• İsrail yıllarca milli güvenliğini hayat memat meselesi olarak tanımlamış ve kurumlarını güçlendirmişti. Bu çapta bir tehdidin bugün için ortadan kalktığını söyleyebilirim. İsrail siyasetinde yükselen popülizmin ve güvenlik telaşının ortadan kalkmasının, kurumları ciddi bir şekilde aşındırdığını söyleyebiliriz. Buna destekleyici bir örnek olarak İsrail Ordusu içerisinde büyük kurumsal dönüşümlere tanıklık ediyoruz. İLKER AYTÜRK (RÖPORTAJ : ARIN DEMİR) – WWW.DAKTİLO1984.COM ---------------------------------------------------
İsrail sık sık Suriye’deki İran veya Hizbullah güçlerini vurduğu gerekçesiyle Suriye’ye saldırılar yapıyor. Rusya, Suriye meselesine dahil olduğu ilk günden itibaren Suriye-İsrail sorununa dahil olmayacağını belli etmişti. Yine, Rusya ve İsrail arasındaki diplomatik ilişkiler geçtiğimiz birkaç yıl içinde daha da derinleşti ve kapsamı genişledi. Suriye’deki Rus hava savunma sistemlerinin İsrail saldırılarına karşı kullanılmaması Suriye içinde hep rahatsızlık sebebi oldu ancak Suriye-Rusya ilişkilerinin hayati önemi dikkate alınarak bu rahatsızlık asla yüksek sesle dile getirilmedi. Rusya’nın Lazkiye Hmeymim Üssündeki S-400 sistemini İsrail’e karşı kullanmadığı gibi Suriye’ye verdiği S-300’ü de kullandırmadığına dair birçok iddia var.
-Rusya’nın Suriye’deki İran varlığından rahatsız olması ancak doğrudan tavır almak yerine İsrail üzerinden mesaj vermek gibi bir tavır sergilediğini söylemek yanlış olmaz. Son anlaşmayla birlikte Suriye ve İran Rusya’nın İsrail konusundaki sessizliğine karşı dikkat çekici bir mesaj vermiş oldu.
-Yine İsrail meselesine bağlı olarak, İran hava savunma sisteminin Suriye’ye yerleştirilmesi halinde Rusya’nın nasıl bir tavır alacağı belirsiz. İran savunma sistemi henüz Suriye’ye ulaşmadı ve aslında siyasi süreçlere bağlı olarak gelmesi çok uzun da sürebilir. Ancak İsrail saldırısı durumunda Suriye sahasında iki ülkenin hava savunma sisteminin olması ortalığı epey karıştırabilir.
HEDİYE LEVENT
https://www.evrensel.net/yazi/86713/suriye-hava-sahasi-irana-mi-emanet
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Kovid-19 pandemi sürecinde, ülkeler arası dolaşımın risklerine rağmen, 13 Mayıs 2020 tarihinde tüm dünyanın da dikkatini çeken bir İsrail ziyareti gerçekleştirmişti. Ziyaretin içeriğinin tamamen İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak planının hızlandırılmasına yönelik ve Kasım 2020’de yapılacak ABD Başkanlık seçimleri öncesi Başkan Donald Trump ve ABD’deki Yahudi lobisi desteğine ilişkin olduğu düşünülürken görüşmeler sonrası yapılan açıklamalar ise akıllara Trump’ın eski Milli Güvenlik Danışmanı John Bolton’un bir buçuk sene önceki İsrail ziyaretini getirdi. Pompeo ile Netanyahu-Gantz hükümeti arasında gerçekleşen görüşmelerin bir diğer önemli başlığı ise İsrail-Çin ilişkilerinin seyri oldu.
Pompeo’nun İsrail’den ayrılmadan önce verdiği demeçlerde “Biz Çin Komünist Partisi’nin İsrail’in altyapı ve iletişim ağlarına erişmesini istemiyoruz. Bu tarz şeyler İsraillileri ve ABD’nin İsrail ile olan işbirliği kapasitesini tehlikeye atmaktadır” gibi keskin ve müdahaleci cümleler kurması ABD tarafından uzun süredir dile getirilen İsrail-Çin yakınlaşmasının bir an önce sonlandırılması isteğini yansıtıyordu. Dahası, Pompeo’nun Çin karşıtı söylemleri sadece İsrail’de yapmış olduğu açıklamalarla da sınırlı kalmayarak Haziran ayında düzenlenen Amerikan Yahudi Komitesi toplantısında da devam etti. İsrail-Çin yakınlaşmasını eleştiren Pompeo, ABD’deki İsrail lobisinden de destek arayışında bulundu.
Mike Pompeo’nun İsrail’i İsrail’de tenkit etmesinden sonra Çin’in Tel Aviv Büyükelçisi Du Wei’nin 17 Mayıs 2020 günü konutunda ölü bulunması, Gündemdeki Sorek 2 projesine 1,5 milyar dolarlık teklif veren Hong Kong menşeli CK Hutchison firmasının ihalenin finalinde kaybetmesi gibi gelişmeler ise kafalarda hem soru işaretleri bıraktı hem de İsrail’in gelecekte Çin’e karşı alacağı tavır hakkında kamuoyunda ciddi fikir ayrılıkları oluşturdu.
Bu tartışma çerçevesinde ABD eksenli dış politika ve ABD eksenli teknoloji transferini savunan İsrail kamuoyunun ağırlığı da göz ardı edilmemeli. Devlet kurumlarındaki yöneticilerden büyük okur kitlelerine sahip gazetelere kadar Çin yatırımları son birkaç yılda yer yer eleştirilmekte. İsrail İç İstihbarat Servisi Şin-Bet (Şabak) Başkanı Nadav Argaman’ın Çin yatırımlarını kast eden eleştirileri sonrası Çinli firmaların Kudüs havaalanı projesinden men edilmesi çok da uzak bir geçmişte yaşanmadı. Dahası, İsrail basınında yer yer çıkan haberler Çin yatırımlarını örtülü istihbarat faaliyeti amacı taşımakla suçlamakta. Nahal Sorek bölgesinde bir yenisi daha inşa edilecek olan su arıtma merkezi ihalesine CK Hutchison’ın katılmasını Haaretz gazetesi 2019 Nisan ayında ciddi bir biçimde eleştirmişti. İsrail’in uzun zamanlı arıtılmış deniz suyu ihtiyacını karşılamanın ötesinde proje sahasının Sorek Nükleer Araştırma Merkezi, nükleer silahların bulunduğu iddia edilen Tel Nof askeri hava üssü ve Palmachim askeri fırlatma üssüne olan yakınlığına ilaveten projede yer alacak 50 metrelik tesis bacasının Çinli firma tarafından gözetleme amacıyla kullanılacağı yine aynı gazete tarafından iddia edilmekte.
Çin yatırımlarının İsrail’in dış ticaretini canlandırdığı ve yüksek teknoloji ihtiyacına cevap verdiği açık. Böylelikle İsrail, Çin için ideal bir ortak görünümünde. Fakat tarihsel referans ve uluslararası sistem içerisindeki bağımlılık açısından ABD-İsrail ilişkilerinin terazinin öbür kefesinde ağır bastığı da bir diğer gerçek. Öyle ki bu ağırlık İsrail iç siyasetinden kolayca ortak da bulabilmekte.
ABD’nin İsrail-Çin ilişkilerinin gelişimine karşın kendi dışişleri bakanlığının her kademesini İsrail’i uyarmak için kullandığı aşikâr. Çin ile ilişkileri geliştiren bakanların hükümette pasif görevlere çekilmesi ise ABD etkisinin göz ardı edilemeyeceğinin bir göstergesi. Altyapı ve istihbarat bakanlığı döneminde pek çok Çinli firmanın İsrail’de büyük projelere imza atmasını sağlayan, geçici bir süre dışişleri bakanlığı yaptıktan sonra finans bakanı olarak pasifize edilen Yisrael Katz, ABD’nin Çin’le ilgili uyarılarını kulak ardı etmiştir. Fakat yeni hükümet ortağı olan Mavi-Beyaz Partisi tarafından idare edilen Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve İletişim Bakanlığı gibi bakanlıklar genel çerçevede ABD eksenli politikaları terk etmeyecekleri izlenimini vermekteler. Binyamin Netanyahu’nun ve ona bağlı bakanların ABD’den istediklerini alabilmek için Çin merkezli yaklaşımlarla Trump yönetiminde kaygı oluşturmalarının aksine Gantz’ın kendi döneminde sınırsız bir ABD desteği almak için Trump yönetimi talimatları ekseninde hareket etmesi bekleniyor. Hatta Batı Şeria işgalini dahi bu minvalde kabullenen Gantz idaresi, Çin-İsrail ilişkilerinin ne şekilde seyredeceğine dair ipuçları içeriyor.
2000 yılında Çin’e satışı için anlaşılan fakat ABD baskısıyla iptal edilen Phalcon erken uyarı savunma sisteminde olduğu gibi Sorek 2 projesinin de Çin’e verilmemesiyle tekrar sorgulanan İsrail-Çin ilişkileri, geleceğe dair muğlak bir tablo ortaya koyuyor. Çin’in Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki “ekonomik hacmini” ve “yumuşak güç kapasitesini” artırmak istemesinden ötürü tolere ettiği bu krizlerin her geçen sene tekrarlanmaya devam etmesi ise Çin’i orta vadede stratejik bir hamle değişikliğine yöneltmesi muhtemel.
SELİM HAN YENİACUN
https://www.aa.com.tr/tr/analiz/cin-in-dogu-akdeniz-deki-guvensiz-limani-israil/1905837
Netanyahu tipik bir popülist lider. Popülizm demokratik, yarı demokratik ve rekabetçi otoriter rejimlerde sıklıkla karşılaştığımız bir kavramdır. Popülizmde toplum parçalı bir yapıya bölünerek, karşı tarafın düşman olarak görülmesiyle mobilizasyon hedeflenir. Bu tür düşmanlıklar yaratılırken, ülkede azınlıkta olan dini veya etnik gruplara karşı çatışmalar yaratılabilir ve siyaseten kullanılabilir. Bizim İsrail’de gördüğümüz kutuplaşma, bir tarafta Yahudi nüfus ve karşısında Filistinli Araplar üzerinden gerçekleşiyor. İki grup arasında devletin kuruluşundan itibaren, 1948 yılından beri süregelen anlaşmazlıklar var. İsrail ve Filistinli Araplar kağıt üzerinde her türlü eşitliğe sahipler ama bu kağıt üzerinde böyle görünüyor. Gerçekte Filistinli Arapların bir köyden diğerine gitme, ulaşım, bürokrasiye erişim, kaynaklardan faydalanma, demokratik katılım gibi birçok temel haklarının kısıtlandığı zamanlar yaşanıyor. Filistinli Araplar zamanla bir takım haklar da elde ettiler ve İsrail’e entegre oldular. 1990’lı yılların başı entegrasyonun en tepe noktaya çıktığı zamanlardı. İsrail bürokrasisinde ve kabinelerde kritik pozisyonlarda görev almaya başladılar. Meclis içerisinde karar aşamalarında çok önemli olan komitelere Arap vekiller de girdiler, hatta en hassas dış politika ve istihbarat konularının tartışıldığı Knesset Güvenlik Komitesi’ne kabul edildikleri zamanlar oldu.
Netanyahu dönemine geldiğimizde, kazanımlardan büyük bir geriye dönüş olduğunu gözlemliyoruz. Bunun temelinde İsrail siyasetinin seçim sisteminin parçalanmış yapısı bulunuyor. Partiler için %3.5 seviyesinde düşük bir baraj var ve yaklaşık 50 bin oy ile İsrail Meclisi Knesset’e temsilci sokabiliyorsunuz. En başarılı parti bile 30-35 milletvekili kazanabiliyor ve 120 sandalyeli mecliste 61 salt çoğunluğu sağlayamıyor. İsrail bundan dolayı kurulduğu yıldan beri her zaman koalisyonlarla yönetildi, hiçbir seçimden tek parti hükümeti çıkmadı. Bununla birlikte, İsrail’de dinamik bir yapı var ve oy geçişkenliği çok fazla. Yılların baskın partisi İşçi Partisi, meclise artık ancak 3 vekil gönderebiliyor. Netanyahu da bu sistem içerisinde koalisyon kurmak zorunda ve sadece sağ partiler ile ittifak kurabiliyor. Koalisyon kurduğu sağ partiler ise siyasi yelpazede giderek uç sağa kayıyor. Dünyadan veya Türkiye’den, Netanyahu’nun partisi Likud’u uç sağ olarak algılayabiliriz ama Likud uç sağ değil. Likud’un anlaşmak zorunda olduğu koalisyon ortakları uç sağda konumlanıyor.
(...) Jeopolitik olarak İsrail tarihinde hiç olmadığı kadar güvende hissettiği bir dönemdedir. İsrail’in bulunduğu jeostratejik bölgeyi değerlendirirsek, Levant bölgesinin güney, kuzey ve doğu köşelerinde tarih boyunca büyük devletler kurulmuştur. Kuzey’de Anadolu, Doğu’da Mezopotamya – İran ve Güney’de ise Mısır var. Bunlardan herhangi birinde ya da aynı anda üçünde çok güçlü emperyal devletler varsa, Levant bölgesinde bağımsız bir devletin oluşması ya da tam bağımsız kalması mümkün değildir. Bu argümanı isterseniz Hititler dönemine kadar götürebilirsiniz. Kadeş Anlaşması dediğimiz doküman, Hititler ve Mısırlıların bahsettiğimiz bölge üzerine kavgasından çıkıyor. O dönemden başlayıp, Asur-Babil, Helen krallıkları, Roma, Bizans, Arap dönemleri, sonrasında Memlukler ve Osmanlı hep bunun örnekleri. Bugün bölgede üç büyük devlet havzası da zayıflamış durumdadır. Bu devletler çeşit dönemlerde zayıflıyorlar. İran Devrimi sırasında İran zayıfladı, Irak savaşından sonra Mezopotamya zayıfladı. Mısır çok uzunca bir süredir zayıf. Anadolu Bölgesi ise 2000’lerin başında çok hızlı yükselirken şu an kendi içindeki kurumsal sorunlarla meşgul. İsrail çevresindeki diğer ülkelerin içinde bulundukları zor durumdan dolayı kendini son derece güvende hissediyor. İsrail’i çevresinde silahlı güçle yenebilecek kimse kalmamış durumda. Mısır, Ürdün, Lübnan, Filistinliler, Irak veya İran kimse bu güçte değil. İsrail’e yönelecek tehditler artık yok edici değil, can acıtıcı tehditlere dönüşmüş durumda, yani ulusal güvenlik tehditleri seviyesinde bir tanımlamaları yok.
(...) İsrail yıllarca milli güvenliğini hayat memat meselesi olarak tanımlamış ve kurumlarını güçlendirmişti. Bu çapta bir tehdidin bugün için ortadan kalktığını söyleyebilirim. İsrail siyasetinde yükselen popülizmin ve güvenlik telaşının ortadan kalkmasının, kurumları ciddi bir şekilde aşındırdığını söyleyebiliriz. Buna destekleyici bir örnek olarak İsrail Ordusu içerisinde büyük kurumsal dönüşümlere tanıklık ediyoruz. İsrail Ordusunda subaylar geleneksel olarak Kibbutz üyelerinden veya sol tandanstan gelirlerdi. Hatta sosyalist diyebileceğimiz, sol görüşleri vardı. Bu kişilerin sayıları azalıyor ve buna paralel olarak dindar Ortodoks subayların sayısı çok hızlı bir şekilde artıyor. Ordusunun kadrolaşmasında yaşanan değişim, gelecekte İsrail’in milli güvenlik paradigmasını nasıl etkileyecek henüz bilemiyoruz. Ayrıca hukuki olarak büyük aşınmalar var. Batı Şeria’nın İsrail’in parçası olup, olmaması meseleleri, İsrail hukukunun bu bölgede geçerliliği konusunda tartışmalara neden oluyor. Diyelim ki Batı Şeria’da İsrailli subay bir Filistinliye karşı şiddet kullandı. Bu suçun tanımı ne olacak, hangi kanun esas alınacak? Orası İsrail egemenliği altında mi sayılacak? Hukuki alanda çokça bu tür tartışmaların olduğunu görüyoruz. Başka bir örnek son seçimlerde yaşandı. Netanyahu, seçimi kazandığı için bütün yolsuzluk suçlamalarından bir şekilde sıyrılabildi. İsrail siyasetinde artan popülizm, hukuki ve askeri alanlar başta olmak üzere çeşitli aşınmalara yol açtı. İsrail’in eski devlet yöneticilerini düşünün. Geçmişte İsrail, cinsel taciz suçlaması sebebiyle Cumhurbaşkanını hapse atmıştı. Yine eski Başbakan Ehud Olmert, Kudüs Belediye Başkanlığı döneminde yaptığı yolsuzluk sebebiyle hapse atılmıştı. Netanyahu döneminde artık hukukun siyasetten üstün olamadığını görüyoruz.
İLKER AYTÜRK (RÖPORTAJ : ARIN DEMİR)
Ben son dönemde Türkiye ile İsrail ilişkilerinin bozulmasının da Avrupa’daki kimi çevrelerde Türk aleyhtarlığını tırmandıran bir faktör olarak değerlendiriyorum. Avrupa’daki yerleşik Yahudi toplumu, bulundukları ülkelerin sosyal, siyasal ve ekonomik hayatında son derece etkilidir. Bu topluluğun son dönemde Türkiye’ye bakışında da belirgin farklılık yaşandı. Geçmişte Türkiye’yi yakın müttefik olarak gören Yahudi lobileri bugün çok sert eleştiriler getiriyor. İşin ilginç yanı Türkiye, İslam coğrafyasının temel sıkıntılarında sözcü gibi öne çıkarken, Körfez ağırlıklı İslam ülkelerinin önemli bir kısmı da Türkiye karşıtı faaliyetlerin içinde yer alıyor. Buna Mısır’ı da ilave edebiliriz.
HAKAN ÇELİK
https://www.posta.com.tr/yazarlar/hakan-celik/avrupada-buyuyen-turkiye-karsitligi-2266231
Koronvirüsle çok sıkı bir mücadele ve başarı sonrası yeni normale açılan İsrail, şimdi ikinci dalga nedeniyle yeniden kapanmaya dönen ilk örnek olarak karşımızda. Kısıtlama döneminde 9 milyonluk nüfus takip uygulamasıyla kontrol altındaydı, evlerden ancak 100 metre uzaklaşmak mümkündü. Neticede teknolojinin de katkısıyla günlük vaka sayıları 10’a kadar inmişti ve İsrail model ülke olarak gösteriliyordu. Fakat nisan sonunda başlayan kademeli açılmayla birlikte günlük vaka sayısı 1500’lere çıkarak rekor kırınca barlar, gece kulüpleri, düğün salonları, havuz ve fitness stüdyoları yeniden kapandı. Artık sadece plaj, lokantalar ve dini okullar açık; sayı kısıtlamasıyla. Onların da kapanmasına bir adım kaldığı söyleniyor.
Pandemide hiçbir başarının garantili olmadığı ve takipte teknolojinin tek başına yetmediği şimdi İsrail örneğiyle gösteriliyor. Yeniden açılma stratejisini de hazırlayan bilim kurulunun başındaki Eli Waxman, “Hükümet, pandemi üzerindeki kontrolünü kaybetti. Enfeksiyon zincirini kırmayı başaramadık. Hastaları, temaslı oldukları kişilerden izole etmek için etkin bir sistem oluşturamadık” diye itirafta bulunuyor. Waxman’a göre hükümet bilimin uyarılarına kulak tıkayarak kamuoyu baskısına boyun eğdi ve tedbirleri çok hızlı kaldırdı. Yeni enfeksiyonların çoğunun kaynağı okullardı. Mayıs ayında küçük gruplarla başlayan eğitim iki hafta sonra eski normal düzene dönmüş, sıcaklar bastırınca maske şartı kaldırılmıştı. Sadece Kudüs’teki tek bir lisede 130 öğrenci ve öğretmenin testi pozitif sonu vermiş, yüzlerce okul yeniden kapanmış, fakat virüs yayılacağı kadar yayılmıştı.
İç güvenlik teşkilatı Şin Bet, “koruma kalkanı” uygulaması üzerinden Kovid-19 hastalarını takip yetkisi almıştı, fakat terörist takibindeki başarıyı gösteremedi. Hastalar, kalabalık binalara girdiği takdirde zincirin ucu kaçıyordu. Teknoloji Enstitüsü’nün analizine göre Şin Bet, 10 pozitif vakadan ancak üçünü tespit edebiliyordu. İyi bir koordinasyon yoksa, teknoloji yeterli değildi.
AYŞE ÖZEK KARASU
Netten okumalar
https://odatv4.com/israil-camileri-sinagoga-cevirecek-mi-12072034.html
https://medium.com/t%C3%BCrkiye/bir-hariciye-hikayesi-b%C3%B6l%C3%BCm-1-b9eb7e12dd4b
https://www.enpolitik.com/haber/322677/ortodoks-bir-yahudiden-uygur-turkleri-icin-eylem.html
https://www.youtube.com/watch?v=8KkJEbrpTsM
https://www.youtube.com/watch?v=lMcdUU-_4i0&t=97s
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/07/09/nazilerin-milli-diktatorlugu/
https://t24.com.tr/yazarlar/semra-somersan/cokkulturlulugun-bir-turkiye-seruveni,27368
http://www.hudutgazetesi.com/yazar/7281/yamur-duasi.html
Takılan tweetler
Gökhan Çınkara@gcinkara - 8 Tem
İsrail'de Sosyalist/Sol Partilerin bölünmesi ve birleşmesini gösteren bir tablo.
Bir Yahudi atasözünü adeta doğrular nitelikte: 2 Yahudinin olduğu yerde 3 fikir vardır.
Başlık: Devletin (İsrail'in) Kuruluşuna Kadar Olan Süreçte Siyonist Emek/İşçi Partileri
https://twitter.com/gcinkara/status/1280916509456502784
Gökhan Çınkara@gcinkara - 8 Tem
shtrayml adı verilen tüylü serpuşu ve kaftan kisveti ile bir Polonya Yahudisi, 1928.
https://twitter.com/gcinkara/status/1280617258985848832
Bir süredir yoktum. Düşünüyorum da Türkiye'de #İsrail'in bir demokrasi olarak #Ortadoğu'da var olması, Yahudi düşmanlığı yapmadan #Filistinlilere de bir yurt verilmesi, bir parçası olduğum Türk halkının tüm dünyayı olduğu gibi İsrail'i de çok iyi tanıması gerektiğini savunduğum halde hala ben ve benim gibiler eleştiriliyoruz. Ortadoğu'da barış olursa bizler de huzurlu yaşayacağız. Gönül koymam sadece Türklere değil, buralı Yahudilere de. Korkmayın #İsraille ilgili pozitif konuşmak sizi İsrail sevdalısı yapmaz. Herkes biliyor sizin ülkeyi en az düz #Müslüman Türkler kadar sevdiğinizi. Ayrıca herkes istediği yeri sevmekte özgürdür. Ben bu yola çıkarken ilk Müslüman Türkleri düşünüyordum çünkü #Hamas propagandası bize de Araplara da zarar. #Filistinli de #Yahudi de ölmesin benim bütün hassasiyetim budur
https://twitter.com/e_israil/status/1280217768395145216
Ajuang@Ajuang2 - 9 Tem
Jewish Cemetery in İstanbul, c1919
Hasköy Yahudi Mezarlığı, İstanbul, 1919c #IslamAjaranUniversal #pbiti
https://twitter.com/ajuang2/status/1281000777746505730?s=12
Oktay Yaman Avrupa Birliği Bayrağı@JournalistYaman
Bugün ünlü bir Yahudi mahallesinde bir cafeye uğradım. Yol boyunca kaldırım taşlarına unutulmamaları için adları yazılmış insanları düşündüm. Hitler'in de 'KHK kararları' vardı, bir gecede kanunlaştı. Ertesi gün evler basıldı, mallar gasp edildi, insanların hayatları karartıldı.
Yıllar sonra da olsa paraları, altınları, malları/mülkleri gasp edilenlerden hayatta olanlar, ölenlerin ise çocukları, torunları, mağdur akrabaları Almanya'ya demokrasi, hukuk gelince tazminatlarını misliyle aldılar. Tüm hakları iade edildi. İlkedir: İnsanlık suçları unutulmaz!
https://twitter.com/JournalistYaman/status/1282771972028616709
Karel Valansi@karelvalansi - 8 Tem
Bazı yazar ve gazeteler düzenli olarak Yahudi düşmanlığı pompalarlar. Öyle ki başka bir konuda yaz desen içinde Yahudi ve komplo teorisi olmayan bir yazı pek çıkmaz. Ama ilk defa İsrail elçiliği bu konuda bu kadar net ve sert bir açıklama yapıyor:
https://twitter.com/IsraelinTurkey/status/1280500841376616454