March of the Music 2019 öğrenci deneyimleri: Caner Yazıcı

“Girdiğim her koğuşta aklımdan şu düşünce geçiyordu; ben şimdi burada özgürce ve can güvenliği tehlikesi olmadan rahatça dolaşabiliyorum ama bundan 75 yıl önce tam durduğum yerde olsaydım, büyük bir ihtimalle şu kapıdan canlı bile çıkamayabilirdim. Kampın girişinde dünyanın en büyük ironisiyle karşılaşırsınız, ‘Çalışmak Özgürleştirir´. Bu zulmü sırf ´düşman ırk´ diye tanımladıkları insanlara nasıl yapabildiler?” Caner Yazıcı

Renan KOEN Perspektif
28 Temmuz 2020 Salı

March of the Music hareketim ile Terezin’e gelen, ileride adını çok sık duyacağımız öğrencilerden Caner Yazıcı’dan bahsetmek istiyorum sizlere. Caner ile Şef Cem Mansur yönetimindeki gençlik orkestrası TUGFO’nun yaz kampı çalışmaları esnasında gerçekleştirdiğim ‘Holokost Gerçekliği ile Pozitif Direnç’ eğitimim vesilesi ile tanıştım. Caner bu eğitimi sadece dinlemedi, adeta bütün hücreleri ile anlattığım her şeyi içselleştiriyordu. Bu müthiş ilgisi dikkatimi çekti. TUGFO Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden birçok müzisyen gencin faydalanabilmesi için her sene orkestra üyelerini değiştiren çok dinamik, yoğun ve harika bir proje. Cem Mansur, yaptığı her şeyde olduğu gibi bu projede de Türkiye’ye olağanüstü bir hizmette bulunuyor. Gençler her sene seçmelerle seçiliyor. Ardından yazın konserlerinden evvel çok yoğun bir çalışma temposuna giriyorlar. Cem’in bu konuya yaklaşımı da yararlılık esasına paralel olarak çok paylaşımcı. Gençler başka şeflerle de tanışıyor, onlarla çalışıyorlar. Müzik çalışmalarının yanı sıra seminer ve söyleşi akşamları oluyor. 2018’in eylül ayında ben de onlarla Mozart Piyano Konçertosu çalmış ve çok keyif almıştım. 2019 senesinde de ‘Holokost Gerçekliği ile Pozitif Direnç’ eğitimim gerçekleştirirken bu sefer yeni gençlerle tanışma fırsatım oldu. Onca yorgunluklarının üzerine gençler iki saat boyunca dikkatlerini bir an bile ayırmadan eğitimi dinledi, soruları ve paylaşımları ile iştirak ettiler.

Caner’in bu farklı ilgisini görünce ise eğitimin bitiminde hemen biricik Maestro’ları kıymetli şef Cem Mansur ile konuştum ve ardından Caner’e teklif ettik. Zaten anlattıklarım, dinlettiğim müzikler Caner’e yetmemişti, daha fazlasını, daha derinini öğrenmek istiyordu.

Caner, Arnavut göçmeni bir ailenin ilk oğlu. Babasını erken yaşlarda kaybetmiş. Gördüğünü, dinlediğini çok derinden hisseden, gören ve duyan çok duyarlı bir müzisyen. Absolut kulak dediğimiz, ne kadar karmaşık bir müzik olursa olsun, ne kadar çok insan çalıyor olsun, duyduğu müziğin notalarının ne olduğunu tam olarak bilen müthiş bir yetenek. Çok disiplinli. Müziğe, çok sevdiğim bir yaklaşımı var. Dinlediği bir şey hakkında yorum yapmakta, hiç acelesi yok. Her seferinde sanki ilk defa dinliyormuş tazeliğinde tamamen içinde olarak dinliyor müziği. Dolayısıyla bir yargısı yok ki bu çok kıymetli bir haslet.

Terezin’i dolaşırken, çok derinden yaşadı orayı Caner; duygularını paylaşmakta acele etmedi. Yaşadı, sindirdi daha sonra paylaştı. Bu vahşetten kaçmadı, tamamen hissetti. Yine Terezin’de, hep birlikte fikir alışverişlerine başladığımız iki besteci arkadaşının yaratım süreçlerinin başlangıcında, sağlam enstrüman bilgisi ve müzikal derinliğiyle çok ciddi katkılarda bulundu. Yaşam algısı, uzun uzun düşünme ve duyarlılığı neticesinde gelişmiş kendi fikirlerinin arkasında sakince yaptığı açıklamaları ile durabilen ama aynı zamanda ‘karşıt’ fikri de aynı derinlikle dinledikten sonra esneyebilen çok özel bir insan Caner. Gideon Klein’ın yaylı çalgılar için bestelediği Trio’suna dinlediği anda vuruldu. Çalmak için benden notasını istedi. Bu kadar kıymeti ile geri planda durmaya meyilli olduğu için ona daha fazla sorumluluk vererek bu kıymetini insanlarla paylaşmasını istedim. Bu sebeple de “Trio’nu kur bir hele notan hazır,” dedim. Yaşadığı onca zorluğa rağmen, hocalarından işittiği onca azara rağmen (: )) yılmadı, Trio’sunu benimle tanıştırmaya getirdi. Pırıl pırıl iki gençle daha tanıştım, çoğaldım.

Sonra, provaları benim evimde yapmaya başladılar, birlikte çalışmaya başladık eseri.             “İsminiz var mı?” diye sorduğumda düşünmeye başladılar. Yine fikir alışverişlerinden sonra Auftakt ismine karar verdiler. Auftakt müzikte çok ilginç bir harekettir. Bana her zaman dansa davet için uzatılan el gibi gelir. Ve pırıl pırıl üç genç işte böyle davet ettiler birbirlerini bu yolculuklarına. Lafı Caner’in kendi sözcüklerine bırakıyorum şimdi. İyi ki varsın Caner! Yolunuz açık olsun Auftakt!

***

Caner Yazıcı: Renan Koen’in ‘Holokost Gerçekliği ile Pozitif Direnç Eğitimi’ Yolculuğum Nasıl Başladı?

Geçen yıl, Şef Cem Mansur'un yönetimindeki TUGFO seçmelerini kazanarak yaklaşık üç hafta sürecek bir prova maratonuna başlamıştık.

Orkestra provalarımızı Sabancı Üniversitesi Tuzla Yerleşkesinde yapıyorduk. Provalar sabah saatlerinden başlayıp akşam saatlerine kadar sürüyordu. Çok yorucu olmasına rağmen sıkı çalışmanın meyvesini almanın keyfini veren bir süreci yaşıyordum. Yine bir prova sabahı Maestro Cem Hoca bizlere, akşam piyanist Renan Koen'in Holokost'ta yaşamlarını yitiren Yahudi besteciler hakkında bir seminer düzenleyeceğini söyledi. Renan Hoca ile o seminerde tanıştım. Kendileri bana, iki sene önce başlattıkları ve Yahudi olmayan öğrencilerin Holokost gerçekliği ile yüzleştikleri, katledilen Yahudi bestecileri ve bulundukları o akla hayale sığamayacak koşullarda ürettikleri sanat eserlerini yakından tanıma fırsatı verdikleri bir etkinliğe katılmayı isteyip istemediğimi sordular. Ben de hiç düşünmeden kabul ettim. TUGFO turnesi bittikten birkaç hafta sonra Renan Koen ve etkinlikteki diğer arkadaşlarla birlikte March of the Music öğrenci hareketi ile Terezin’e gittik.

Theresienstadt / Terezin

Terezin’e vardığımızda epey karanlık duygular ruhumun derinliğini kaplamıştı. Oldukça sessiz ve sakin bir şehirdi, adeta hayat yok gibiydi. Ağustos ayında ziyaret etmemize rağmen havanın bu kadar soğuk olmasına çok şaşırmıştım. Birçok masum ve aydın insanın soykırıma uğradığı, stratejik anlamda da Nazi Almanya'sı için önemli bir konuma sahip bu şehrin, şimdilerde ise küçük ve turistik bir Orta Avrupa kasabası olduğunu görmek zihnimde karışık duygulara sebep olmuştu. İdrak edememiştim... Evet, gerçekten çok güzel bir yer. Mimari açıdan tarihsel derinliğini insana hissettiriyordu. Tabii bu his, şehrin renkli birkaç yapının süslediği merkezinin insanın zihninde yarattığı yalancı bir histi. Hakikaten şehri gezmeye başladıkça, edindiğim tespitimde haklı çıktığımı görmeye başladım. İnsanların tutulduğu zindanlar, eski gettonun terk edilmiş binaları, sistemli bir şekilde soykırıma uğradıkları toplama kampı ve kampın her bir hücresinde hissettiğim o karanlık atmosfer... Dar tavanlı küçücük koğuşları gezdikçe insanların çektikleri acılar gözümde canlanıyor, Nazilerden tiksinmeye başlıyordum. Sanki aradan 75 yıl değil de birkaç hafta geçmiş gibiydi. Her şey maalesef taptaze. Acıyı, zulmü ve ölümün sessizliğini hâlâ hissedebiliyordum. Girdiğim her koğuşta aklımdan şu düşünce geçiyordu: Ben şimdi burada özgürce ve can güvenliği tehlikesi olmadan rahatça dolaşabiliyorum ama bundan 75 yıl önce tam durduğum yerde olsaydım, büyük bir ihtimalle şu kapıdan canlı bile çıkamayabilirdim. Kampın girişinde dünyanın en büyük ironisiyle karşılaşırsınız, “Çalışmak Özgürleştirir”. Bu zulmü sırf  ‘düşman ırk' diye tanımladıkları insanlara nasıl yapabildiler? Anlayamıyorum. Zira insan insana bunu yapmaz, yapamaz. İzlediğim onca belgesel ve filmden sonra Terezin/Theresienstadt’ta gördüklerim ve okuduklarım, beni yeniden düşünmeye ve aklımdakileri süzgeçten geçirmeye itti. Getto müzesinde, katledilen çocukların çizdikleri resimleri hâlâ unutamıyorum. Özellikle de çocukların ölüm tarihlerini yazılı olduğu bölüm tüylerimi diken diken etmişti. Kendimi bunları yaşamadığım için mi şanslı saymalıyım? Yoksa bu acı yaşanmışlıkları birinci dereceden tanıklık etme fırsatına sahip olduğum için mi şanslı saymalıyım?

Gideon Klein String Trio

Açıkçası Terezin’e gitmeden, hatta Renan Hoca'nın düzenlediği seminere katılmadan önce, Yahudi besteciler hakkındaki bilgilerim Mendelssohn, Mahler, Bruch, Gershwin ve Schönberg ile sınırlıydı. Terezin/Theresienstadt’a gittikten birkaç saat sonra Renan Hoca ekibimizi, March of the Music etkinliğinin ilk durağı olan oda müziği konserlerinin ilkine götürdü. Sadece ilki olmamakla beraber diğer konserlerle birlikte; Viktor Ullmann, Pavel Haas, Hans Krasa ve Gideon Klein gibi Terezin bestecilerinin eserleri seslendirildi. İkinci günkü konserde, birkaç gün sonra Renan Hoca ile birlikte kararlaştırıp çalmayı karar verdiğim Terezin bestecisi Gideon Klein'ın 1944'te keman, viyola ve çello için bestelediği üç bölümlük Trio eserini dinledim. Eseri Amerika'dan gelen bir oda müziği grubu yorumlamıştı. Eseri büyük bir hayranlık ve coşkuyla dinledim. Final bölümü biter bitmez avucumun içi patlayana kadar alkışladım. Bir sanatçının, soykırım ve toplama kampı gibi ortamlarda eşi benzeri olmayan altüst edici bir psikolojik baskı içerisinde ruhunu dimdik tutup eser yaratabilecek olgunluğu ve inancı sağlayabileceği gerçeği ile karşılaşmak aklımın ucundan bile geçmezdi. Bu gerçeklik maalesef çoğu insan tarafından algılanabilir değil. Eserin bende uyandırdığı duygu, insanoğlunun aslında neleri nasıl başarabileceğinin vermiş olduğu gurur ve hüznün de bir yansımasıydı ki Klein'ın Trio'sunu evde çalışırken hâlâ bu hissi ruhumun derinliklerinde hissedebiliyorum. Bu duygularımı dinleyiciyle paylaşmamın beni gerçek bir sanatçı olmanın yolunda ilerleteceğini düşünüyorum. O yüzden Gideon Klein'ın String Trio eserini seçtim. Zira Klein'ın benim için diğer eserlerden daha ön plana çıkan, kendine has bir üslubu ve özellikle dinleyiciye vurgulamak istediği duyguları dönemin modernist sanatsal anlayışına paralel bir şekilde işleyen tematik bir ezgisel bütünlüğü var. Duygusal bağlamda incelemek gerekirse, ilk bölümde keman partisinin ilk altı ölçü boyunca çaldığı figür, çoğu eserde kolaylıkla rastlayamayacağım bir kaçış kurgusunu, çello partisinin ilk beş ölçüde çaldığı ana tema ise ölüm tehdidi kurgusunu çağrıştırıyor. Besteci sadece eserin ilk ölçülerinde ustalıkla kullandığı besteleme tekniğiyle bir dinleyici olarak benim ilgimi çekmeye başarmıştı. Sonat formunu işlediği ilk bölümün, introdüksiyon bölümünün bittiği ve artık yeni bir frazın (müzik cümlesi) başladığı 15. ölçüden itibaren ise eserin sanki başından beri karar kılmak istediği sol majör tonunun eksen seslerini kullanmıştır. İkinci bölümün ilk on ölçüsü ise bana göre tam bir ağıt niteliğindedir. Tema ve varyasyonlar formunda yazılan bölüm, hem temanın zenginliği hem de gerek viyola gerek çello partisinin zaman zaman çaldığı eksen pedal sesler, hüzünlü bir hava yaratıyor. İkinci bölümü ne zaman çalsam, bestecinin haksızlığa karşı boyun eğmediğini ve dünyanın yaşananlara sessiz kalmışlığına karşı bir sitemde bulunduğunu hissediyorum. Üçüncü bölüm belki de çalmaktan en zevk aldığım bölüm olabilir. Zira akıcı bir tempoya sahip ve bir yorumcu olarak üzerimde bıraktığı his, bestecinin hangi felaket karşısında olursa olsun insanın umut ve inançla dolu olması ve hayattaki hedefini son nefesine kadar en iyi şekilde yapması için çaba sarf etme arzusu içinde olması gerektiği idi. 113.- 135. ölçüler arasında keman partisindeki temanın ezgisel yoğunluğu ve üst registerlarda (ince sesler) izleyen ses çizgisi her şeyden önce bir yorumcu olarak bana büyük bir haz katıyor. Tabii o temanın aslında daha önce 50. ölçüde viyola partisinde geldiğini söylemekte yarar var.

Auftakt Trio

Etkinlikten sonra İstanbul'a döndüm. Terezin/Theresienstadt’ta iken Renan Hoca, kuracağım oda müziği grubu için Klein'ın Trio'su konserini geçtiğimiz 29 Nisan tarihine ayarlamıştı. Klein'ın Trio'sunun partisyonunu bir an önce elime alıp evde çalışmak için sabırsızlanıyordum. Renan Hoca'dan partisyonu temin ettikten sonra çalışmalara başladım. Fakat genel anlamda çalışmalarımı oda müziği grubu kapsamında devam edebilmek için grubumda çalabilecek potansiyelde insan bulmaya başlamıştım. Daha önceden Marmaris Oda Orkestrasının düzenlediği bir konserde uzaktan tanıdığım Çellist Gizem Yılgın ile birlikte grubun temellerini attık. Kendisi, benimle birlikte çalmaktan memnuniyet duyacağını söyledi. Bu konuda kendisine minnettarım ve buradan sevgilerimi, saygılarıma yollamak istiyorum. Maalesef çıktığımız ve geri dönüşü olmayan bu yolda bazı ayrılıklar oldu. Gizem'le yakından tanışma fırsatı sağlayan ismini vermek istemediğim çok kaliteli ve becerikli bir viyolacı arkadaşım programının yoğunluğundan dolayı gruptan ayrılarak bizi yarı yolda bırakmıştı. Daha sonra yerine getirdiğimiz başka bir viyolacı daha bizimle yollarını ayırdı. En nihayetinde bu tatsız gelişmeler hem beni hem de Gizem'i derinden yaralamıştı. Bütün bunlara rağmen Renan Hoca'nın da tabiri caizse başarılı bir şekilde devreye girdiği müzakere sonucu hem gruba aldığım üçüncü ve son olmasını dilediğim Fikret Diril'i kalıcı olarak grubumuza dahil olmasına, hem de Gizem'le Fikret'in Renan Hoca ile tanışma fırsatını yakalamasına; böylelikle bu oda müziğini neden kurduğumuzu ve niçin böyle bir projeyi yürüttüğümüzü daha iyi kavramalarına yardımcı oldu. Vakit kaybetmeden provalara başlamıştık. Her ne kadar o dönem vaktimiz bol olsa da, sadece eserlerin teknik açıdan pasaj çalışmaları değil aynı zamanda da eser bağlamında grup üyelerinin birlikteliği ve müzikal yorum için epey prova gerekiyordu. Zaten üstüne üstlük eğitimimiz için yetiştirmemiz gereken enstrüman final programları ve diğer derslerin verdiği yoğunluk zamanımızı oldukça olumsuz etkiliyordu. Bütün bunlara rağmen çok kısa bir zamanda Şubat ayında başladığımız provalar hızlı bir ivme kazandırmıştı. Grup olarak verdiğimiz özveri ve çalışmalar sonucu iki haftalık süreçten sonra hiç zaman kaybetmeden Renan Hoca ile çalışmalara başladık. Tabii Korona virüsü pandemisi yüzünden hem konserimiz, hem Terezin’deki etkinliğimiz hem de provalarımız ne yazık ki iptal olmak zorunda kaldı. Dünya ve insanlık için büyük bir tehdit oluşturan bu salgının bir an önce sona ermesini, çalışmalarımızın da kaldığı yerden bir an önce başlamasını diliyorum.

***

Caner Yazıcı

1996 yılında İstanbul'da doğdu. Müziğe 4 yaşında, İDSO emekli fagot sanatçısı babası Lokman Yazıcı'dan piyano ve solfej dersleri alarak başladı. 2005 yılında keman için girdiği yarı zamanlıda Doç. Zeynur Erengönül ile eğitimine iki yıl sonra Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarında tam zamanlı olarak devam etti. Doç. Zeynur Erengönül'ün okuldan ayrılmasından sonra çalışmalarını Prof. Çiğdem İyicil ile devam etti. 2011 senesinden itibaren ise keman çalışmalarını Mimar Sinan Üniversitesi Müzik Bölümü Keman Sanat Dalı Lisans son sınıf öğrencisi olarak Prof. Pelin Halkacı Akın ile sürdürmekte. Lise ve üniversite öğrenimi sırasında solo keman konserleri verdi. 2018'de Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisinin düzenlediği Masterclass'ta İtalyan keman virtüözü Marco Misciagna, Fransız kemancı Nicolas Dautricourt ve Türk Keman virtüözü Prof. Pelin Halkacı Akın ile çalıştı. Aynı yıl Çeşme Uluslararası Müzik Akademisinin düzenlediği Masterclass'ta da İtalyan kemancı Domenico Nordio, Avusturyalı kemancı Lukas David ve Türk keman virtüözü Prof. Pelin Halkacı Akın ile çalıştı. Aynı zamanda da bu Masterclass'ların düzenlediği festivallerde Camerata Saygun Oda Orkestrasında çaldı. Marmaris Oda Orkestrasının İstanbul ve Marmaris'te düzenlediği konserlerde yer aldı. 2019 yılının haziran ayında Mimar Sinan Üniversitesi Senfoni Orkestrasının verdiği konserde başkemancı olarak yer aldı. Yine 2019 yılında, Şef Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrasının seçmelerini kazanarak İstanbul, Berlin ve Sicilya'nın çeşitli şehirlerinde düzenlenen turnelerde yer aldı ve bu konserlerde Ivo Pogorelich, Sofia Dasheruk ve Gökhan Aybulus gibi ünlü piyanistleri eşlik etme fırsatını buldu. Ağustos 2019’da, piyano sanatçısı, müzik terapi uzmanı ve besteci Renan Koen’in ‘Holokost Gerçeği ve Pozitif Direnç’ eğitimlerinin ardından, Koen’in hareketi ile March of the Music – 2019 kapsamında, Çek Cumhuriyeti’nin Terezin ve Prag şehirlerinde düzenlenen eğitim ve konser etkinliklerine izleyici olarak katılma fırsatını buldu. 2020 yılının Şubat ayında, March of the Music etkinlikleri kapsamında çalmayı planladığı Gideon Klein’ın String Trio eseri için viyolacı Fikret Diril ve çellist Gizem Yılgın ile Auftakt Oda Müziği Topluluğunu kurdu.