdik. Babam her bayram yeni elbise yaptırırdı bana. O zamanlar Çanakkale’de kendine has bir zenginlik vardı. Bu kadar büyük paralar yoktu ama zenginlik daha fazlaydı 60’lı yıllarda. Hem cemaat, hem de insanların alım gücü bakımından. Şu anki zenginlikler suni.

 

“ÇANAKKALE’DE NEFES ALMAK BİLE BİR BAŞKA”

Özlüyor musunuz Musevi Cemaati’nin kalabalık olduğu, arkadaşlarınızla yaşadığınız gençlik dönemlerini?

O günleri çok özlüyorum. Ama Çanakkale’de yaşamak bir ayrıcalıktır. Çanakkale bir barış kentidir, ayrıca sosyallik bakımından Türkiye’nin en güzel yerlerinden biridir. İstanbul’da Kozyatağı’nda evim var ama Çanakkale’de nefes almak bile başkadır. Şu anda bu fırının önünde otururken bile Boğaz’dan gelen havayı teneffüs ediyorsunuz. Fırının önünde oturmak bile şans bu yüzden. Sadece otursam bile yeter. 

Şu an Çanakkale’de kaç Musevi yaşıyor? 

Üç aileyiz, 8-9 kişi ancak sayılabilir. Beki Ablamız var, Sami Abimiz de emekli tüccar. Onlar da ayda bir kez Çanakkale’ye gelirler. Vakıf mallarımızı, havralarımızı kontrol ederler. Hayat böyle gidiyor. 

Boyozun görücüye çıktığı ilk kentin Çanakkale olduğu söyleniyor. Babanızın ustası Çanakkaleli Yako Abrovaya, 1949’da fırını devredene kadar boyozu Çanakkalelilerin beğenisine sunmuş. Sonra boyoz, İzmir’de tanınarak adını duyurmuş. Doğru mu bu hikâye? 

Babamın ustası Yako çok güzel bir insandı. O İzmir’e gidince fırınımız kapalı kaldı. İsrail’den gelince babama Şişhane’de Yüksek Kaldırım’da fırın teklif ettiler. O fırını tuttu, ama sonra babama “Sen İstanbul’da kaybolursun” dediler, “Sana burada fırın verelim" teklifinde bulundular, bir de ev olayı halledildi. Babam Çanakkale’de kaldı, burası nasip oldu bize. Babam da erken yaşta vefat edince ben çalıştırdım burasını. Yako Usta tam bir sanatkârdı. İzmir’de boyozu o tanıttı. Oğlu Asher de güzel ustalar yetiştirdi. Bugün Dostlar Fırınının ustaları bile hep onun çıraklarıdır. 60’lı yıllarda İzmir’e gitmiştim. 7-8 bin boyoz çıkartıyorlardı. Asıl membaa Yako Usta’dır.

Bir röportajınızda 1967’de yaşanan bir olay yüzünden göç yaşandığını söylemişsiniz. Bu mahalle olayından bahseder misiniz?

Kudüs konusunda yaşanan durumlar sebebiyle insanlar arasında yanlış anlaşılmalar oldu. O zaman ticaret Musevilerin elindeydi, halk tarafından bu durum pek hoş karşılanmıyordu. Sonrasında kız çocukları olanlar İsrail’e, ekonomik durumları iyi olanlar İstanbul’a gitti. Benim bütün arkadaşlarım İstanbul’a taşındı. 

“Çanakkale’de Yahudi olmak mutlu olmak demek” diyorsunuz bir röportajınızda. Bu mutluluğun kaynağı ne?

Çanakkale her zaman güzel şehirdir. Giden Museviler her sene geliyor, üç gün kalıyor ve üzülerek ayrılıyorlar. İstanbul’da ticaret güçlü; para kazanılıyor ama mutlu olmak başka, para kazanmak başka. Burada ulaşım kolay, insanlar birbirini tanıyor. İstanbul’da ne kadar zengin olursan ol trafik var, keşmekeş var. Orada apartmanın içinde komşu komşuyu tanımıyor. Samimiyet var buralarda. Gece 1.30’da yayan bir şekilde fırına geliyorum, kimseden korkmuyorum. 

Yahudi toplumu Çanakkale ve kültürüne sizce nasıl bir destek verdi? 

O zaman Çanakkale’deki Museviler kültür bakımından biraz ilerideydi, onların burada yaşaması bir zenginlikti. Yaşam, genel kültür, giyim kuşam, ekonomik güç olarak her şeye katkıları vardı. Sonra Çanakkale dışarıdan göç aldı, emekli subay aileler geldi; hastane, üniversite açıldı, profesörler geldi. Ve gelişmeye devam etti. Mesela meşhur Aynalı Çarşı, İlyo Halyo adında bir Yahudi tarafından yaptırıldı.

Beni Yüksel Levi: Halyo Pasajı olarak da anılan bu çarşı 1889’da inşa edildi. Hatta oradaki tarihte İbranice de yazar ama Abdülhamit döneminde, onun izniyle yapılmıştır. Çanakkale, Musevi nüfusunun çok yoğun olduğu bir yerdi. Biga, Bayramiç, Ezine’de çok fazla Musevi yaşamış. Karacaören tamamen Musevi köyü. Pınarbaşı tarafında bir yer de hatta İsrail köyü olarak biliniyor.

“60’LI YILLARDA MUSEVİLERİN YAKLAŞIK 100 İŞLETMESİ VARDI”

O dönem ticaretin nabzını da tutan Musevi Cemaatinde genelde hangi meslekler tercih edilirdi?

BYL: Kuyumculuk, tekstil, şarapçılık, mefruşat ve zahire işleri yapılırdı. 74’e kadar bu şekilde sürdü. Zaten burası Kale-i Şehriye yani karakol kent olarak adlandırılırdı. Burada Levantenlerle yani 1600’lerin başlarında gelen çoğunluğu Musevi olan nüfusla ticari olarak acayip hızlandı Çanakkale merkez. Bir de meşe palamudu ticareti vardı. Meşe palamudunda bulunan analin denen kimyasal, boya sanayiinin ana arteridir. Sarıçay’ın altındaki o eski mağazalar hep palamut mağazalarıdır.

SK: Terzi çok fazla vardı, doktorlarımız da mevcuttu. 10-15 manifaturacı vardı, hepsi Musevi’ydi. Giyim ve konfeksiyonda da çok iyiydik, 60’lı yıllarda nereden baksan 100’den fazla işletme vardı Çanakkale’de. 

Çanakkale cephesinde düşmana karşı savaşan Türk Yahudilerin verdikleri mücadele, size bu mücadelenin ana vatanında ne hissettiriyor?

SK: Burada yaşamış bütün ailelerden savaşa gidenler vardı Musevi cemaatinde. Bizim ailelerimiz de cephede savaştı.

BYL: Şu an Rotary Park var, eski Musevi Mezarlığı. Oradaki park aslında şehitliktir ama ne yazık ki şu an düğün salonu haline geldi bir kısmı. 280 senelik mezar taşları var. Sonuçta bu vatan hepimizin, vatanımız burası. Biz Türk’üz, sonra Musevi’yiz. Atatürk “Hepimiz Türk’üz, burası Türkiye” der. Bunun daha başka ifadesi yoktur. Biz azınlık değiliz. Lozan Anlaşmasında Rum ve Ermeniler imza atıp azınlık olduklarını kabul etmiştir ama Musevi, Süryani ve Keldaniler imzalamamıştır. Bu da demektir ki imzalamadığımız bir şeyle kimse bizi yaftalayamaz.

SK: Mezarlık konusu cemaate intikal etti. Şu anda mahkeme konusu. Ama eski mezarlığımız bakımlı, bizler bakıyoruz. Devlet mezarlığının içinde bir alan. Dünyanın her yerinden geliyorlar ekim-kasım aylarında. Amerika’dan bile gelenler var. Rahmetli Albert Penso’nun oğlu onun anısına mevlüt yapıyordu. Biz burada doğduk, burada büyüdük. Biz buranın sevilen esnaflarıyız, bize burada bir şey olmaz. Herkes sahip çıkar. 

Fırınınızda börek ve poğaçaların yanı sıra Yahudilerin özellikle Şabat sabahları yedikleri fırın yumurta satışına devam ediliyor. Rağbet görüyor mu? Salgın dönemi sizi etkiledi mi?

Yerel halktan çok ilgi görüyoruz, saat 10.30- 11.00 gibi bitiyor. Salgın döneminde kapattık, yaşım 65 üstü olduğu için açamadım. Ben gelmeden fırın açılmıyor. 

“ARTIK EVLENECEK NE GENÇ KIZIMIZ NE DE OĞLUMUZ VAR”

Mekor Hayim’de ibadet için on erkeğe ihtiyaç var, yeterli sayıda olmadığınız için haham gelmiyor. Bu durum sizi üzüyor mu?

BYL: Şu anda kapalı ama ibadet için haham gelmesine gerek yok. On kişi olmak yeterli, içlerinden biri imam pozisyonuna geçebilir. Belirli şeyler yapılamaz. Kohen ve Levi olmak gerekir, bu da Tevrat’ın okunması sürecinde gereklilik arz eder. Onun dışında istediğiniz gibi ibadet edebilirsiniz. Cumartesi, pazartesi ve perşembe günleri Tora okunur. Düğünü de imam nikâhı gibi düşünün, bizde meyir yoktur evlendiğinde boşanamazsın (gülüyor), 7 çeşit bereket duası okunur.

SK: 60’lı yıllarda burada ne görkemli düğünler oldu. Ama artık cemaat yok, ne genç kızımız ne oğlumuz var. 

 

***

Çanakkale Musevi Cemaatinin en genci Beni Yüksel Levi:

İstanbul’da doğdum, orada okudum. Ortaköylüyüm, evim var. Ahşap eğitimi aldım. Burada kendime atölye açtım, eğleniyorum. Bir tasarım atölyesi, özel işler yapıyorum. Çanakkaleliler beni Demirkapılı olarak bilir ya da Kumrular’ın torunu olarak. 2007’ye kadar İstanbul’daydım. Ailemin bazı işlerini takip etmek için gelmiştim, süreç uzayınca ve başka şeyler yaşanınca burayı sevdim. Önce bir cast ajansı açtık, ben de kendime bir atölye kurmuştum. Sonra orayı büyüttüm, 3-4 arkadaş bir araya geldik. Sanat eserleri, tasarımlar üretiyoruz Mimar Sinan’dan, Bilkent’ten arkadaşlarımızla. Satamıyoruz ama üretiyoruz, yürüyor bir şekilde. Canımız istiyor, atlıyoruz motorlara Seddülbahir’e gidiyoruz; canımız sıkılıyor Karanlık Liman’a gidiyoruz. Ne istersek onu yapıyoruz, çalışmak istersek de çalışıyoruz. Bizde 9.00- 17.00 çalışma yok, maaş zaten yok. Bu güzellikleri Ortaköy’de de bulamayız. Hayatım, gençliğimin tamamı İstanbul’da geçti, burası cennet. Özgürlük bana hep iyi geldi, hala da geliyor. 

 

 

 Beni Yüksel Levi, Cannes Film Festivali gibi çok önemli mecralarda Türkiye’yi temsil eden Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Ahlat Ağacı’ filminde rol aldı.

Seslendiren: Janet Mitrani