Pandemi sebebiyle ertelenen İstanbul Film Festivali programında yer alan 30 filmi çevrimiçi (online) izledik. Mayıs seçkisinin dörtte üçü çok kaliteli filmlerden oluşmuştu. Haziran seçkisi ise düş kırıklığı yarattı. Filmlerin ancak yarısı kaliteleriyle doyurucu olurken, seçkinin üçte biri festivale yakışmayacak vasatlıktaydı. Bu yazımda en iyi iki haziran filminden biri olan ‘İkimiz / Deux’den bahsedeceğim.
39. İstanbul Film Festivali sinemaseverlere çevrimiçi gösterimlerle hoş bir sürpriz yaptı. Mayıs seçkisi mükemmeldi. Kendi hesabıma, beklenti çıtamı haziran filmleri için çok yükseklere taşımanın bedelini hayal kırıklığıyla yaşadım. Filmlerin ancak yarısından tat alırken, çok kötü bulduğum beş filmi can sıkıntısı içinde izledim.
Bunlardan biri kapanış filmi olarak seçilen ‘Rialto’, zerre kadar inandırıcılık barındırmayan senaryosuyla, belki de haziran seçkisinin en kötü filmiydi. Mitolojiden beslendiğini iddia eden konusuyla, bir Yunanlı yönetmenin ilk sinema denemesi olan ‘Dolaşık / Entwined’da ilk filmini yapan bir yönetmenden beklenilecek tüm acemilikler vardı.
Festivaller genellikle hızlı bir başlangıç yapmak için ‘açılış’ı kaliteli ve çarpıcı bir filmle yapar. İlk uzun metrajlı filmini yapan Fransız Antoine de Bary’nin ‘Parlak Günlerim/ Mes Jours de Gloire’ının sırtını dayadığı mizah öğesi son derece sıradandı. Festivallerin genelde arkalarında iyi bir intiba bırakmak için seçtikleri ‘kapanış filmi’ , haziran seçkisindeki ‘Rialto’ ile tam bir fiyaskoydu.
İkimiz: Bir yalanı sürdürmenin bedeli
Toronto Film Festivali’nde, Keşifler Bölümünde prömiyerini yapan ‘İkimiz / Deux’, bir yalanı sürdürmenin bedelini, melodramın tuzaklarına düşmeden, sevginin gerçek kudretiyle karşılayarak gösteriyor.
1980 yılında Podova’da doğan Filippo Meneghetti, sinema kariyerini Fransa’da sürdüren bir sanatçı. İlk uzun metrajlı filmi olan ‘İkimiz’, sevgi, sadakat, hastalık gibi temaların hakkını veren duygu yüklü bir melodram. 70’li yaşlarını sürdüren iki kadının aşkını samimi, yüreklere seslenen bir dille anlatan film, bu yönüyle Michael Haneke’nin ‘Aşk / Amour’ başyapıtını akla getiriyor.
Hassas bir konuyu basit, şiirsel bir sinema diliyle anlatan Filippo Meneghetti, ilk filmini gerçekleştiren bir yönetmenden beklenmedik bir ustalık gösterisine soyunuyor. Film, konunun merkezindeki iki eşcinsel kadının değil, onların aileleriyle ilişkilerini incelemeyi hedefliyor. İhtiyarlığın beraberinde getirdiği sorunlar ve eşcinselliği yaşamanın kimi insanlar için zorluğu filmde ustalıkla işleniyor.
Film benzersiz ve çok özel bir aşkın nasıl sarsıldığını duygu yüklü bir dille anlatıyor. Bu aşkın iki kadın arasında yaşanması, aşkın kutsallığı konusundaki önemini değiştirmiyor. Eşcinsellik konulu filmlerin kahramanları genellikle erkeklerdir. Kadın eşcinselliği üzerine yapılan en etkileyici ve başarılı filmin ‘Mavi En Güzel Renktir / La Vie d’Adéle’ olduğunu düşünüyorum. Abdellatif Kechiche’in bu başyapıtı Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye Ödülüyle ayrılmıştı. Geçen yılın flaş filmi ‘Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi / Portrait d’Une Jeune Fille En Feu’ filmi, eşcinselliğini Adéle Haenel ile yaşadığını gizlemeyen yönetmen Celine Sciamma’ya Cannes’da En İyi Senaryo Ödülünü getirmişti. Bir İtalyan yönetmeni iki Fransız ve bir Alman başrol oyuncusuyla, Fransızca konuşulan bir filmde bir araya getiren ‘İkimiz’in bütün yükü üç kadın oyuncusunun sırtında. İkisi tiyatro kökenli iki dev aktris, Alman Barbara Sukowa (70) ile Comédie Française oyuncusu Martine Chevallier karşılıklı döktürürken, Anne rolündeki Léa Druker belki de kariyerinin en başarılı performansına imzasını atıyor.
Yıllardır birlikte olan iki kadın, aynı apartmanın en üst katında, karşılıklı dairelerde oturan iki emeklidir. Çok uzun zamandır komşuluk yapmaktadırlar, üstelik beraberliklerini yıllardır sürdürmelerine rağmen çocukları dâhil, bunu herkesten gizlemeyi becermişlerdir.
İki sevgili oturup düşünürler ve sonunda evlerini satıp ‘kendileri gibi olabilecekleri’ Roma’ya taşınmaya karar verirler. Filmin sonlarına doğru Alman turist rehberi Nina’nın (Barbara Sukowa) bir tur sırasında Roma’da Fransız Madeline (Martine Chevallier) ile tanıştığını öğreniriz. Fransız kadın, kocasının ölümünden sonra evlenmeyi düşünmemiştir. Alman rehber ise hiç evlenmemiştir. Film Nina ile Madeline’nin (Mado) aralarındaki çok özel ve benzersiz aşklarını Paris’teki dairelerinde sürdürdüklerini anlatıyor.
Mado çok sevdiği, kocasından ayrıldıktan sonra oğluyla yaşayan kızı Anne’dan (Léa Duker) Nina ile yaşadığı ilişkiyi gizlemiştir. Bu gizli yaşantısında gözden uzak bir hayat sürdürürken, kızı ve oğluna lezbiyen ilişkisini itiraf etmeyi planlayan Mado, son anda kararından vazgeçer. Günün birinde trajik bir olay her şeyi değiştirir. Dengeler değişiverir, işin içine acı ve ayrılık girer.
Barbara Sukowa İstanbul Film Festivali Direktörü Kerem Ayan ile yaptığı çevrimiçi söyleşide, tiyatrodan sinemaya geçişinin Fassbinder sayesinde olduğunu anlattı. Yönetmenin 15 saatlik TV dizisi ‘Berlin Alexanderplatz’da, iyi kalpli fahişe Mieze rolünden bir yıl sonra, 1981’de Sukowa, Fassbinder’n kült filmi ‘Lola’ ile sinemadaki ilk rolüne kavuşmuştu. Marguerita Von Trotta ile yaptığı 7- 8 filmin en ünlüleri ‘Rosa Luxemburg’ (1986) ve ‘Hannah Arendt’ (2012) başyapıtları.
Sukowa, söyleşisinde bu ikonik iki karakteri canlandırmaktan çok keyif aldığını ama o derece de korktuğunu itiraf etti. Ünlü bir tiyatro ve TV yıldızı olan Martine Chevallier’nin sinemada önemli bir başarısı yok. ‘İkimiz’de eşcinselliğini kızı Anne ve oğlu Fréderic’ten gizleyen, kendiyle barışık olmayan Mado rolünde olağanüstü bir performans sergiliyor. Filmin yarısında hiç konuşmayan Martine Chevallier duygularını gözleriyle, mimikleriyle, kaçamak bakışlarıyla, refleksleriyle aktarmada son derece başarılı. Kerem Ayan ile yaptığı söyleşide B. Sukowa, Martine Chevallier ile evvelce tanışmadıklarını, Filippo Meneghetti’nin kendileri için düzenlediği bir yemekte, ikilinin uzun uzun özel hayatları ve aşklarını konuştuğunu anlattı.
Yönetmen Meneghetti’nin de dahil olduğu üçlü bir ekibin elinden çıkma senaryo, karakter tahlillerindeki başarıyla öne çıkıyor. Film Güney Fransa ve Lüksemburg’da çekilmiş.