Kendine İyi Bak Isparta

‘Kendine İyi Bak Isparta’, bu şehirde doğup büyüyen Tufan Teksoy’un hatıralarından yola çıkarak Elif Aydoğdu Oral’ın kaleme aldığı ve ikilinin kent kültürüne armağan ettiği sımsıcacık bir anı kitabı.

TUNA SAYLAĞ Sanat
15 Temmuz 2020 Çarşamba

Gülü, halısı ve eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel ile bildiğimiz bu kentin özellikleri sadece bunlarla mı sınırlı? Tabii ki değil… Mesela 1939’da Almanya’dan Türkiye’ye gelen Yahudi bilim adamlarından Mimar ve Kent Planlamacısı Gustave Oelsner’in Isparta’nın planlanmasında büyük emeği olduğunu ya da 1920’ye kadar bölgede 5000 Rum, az sayıda Ermeni ve 20 Yahudi’nin yaşadığını biliyor muydunuz? Hepsi ve daha fazlası bu kitapta!

 

Gelin Tufan Teksoy ve Elif Aydoğdu Oral’a kulak verelim…

Kitabı kaleme alma fikri nasıl doğdu?

Tufan Teksoy: Hayatınızda iz bırakan insanlar oluyor. İlkokul öğretmenin Zehra Yürükoğlu benim için bu insanlardan biriydi. Okuldan ayrılırken son derste hepimizden kendisine mektup yazmamızı istemişti. Öğretmenimizin vefatından sonraydı; oğlu Tamer ağabey bir zarf içinde “Annem bunları sana vermemi istemişti” diyerek kırk küsur yıl önce yazdığımız mektupları getirince bu emanetle ne yapacağımı şaşırdım. Bu mektuplarla, büyüdüğüm ve bulduğum her fırsatta anlatmayı sevdiğim Isparta’yı, çok farklı bir kişiliği olan babamı, kent kültürünü ve orada yaşadıklarımı anlattığımız bir kitap yapmayı hayal etmeye başladım. O günlerde Nural Denker’in  ‘Az Gittik Uz Gittik Elli Yıldır Düz Gittik’ adlı kitabını okumuştum. Oradaki üslubu çok sevmiştim, Nural Bey’in kitabını yazan Elif Aydoğdu Oral ile tanışıp çalışmaya başladık. O mektuplar olmasaydı bu kitap olur muydu bilmiyorum.

“İnsan doğup büyüdüğü yerle, çocukluğunda biriktirdikleri ile çoğalıyormuş…” cümlesinden yola çıkarak Türkiye’nin mikrokozmozu olarak nitelediğiniz Tekeli Çıkmazındaki yaşantınızdan söz eder misiniz?

Yaşadığım Tekeli Çıkmazı, Isparta merkezinde Gazi Kemal Mahallesinde küçücük bir sokaktı. Eski Isparta evlerinin bulunduğu, her evin arkasında geniş bir bahçesi olduğu bir yerdi. Bahçeler birleştiğinde büyük bir yeşil alan ortaya çıkardı. İhtiyacı olan bahçesinde bostan yapar, asması, meyve ağaçları derken birçok mutfak gereksinimi o bahçeden çıkardı. Sokağın başında bir çeşme ve yolun her iki kenarında arık dediğimiz su yolları vardı. Yukarıdaki halı yıkamahanelerinden su bırakıldığında bu arıklar yoluyla bahçeler sulanır, bir bahçe sulanınca suyun yönü kesilip diğerine aktarılırdı. Bu çıkmaz sokak bende hep Ertem Eğilmez filmleri tadında bir iz bıraktı. ‘Gülen Gözler’, ‘Hababam Sınıfı’ filmlerindeki gibi hep birlikte olma hali vardı. Küçük çekişmeler olsa da genel olarak dayanışma duygusunun ağır bastığı, birlikte gülünebildiği, aynı ekonomik iklimin insanlarının bir arada aile gibi yaşadığı çıkmaz sokağımızı bu yüzden hiç unutmadım ve onu barındıran Isparta’dan hiç kopmadım. Aslında çıkmaz sokakta yaşamak zordur, ilişkilerin sınırını çok iyi çizmek lazım, sınırınız olmazsa mahremiyetiniz de kalmaz.

 

Kitabınızdaki üç karakter beni çok etkiledi: Babanız Sadettin Teksoy, ilkokul öğretmeniniz Zehra Yürükoğlu ve anneanneniz Şerife Hanım… Büyürken, bu güzel insanlar gelişiminizde nasıl rol oynadı?

Biz üç kardeşiz, üçümüz de okuyorduk. Babamı şimdi düşündüğümde iyi bir pedagogmuş aynı zamanda demek geliyor içimden… 1970’li yılların devlet memuru maaşıyla ağabeyimi yurt dışında okutuyor, kalan az bir gelirle de biz Isparta’da hayatımızı sürdürüyorduk. Her yeni sınıfa başladığımda mutlaka yeni bir ayakkabı, çanta, kalemlik almaya çalışırdı. Yeri geldiğinde birbirimizin eşyalarını da kullanırdık ama bir çocuğu eğitim hayatında nasıl heyecanlandırmak gerektiğini bilirdi. Benimle büyük bir insan gibi her konuda sohbet ederdi çocukken… Birkaç sözü hayat boyu kulağımda kaldı. Biri, “Oğlum, kendine iyi bakacaksın. Hiç unutma, misafir giydiğiyle karşılanır, konuştuğuyla uğurlanır.” Diğeri de “Dikkatli bak, insanları izlersen kolay tanırsın, sütü neyse kaymağı odur, o süte bak yanılmazsın” sözleri bana rehber oldu diyebilirim. 

İlkokul öğretmenimiz Zehra Yürükoğlu da üzerimde etkisi kalmış insanlardan. Belki onun verdiği temel matematikle maliyeci olmuşumdur kim bilir... Temel eğitimin ne kadar önemli olduğunu, iyi bir öğretmenin bir çocuğun hayatında ne kadar önemli olduğunu düşündüğümde tersinin etkisinden de korkar oldum.

Anneannem yaşlanmıştı artık büyük taban halısı dokuyamıyordu ama küçük boy halılar, yolluklar dokuyarak satar; kazandığı paranın bir kısmı ile yeni ip alır, kalanıyla da o ay kimseye ihtiyaç duymadan geçinirdi. Bahçesinde küçük bir alanda bostan eker, iki kovanla balını yapar, badanası dahil her şeyini kendisi yapardı. Kendi kendine yetmenin ne demek olduğunu, ileri yaşında bile çocuklarına yük olmaktan korkan anneannemden öğrendim.

Değişim elbette kaçınılmazdır, bazen gereklidir de ama ya güzel hasletlerimiz… Bu bağlamda bu topraklar yaşama kültürüne ait neleri yitirdi sizce?

İlk önce birlikte yaşama kültürünü yitirdi galiba. Bu gideni de kalanı eksilten bir şey. Mekân ve mekânla kurduğumuz ilişkiyi de çok önemli buluyorum. Büyük kentlerde yükselen apartmanlar, ilişkilenme biçimimizi de ister istemez değiştirdi, ama bu her yerde hakikaten gerekli mi diye düşünülmesi gerek. Hepsi bir model olan apartmanlar, kentlerin kimliğini de silip götürüyor. Isparta gibi küçük kentler kendi dokularını korumada daha ısrarlı olmalı gibi geliyor bana. Kentlerin değeri esas böyle öne çıkar diye düşünmeden edemiyorum. Korona salgını yaşadığımız şu günlerde balkonlu, bahçeli evlere talebin arttığı söyleniyor. Buradan bile çıkarılacak çok ders yok mu?

Tufan Teksoy ile yollarınız nasıl kesişti?

Elif Aydoğdu Oral: Gazeteciyim, biyografi kitapları hazırlıyorum. Tufan Bey bir gün aradı; bir araya geldiğimizde elindeki mektupları gösterdi, Isparta’dan, babasından, kent kültüründen epeyce söz ettik. O güne kadar Isparta’ya hiç gitmemiştim. 

Tufan Bey Isparta’yı öyle anlatıyor ki, dinleyince “Hay Allah ben nasıl gidip görmemişim” diyorsunuz. Çalışmaya başladı, anılar çok çarpıcıydı, bu anıların gerçek değeri bağlamını kurunca ortaya çıkıyordu. Tufan Bey’in anlattığı her olay, yer ve kişi ile kültürel, toplumsal, siyasal, mimari bağlamları kurmaya başladık. Neredeyse Isparta üzerine bulabildiğimiz her yayını okumaya çalıştık, ben doktora tezlerine varıncaya kadar taradım. İki yıla yakın çok keyifli bir çalışma yürüttük. Nostalji tuzağına düşmeden internet devrimi ile hızla değişen hayatımıza bakacak, Isparta kent kültürünü anlamaya ve anlatmaya çalışacaktık. Umarım amacımıza ulaşmışızdır.

II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye sığınan Yahudi bilim adamlarından mimar Gustav Oelsner’den ve Isparta’ya olan katkılarını anlatır mısınız?

Tekeli Çıkmazı ve etrafındaki sokakları dolaşıp oradaki mimariyi görünce Isparta’nın mimari tarihini merak etmeye başladım. Araştırırken kentin planını 1944 yılında Gustav Olsner’in çizdiğini, yanında da daha sonra şehir planlaması denilince ilk akla gelen isimlerden Kemal Ahmet Arû’nun asistan olarak bulunduğunu öğrendim. Gustav Olsner, Berlin Mimarlık Fakültesi mezunu, Hamburg’un planlanmasında ve şehirdeki pek çok projede çalışmış bir isim. Nasyonal Sosyalistler iktidara geldiğinde ülkesinden uzaklaştırılır. 1939’dan 1949’a kadar Türkiye’de kalıp, Bayındırlık Bakanlığına danışmanlık hizmeti verir, öğretim üyeliği yapar, bugün alanında referans olan çok sayıda mimarın yetişmesine katkıda bulunur. Türkiye ile bağını 1956’da hayatını kaybedinceye kadar defalarca gelerek, jüri üyeliği yaparak ya da konferanslar vererek sürdürür. Burdur, Kütahya, Isparta, Kayseri, Tekirdağ ve Bandırma kent planlarını yapmıştır.

Tüm bu kentlerde mimarı yapılanma planlanırken yeni kurulan Türkiye Cumhuriyet’inin ve Cumhuriyet aydınlanmasının öncü yapılarını görürüz; halkevleri, hükümet konakları, istasyon binaları, garnizon binaları, liseler, geniş yollar ve heykeller ile kentin yeni yaşam biçimi de tariflenir.

Vital Cuinet’in kitabından yola çıkarak bir zamanlar Isparta’da yaşayan azınlıkların demografik yapısı hakkında bilgi verir misiniz?

Isparta konusunda araştırma yaparken çoğu kaynakta Fransız araştırmacı, coğrafyacı ve yazar Vital Cuinet’tin 1892'de Paris'te, ‘La Turquie d'Asie Géographie Administrative’ (Asya'nın Türkiye’si- İdari Coğrafyası) isimli yedi cilt olarak yayımlanan çalışmasına atıf yapılıyordu. Bildiğim kadarıyla bu yedi cildin çevirisi bir arada henüz yayımlanmadı ama parça parça çeviriler yapılmış. Cuinet, 1880-92 yılları arasında Düyûn-u Umûmiye Meclisi İdaresinde genel sekreter olarak görev yaparken Anadolu’yu adım adım dolaşmış. Gördüğü yerlerin etnik, sosyal, kültürel ve ekonomik yapılarını ortaya koyan çok ciddi bir kaynak oluşturmuş. Herhalde 1881-1939 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'nun dış borçlarını denetleyen Düyun-u Umumiye, Vital Cuinet’e bu çalışmayı yaptırarak Osmanlı'ya borç vermeden önce Osmanlı'nın ekonomik yapısı hakkında bir envanter çalışması yaptırmış. Vital Cuinet’in kitabından yapılan çeviriye göre, Isparta’da 174.377 Türk, otuz okul, bir rüştiye, 17 bin Rum, Rumlara ait dört ilkokul, bir erkek, bir kız rüştiyesi, 600 Ermeni (Gregoryen ve bir Ermeni ilkokulu); üç Ermeni Protestan, yirmi Yahudi yaşadığı belirtilmiş. 

1920’lere kadar Isparta’da ciddi bir Rum nüfus yaşıyor; biraz onların yaşantılarından, mimari yapılarından söz eder misiniz? Müslüman halkla uyumları nasıldı?

Ispartalı Rumların büyük kısmı Kurtuluş Savaşı öncesinden başlayarak önce İzmir’e göçer, kalan az bir topluluk ise 1924’teki nüfus mübadelesi ile Isparta’dan ayrılmak zorunda kalır. Bugün Yunanistan’da ‘Spartalı Küçük Asya Derneği’ çatısı altında anılarını ve kültürlerini hem kayıt altına alıp hem de dayanışmalarını sürdürüyorlar. Biz de bu dernekten sevgili Sula Bozis sayesinde haberdar olduk.

Isparta’da Rumlar; Temel, Kemer, Çavuş ve Emre mahallelerinde yerleşmiş. Bugün birkaçı ayakta kalan kilise, ayazma, köprü ve hamamlarının yanı sıra ilk gül yağı işletmeleri, ilk kahvehane, evlerde kurulan ilk halı tezgâhları, ilk eczane Ispartalı Rumlar tarafından işletilmiş. Sula Bozis’in ‘Anadolu Rumlarının Yemek Kültürü’ kitabı için yaptığı yüz yüze görüşmelerden biri, 1911 Isparta doğumlu, Hacığavriiloğlu kızı Alkioni Esoğlu ile yapılmış. Esoğlu, “Halam Emir mahallesinde kalırdı, onun hemen yanında Ermeni mahallesi vardı. Çocukluğumda mahalle bomboş ve evler terkedilmiş durumda idi. Türkler şehrin diğer tarafında yaşıyordu. Türk komşularımızla ilişkilerimiz çok iyi idi. Ramazan boyunca, akşamüzeri, Müslüman evlerinden çok güzel yemek kokuları etrafa yayılırdı. Babamın Türk müşterileri çoğu kez bu güzel yemeklerden bizim eve de gönderirlerdi. Biz de Hıristiyan bayramlarında onlara çeşitli tatlılar gönderirdik” diye anlatıyor. Türkçe kaynaklarda da buna benzer anılar var. 

Umarım kitabımız şöyle bir şeye vesile olur; Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Mimarlık, İletişim ve Sosyoloji bölümlerinde buradan giden Ispartalı Rumlar hakkında Spartalı Küçük Asya Derneği kanalıyla yeni çalışmalar yapılır.

Kitap vesilesi ile birçok araştırma yaptınız, Tufan Teksoy’u ve onun Isparta’sını derinlemesine tanıma fırsatı buldunuz. Bu süreçte sizi en çok kimler ve neler etkiledi?

Hazırladığımız bu kitabı Isparta kent kültürüne bir armağan olarak görüyorum ben. Isparta bir hafta gezmekle bitiremeyeceğiniz bir yer…  Kışın Davraz Dağına kayağa gidebilir, yazın Eğirdir ve Gölcük’ü, mesire yerlerini gezebilir, gül ve lavanta hasadına katılabilir, meyve bahçelerinde ürün toplamada çalışıp yörenin parçası haline gelmeyi deneyebilirsiniz. Isparta’yı keşfetmeyi kendi adıma sürdüreceğim. Öncelikle bunu söylemek isterim.

Bir de şanslıydım, Tufan Bey’in ‘Şaik’li Molozlar’ adını verdikleri çocukluk arkadaşlarından oluşan bir grubu var. Rehberimiz onlardan olunca kenti çok ayrıntılı gezebildim. Bu kitap çalışması boyunca babaları Sadettin Teksoy,  bugün hepimizin peşinde koştuğu doğal yaşam, sürdürülebilir yaşam, kendi kendine yeten ev kavramlarını o günlerde kendi hayatında çözmüş olan Pembe Panter lakaplı anneanneleri Şerife Hanım ve bu kitabın oluşmasında bize çok büyük desteği olan Tufan Bey’in yakın dostlarından Fevzi Özdemir unutmayacağım insanlar oldular. Fevzi Bey, Isparta kent kültürünün ayakta kalan son değerlerinin korunması, kayıt altına alınması, belgelenmesi, bugün yeniden işlevlendirilmesi için, bazen tek başına kalsa da, kendisiyle birlikte hareket edecek insanlarla usanmadan çalışıyor. Bu insanlara saygı duymamak mümkün değil.