Hüseyin Cahit Yalçın’la hayalden kâbusa

‘Hayat-ı Muhayyel’, yani hayal edilmiş hayat

Perspektif
8 Temmuz 2020 Çarşamba

Laurent Mignon

Servet-i Fünun dergisi Türk edebiyatına damgasını vurmuş önemli yayınlardan. 22 Teşrinievvel 1314 (3 Kasım 1898) tarihli 399. sayının sayfalarını çeviren okurlar, sıra dışı bir öyküyü keşfedebiliyor. Başlığı, ‘Hayat-ı Muhayyel’, yani hayal edilmiş hayat. 1934’te soyadı kanununun kabulünden sonra Yalçın soyadını alan genç Hüseyin Cahit’in eseri. 19. yüzyılın sonlarında Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit ve arkadaşları istibdat döneminin ağır şartlarına artık dayanamayıp uzaklara kaçmayı düşünüyorlardı. Kaçma hayalleri gerçekleşmedi ama o dönemin edebiyatında bu arayışın izlerini görmek mümkün. 

‘Hayat-ı Muhayyel’ birçok açıdan ilginç. Türk edebiyatının ilk ütopya tasarımlarından.  Modern Yahudi tarihi ile ilgilenenler için bu öykü başka bir açıdan da dikkate değer: Yahudi olmasa da yazar sanki kibutz hayatını anlatmış. Mesela sadeleştirdiğim şu satırlara bakınız:

“Köyümüzün ortasında ortak bir bina vardı. Burası, hepimizi içine alacak kadar geniş bir yemek salonundan, yine büyük bir salonla bir kütüphaneden oluşuyordu. Sabah, akşam bütün aileler bu sofranın etrafında birleşirdik. Çocuklarımız yanlarımıza oturur, şenlikli bir heyecan, samimi bir hava içinde neşeli bir yemek başlardı. Hizmetçilerimiz yoktu. Hepimiz birbirimizin hizmetçisi, esiri idik. Her akşam başka bir aile hizmet ederdi. Ve böyle sevdiklerimizin bir işini görmekte, onların tabaklarını kaldırmakta, yemeklerini vermekte ayrı bir lezzet, derin bir sevinç duyardık. Sonra balkonda kahveler içilir, latifeler sürüp giderdi. Salona çekildiğimiz zaman neşeli sohbetler arasında köyün hayatına ilişkin meseleler hallediliverilir, her şeyden bahsolunur, sonra biraz piyano çalınır, biraz şiir okunur, saatlerin uçuşundan habersiz kalınırdı.”1

Doğrusunu söylemek gerekirse, bu sahneler bir kibutzdaki yaşamı hatırlatmıyor değil. Sosyalist ve Siyonist ilkelere dayalı gelişen kibutz hareketi, ortak mülkiyeti savunan, eşitlikçi, özgürlükçü ve dayanışmacı bir komün hayatı öngörüyordu. Hüseyin Cahit’in öyküsünde, tıpkı kibutzlarda olduğu gibi, ‘herkesin yeteneğine ve ihtiyacına göre’ prensibi uygulanıyordu, şu satırlardan öğrendiğimiz gibi:  

“İşte en büyük başarımız belli oluyordu. Hepimiz bir işe yarıyorduk. Emek bölüşümü adeta doğal olarak, kendiliğinden oluyordu. Ufak birer günlük tecrübeden sonra çift sürmeğe, başlangıçta en güç zannettiğimiz bu mecburiyete alışmıştık. Uysal koyunlarımızı, afacan keçilerimizi sağmak, tavuklara bakmak, civciv çıkarmak… Bu öyle eğlencelerdi ki kadınlarımız paylaşamazlardı. Pek zahmetli, yorucu işlere tahammül edemeyenler kuvvetleri derecesinde bir iş bulmuşlardı. Kimimiz inekleri otlatır, kimimiz balık tutmak için denize çıkar; kimimiz ekmek pişirir; kimimiz yoğurt; peynir tereyağı yapmağa uğraşırdı. Hepimiz bir bütün teşkil edince köyün ihtiyacı fazlasıyla karşılanıyordu.”2

Elbette ‘kibutzların anası’ diye bilinen ilk kibutz Deganya sadece 1909 yılında kuruldu. Genç Hüseyin Cahit’in Siyonizm’le sosyalizmi birleştirmek isteyenlerin yaptığı tartışmalardan haberdar olması pek mümkün değil. Bununla birlikte büyük Rus yazarı Tolstoy’un kibutz hareketi üzerindeki etkisinin büyük olduğu unutulmamalı. Tolstoy’un Yahudiliğe ve Yahudilere karşı sorunlu bir tutumu olduysa da, özgürlükçü ve toplumsalcı fikirleri, Aharon David Gordon’u ve Gordon’un kurucularından olduğu, kibutz hareketinin gelişiminde önemli bir rol oynamış, Hapoel Hatzair (Genç İşçi) partisinin ideolojisini çok etkilemiştir. Tolstoy, Hüseyin Cahit’i de etkilemiş mi, orası ayrı bir mesele. Ama 1890’ların sonlarında olağanüstü bir karakter olan Olga Lebedeva sayesinde Tolstoy Osmanlı Türkiyesi’nde tanınıyordu ve okunuyordu. Tabii, komün fikirleri Tolstoy’un tekelinde değildi. Hüseyin Cahit, tıpkı kibutz ideolojisini geliştirenler gibi, Charles Fourier, Henri de Saint-Simon, Charles Proudhon ve Henry Thoreau gibi düşünürleri okuyarak bu fikirlerle tanışmış olabilir. Ayrıca dönemin birçok seküler ve dindar Yahudi aydını için eşitlikçi ve dayanışmacı bir toplumu inşa etmek Yahudiliğin ilkelerine uygun ve dünyayı tamir etmenin bir yoluydu. Yani Tolstoy ve Tevrat, ve de Kropotkin ve Kabala bazı açılardan uyuşuyordu. 

Ama Hüseyin Cahit’e dönelim. Doğrusunu söylemek gerekirse onun hakkında ikircikli düşünceler besliyorum. Bunun nedeni, onu ilk Kavgam’ın çevirmeni olarak tanımış olmam. Bu melun yapıtın Türkiye’de en çok satan kitapların listesinde yer aldığı günlerdi. 2000’lerin ilk yılları. Ankara’ya yeni taşınmıştım ve çalıştığım üniversitenin kampüsünün yakınındaki Alman sermayeli süpermarkette Kavgam indirimli olarak satılıyordu. Aynı süpermarket zinciri bu kitabı Berlin’de veya Frankfurt’ta satamazdı. Hatta Hitler’e ilham veren sahtekarlık ürünü olan Siyon Liderlerinin Protokolleri’nin Türkçe çevirisini de sattıklarını görünce gözlerime inanamamıştım. Bunun üzerine, ara sıra yazı yazdığım, Lüksemburg’da çıkan Lëtzebuerger Land adlı haftalık gazetede ‘L’antisémitisme, une Real,-ité en Turquie’, yani ‘Antisemitizm, Türkiye’de bir Real,-ite’ başlıklı bir makale yayımlamıştım3.

Yine de Hüseyin Cahit’e haksızlık etmemek gerekiyor. O, 2005 yılında Hitler’in fikirlerini yaymaya çalışmıyordu. 1939’da Kavgam’ı çevirmesinin ve Yeni Sabah gazetesinde tefrika etmesinin başlıca nedeni, Nazizm’in tehlikesine karşı uyarmaktı. Cumhuriyet’te Nazi Almanya’sını savunan yazılarını yayımlayan Nadir Nadi’ye cevaben 1 Ağustos 1940 tarihinde Yeni Sabah’ta yazdığı ‘Felaket Doğuracak Fikirler’ başlıklı yazısında Hüseyin Cahit okurlarını açık bir dille uyarıyordu: 

“Almanya’nın bütün Avrupa’yı istila etmek istediğini bizzat Hitler söylemiştir. Bu bapta takip edilecek usulleri o anlatmıştır. Ve tatbikatına da geçmiştir. Şimdiye kadar bütün icraatı senelerce evvel tespit ettiği bu plana harfi harfine uygundur. Bugün de Avrupa hakimiyeti hırsından vazgeçtiğine dair ortada zerre kadar bir işaret yoktur. Bilakis bütün hareketleri hep o esaslı planın çerçevesi içindedir.”4

Araştırmacı Berna Pekesen’in Zwischen Sympathie und Eigennutz: NS-Propaganda und die türkische Presse im Zweiten Weltkrieg (Sempati ve Özel Çıkar Arasında: II. Dünya Savaşında Nazi Propagandası ve Türk Basını) başlıklı önemli çalışmasında öğrendiğimiz kadarıyla Almanya büyükelçiliği, Hüseyin Cahit’in izinsiz çevirisi ve Nazi karşıtı duruşundan dolayı büyük bir rahatsızlık duyuyordu. Hatta büyükelçilik onun hazırladığı çeviriyi yasaklatmak istemişti5. Hüseyin Cahit, antisemitizmin nasyonal sosyalizmin temel taşlarından olduğunu biliyordu. Otuzlu yılların Avrupası’nda artan Yahudi düşmanlığının farkındaydı. 24 Ocak 1939 tarihinde Yeni Sabah’ta yazdığı ‘Yahudi Meselesi’ başlıklı başyazıda vurguladığı gibi, antisemitizmin kökeninde “iki bin senelik bir taassubun, şuurun altındaki düşmanlıklarının büyük bir rol oynadığını” biliyordu6.  

Yalçın cesur bir gazeteciydi ama karanlık yönleri yok değildi. II. Meşrutiyet döneminde çıkardığı, az çok İttihat ve Terakki’nin sözcülüğünü yapan Tanin gazetesinin başyazarı olarak tutumu, o partinin milletvekili olarak sergilediği bazı duruşları ve de, daha sonra, Soğuk Savaş boyunca savunduğu ilkel komünizm karşıtlığı, çoğulcu ve demokratik bir toplum anlayışıyla bağdaşamazdı. Ama bu başka bir mesele. İlginç olan Hüseyin Cahit’in kalemin kuvvetiyle okurlarına hem ‘muhayyel’ hayatı, hem de kâbusu göstermiş olması.

Seslendiren: Janet Mitrani

 

 

 

1 Hüseyin Cahit, ‘Hayat-ı Muhayyel’, Servet-i Fünun 399 (22 Teşrinievvel 1314), sf. 138.

2 Hüseyin Cahit, a.g.e.,sf. 139.

3 Fransızca bilen meraklısı makaleyi şuradan okuyabilir: http://www.eluxemburgensia.lu/BnlViewer/view/index.html?#panel:pp|issue:1897037|article:DTL246

4 Hüseyin Cahit Yalçın, ‘Felaket doğuracak fikirler’, Yeni Sabah, 1 Ağustos 1940, sf. 3.

5 Berna Pekesen, Zwischen Sympathie und Eigennutz. NS-Propaganda und die türkische Presse im Zweiten Weltkrieg(Münster/Berlin: LIT-Verlag, 2014), sf. 123-124.

6 Hüseyin Cahit Yalçın, ‘Yahudi Meselesi’, Yeni Sabah, 24 Kanunusani 1939, sf. 3.