Pandemi sebebiyle ertelenen 39. İstanbul Film Festivali programında yer alan 30 filmi çevrimiçi (online) izledik. Bu yazımızda haziran seçkisinin öne çıkan üç filminden bahsedeceğiz. Belgesel ustası Patricio Guzman ‘Rüyaların Dağları’nda ülkesi Şili’nin acılı yakın tarihini anlatıyor. Julie Delpy ‘Kızım Zoe’de diyalog yazmadaki becerisini sergiliyor. Paxton Winters ‘Sütliman’da ilginç bir favela öyküsü anlatıyor.
Rüyaların Dağları
Şilili Patricio Guzman belgesel sinemasının yaşayan en büyük ustalarından biri. Yeni filmi ‘Rüyaların Dağları/ La Cordillera De Los Suenos’, katliamlar, darbeler, acılarla dolu bir tarihe sahip ülkesi Şili’nin geçmişi ve şimdisi üzerine düşünmeye devam ediyor. Film, gökyüzü ile yeryüzünün birleştiği muğlâk hikâyeler keşfeden, görsel olarak hipnotize edici, yüreklere hitap eden, şiirsel bir belgesel.
And Sıradağları, Güney Amerika’nın güneybatısında şerit gibi uzanarak Şili’yi baştan sona kat eder. Ülke coğrafyasının bu belirgin unsurundan yola çıkan Patricio Guzman, filme adını veren Cordillera (Andlar) üzerinden trilojisinin son halkasını tamamlıyor. ‘Işığa Özlem / Nostalgia’ (2012) ile Şili’nin güneyindeki Atacama Çölünü, ‘Sedef Düğme / El Boton de Nacar’ (2015) ülkenin güneyinde Pasifik Okyanusu üzerindeki adaları ile Guzman trilojisinin ilk iki filmine imzasını atmıştı.
Üçüncü filmi ‘Rüyaların Dağları’nda olduğu gibi triloji, Salvador Allende’yi devirip Şili’de bir askeri diktatorya kuran General Pinochet’nin Şili’ye verdiği zararlara odaklanıyordu. 1973’teki General Pinochet darbesinden sonra Şili’den ayrılan Patricio Guzman, 79 yıllık ömrünün 46 yılında hiç unutamadığı ülkesi hakkında filmler yaptı. Son filminde sanatçı bizleri Şili’nin geçmişinden günümüze düşünmeyi sağlayacak bir yolculuğa davet ediyor.
Başkent Santiago’nun etrafını bir duvar gibi çevreleyen Cordillera’nın tanıklık ettiği acıları Guzman ülkesini terk etmeyen belgesel ustası, meslektaşı Pablo Salas’ın ağzından ve kamerasından naklediyor. Dikta rejimine rağmen Şili’ye sadık kalıp, olup bitene tanıklık eden, işkenceye uğrayan, stadyumlarda gerçekleşen toplu göz altıları ve sokaklardaki katliamları kamerasıyla kaydeden Salas ve inanılmaz zenginlikteki arşivi filme değer katıyor.
Guzman kaçınılmaz olarak Salas’ı kendiyle kıyaslayınca “Ben dahil çoğumuz kaçtık, ama o kalmayı seçti” diyerek samimi bir özeleştiri yapıyor. Salas’ın arşiv görüntüleri eşliğinde, Şili yakın tarihinden önemli bilgiler veren film, ülkenin General Pinochet rejiminin verdiği hasarları hâlâ atlatamadığını çarpıcı örneklerle anlatıyor.
Filmin ilk yarısında görüntü yönetmeni Samuel Lahu, Şili ile Arjantin’i ayıran And Sıradağları üzerindeki havadan çekimleriyle panoramik bir görsel şölen yaşatıyor. Film ikinci yarısıyla Salas ve yazar, ressam, sanatçı gibi, Pinochet diktatoryasına tanıklık etmiş insanların ağzından, o ideolojinin Şili sosyoekonomik sistemine verdiği zararları anlatıyor.
Kızım Zoe
Oyuncu bir anne-babanın kızı olarak 1969’da Paris’te doğan Julie Delpy ABD’de parlak bir kariyer yapan Fransız bir oyuncu - senaryo yazarı - yönetmen. Son filmi ‘Kızım Zoe / My Zoe’ ile boşanmış bir kadını canlandıran Julie Delpy, “Bir anne kızını kurtarmak için ne kadar ileri gidebilir?” sorusuna cevap arıyor.
Oyunculuğu yanında senaryo yazarlığı ve yönetmenliği ile saygın bir yer kazanan Julie Delpy, yazıp yönettiği bu son filminde başrolü de üstleniyor. Toronto Film Festivalinde ilk gösterimini yapan ‘Kızım Zoe’, öncelikle Julie Delpy’nin müthiş oyun gücü ve diyaloglar üzerindeki olağanüstü hâkimiyeti üzerinde yükselen, bilimden çok duygusal gerçekçiliğe dayanan, etkileyici ve düşündürücü bir dram.
Yazdığı senaryoda sağlam bir gerilim yaratan Julie Delpy, diyalog yazmadaki becerisini bu filmde de sürdürüyor. Filmin son bölümünde yan rollerde izlediğimiz iki ünlü oyuncu (Alman aktör Daniel Brühl ile karısını canlandıran İngiliz aktris Gemma Alerton) bu filmde biraz harcanmışlar gibi.
Oyunculuğu kadar senaryo yazarlığı ve yönetmenliğiyle saygın bir yer kazanan Julie Delpy ‘Kızım Zoe’de ilk yarısıyla bir trajedi, ikinci yarısıyla bir bilimkurgu filmine imzasını atıyor. Filmin konusuna gelince:
İmmünoloji ve genetik uzmanı İsabelle (Julie Delpy) mutsuz evliliğinin ardından, bütün dünyasını canından çok sevdiği kızı Zoe etrafında kurmuştur. İsabelle aşırı geçimsizlik sebebiyle terk ettiği kocası mimar James (Richard Armitage) ile tek kızları Zoe’nin velayeti konusunda gerilimli bir ihtilaf yaşamaktadır. İsabelle, mesleğinde fedakârlık yaparak, Londra’da tanıştığı kocasının işi sebebiyle Berlin’e taşınmayı kabul etmişti. Kızının amansız bir hastalığın pençesine kapılması üzerine İsabelle, bugüne kadar kimsenin cüret etmediği bir yolla trajedinin önüne geçmeye çalışacaktır.
Zoe’yi kendisi kadar seven James, karısının yeni sevgilisine (Filistinli oyuncu Saleh Bakri) tahammül etmemekte ve Zoe hakkında sürekli ihtilaf çıkarmaktadır. Filmin ikinci yarısında İsabelle’in kimsenin cüret etmediği bir konudaki ısrarı ‘Kızım Zoe’yi bilimkurgu türüne yönlendirir. Bu bölümüyle filmin konusunun yakın bir gelecekte geçtiğini, İsabelle’in koluna bilezik gibi taktığı esnek cep telefonundan anlıyoruz.
Krzysztof Kieslowski’nin başyapıtı ‘3 Renk’ üçlemesinin ikinci filmi ‘Beyaz’ın unutulmaz oyuncusu Julie Delpy, aralarında Jean-Luc Godard, Jim Jarmush, Agnieszka Holland, Bernard Tavernier’nin de bulunduğu ünlü yönetmenlerle çalıştı. Julie Delpy, Richard Linklater üçlemesinin (Gün Doğmadan - Gün Batmadan Önce - Gece Yarısından Önce) iki filmiyle uyarlama senaryo dalında iki kez Oscar’a aday gösterilmişti.
Sütliman
Türkiye’de bir müddet yaşayan, Türkçe bilen, kameraman, gazeteci kökenli Amerikalı senaryo yazarı - yönetmen Paxton Winters’ın ‘Sütliman / Pacificado’ filmi bizleri Rio de Janeiro’nun favela mahallelerine götürdü. Winters, İstanbul Film Festivali Direktörü Kerem Ayan ile yaptığı online söyleşide İstanbul’da yaşadığı mahalle hayatının kendisine favelayı daha iyi anlamasına yardımcı olduğunu anlattı.
2018’de Rio’da ‘Sütliman’ın çekimleri sırasında, polis ile bölgenin gangsterleri arasındaki çatışmalar yüzünden çekimlerin iki gün durduğunu ilave etti. El kamerasıyla çalışmayı tercih eden Paxton, filmdeki çatışma sahnelerini CNN’de çalışırken iPhone ile çekmiş. Oyuncuların çoğunu favelada yaşayanlardan seçtiğini anlatan Winters ‘Sütliman’da favela insanının bölgedeki aşırı şiddeti nasıl yaşadığına odaklanmayı tercih etmiş. Film ‘Tanrıkent’ gibi silahlı çatışmalara yer vermiyor, şiddeti ve sefaleti kutsallaştırmıyor.
İlk belgeseli ‘Silk Road Ala Turca’yı İran, Türkiye, Çin ve Türki Devletlerde çeken Winters’ın son filminin yapımcıları arasında Darren Aronofsky de var. Filmin kurgusunu yapan Aylin Zoi Tinel bir Türk.
Brezilya’nın simgesi olan favelalarda geçen konusuyla filmde 13 yaşındaki Tati’nin annesi uyuşturucu bağımlısı, babası ise ilgisiz ve kopuk. Rio Olimpiyatları nedeniyle kentsel politikalar, krize giren Brezilya’da toplumsal gerilim had safhadadır. Tati hapisten çıkan, eski çete reisi babası Jaca ile yeniden ilişki kurmak isterken, izleyici de onun peşinden gidiyor. 2016 Olimpiyatları öncesinde, hükümetin gelecek turistlere favelaları güzel göstermek için yaptıkları yerel halkın tepkisini çekmişti.
Yerel çetelerin koyduğu kurallar içinde yaşayan favelalara polis ara sıra yaptığı baskınlar dışında pek bulaşmaz. Jaca’nın hapse girerken yerini bıraktığı Nelson acımasız yönetimiyle favela halkına kan kusturmaktadır. Yeni bir başlangıç yapıp temiz bir hayat kurmak isteyen Jaca, serseri ruhlu kardeşi Dudu yüzünden, istemese de şiddet olaylarına karışacaktır.
Rio’nun görkemli manzarasına bakan tepelerde kümelenmiş, favela adı verilen gecekondu mahalleleri, Brezilya sosyal hayatına etkisiyle sinemanın ilgisini çekmiştir. Sinema tarihinin en ünlü iki favela filmi, Marcel Camus’nün 1959 tarihli ‘Siyah Orfe / Orfeu Negro’su ile Fernando Meirelles’in 2002 tarihli ‘Tanrıkent / Cidade de Deus’udur. Fransız Yeni Dalga Akımını müjdeleyen 1959 yılında (400 Darbe’nin yarıştığı) Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye kazanan ‘Siyah Orfe’ aynı yılın en iyi yabancı dil dalında hem Oscar, hem de Altın Küre ödüllerinin sahibi olmuştu. Favelada geçen bu aşk filminin aksine, Meirelles’in ‘Tanrıkent’i, aşırı şiddet içeren konusuyla çete savaşlarını anlatıyordu. Bu film dört dalda Oscar adaylığı almıştı.