Bilginin kısa raf ömrü ve aynılık ekonomisi

Heraclitus, “Hiç kimse aynı nehre iki kez adım atamaz, çünkü su aynı su değildir ve o insan aynı insan değildir” der.

Yaşam
12 Ağustos 2020 Çarşamba

Akan Abdula - Doris Cemel 

Heraclitus, “Hiç kimse aynı nehre iki kez adım atamaz, çünkü su aynı su değildir ve o insan aynı insan değildir” der.  Her gün, yeni bir güne yeni bir uyum sağlama ihtiyacı ile uyanmak zorundayız çünkü her sabah uyandığımız dünya aynı dünya değil, biz de aynı insanlar değiliz. 

Dünya gitgide daha da zor bir şekle bürünmek konusunda çok ısrarcı. Her şey sürekli değişiyor ve düşüncelerimizi etkileyen şeyler de bizi değiştirmeye çok kararlı. 

Sosyalleşerek uyum sağlamayı, üç yaşında öğrenmeye başladık. Uyum sağlamamız için yetiştirildiğimiz dünya gerçekleri değişti, bizler ise üç yaşımıza dönemiyoruz. Yeniden öğren, sürekli öğren ve yeniden uyum sağlamaya çalış diyen bir sisteme nasıl ayak uyduracağımız konusunda şaşkınlık içindeyiz ve bu da pek değişecek gibi değil.

Yeni jenerasyonları konuşmadan evvel, bizlerin geçtiği eğitim sistemini düşünecek olursak, bu durumun neden bizlere hayli zor geldiği aşikâr. Bizler cevaplar üzerine oturtulmuş bir eğitim sisteminden geçirildik. Geçirildik diyoruz çünkü tam da öyle oldu. Tornadan geçirildik. Sınavlar, sınavlar, sıfırlar ve birler dünyası. Sonra bir baktık, hamster gibi bir daire içinde koşturulmuşuz ve o koşullar hep aynı yerde son bulmuş. Bu olgunun ismini de koyalım: Aynılık Ekonomisi.

Aynı memur anne-babaların, çok benzer hayallerinin sonucunda, aynı eğitimleri, aynı hocalardan, aynı felsefeden geçerek almış çocuklarıyız. Aynı mezuniyetleri yaşadıktan sonra, birbirinin aynısı şirketlerde çalışarak aynılaşmış insanlarız. COVID öncesi Kanyon’a her uğradığımızda bolca gördüğümüz birbirinin tıpatıp benzeri insanlar yani bizler ve bizlerin yarattığı o ekonomi; Aynılık Ekonomisi.

Bu sistemde cevaba giden yolu sorgulamak, soru sormak bile pek mubah değildi. Arayış bile gereksizdi. Cevabı formdaki optik yuvarlağı karala ve devam et.  

Oysa cevaplar soruların gölgesinde yaşar. Soru ne kadar iyi formüle edilirse, gölgesi o kadar uzun olur ve daha fazla yanıtı kapsar. İşte bu yüzden sorular arkadaşımızdır, bazı sorular ise en iyi arkadaşımızdır.

Cevaplar üzerine oturtulmuş bu sistem bugünün şartlarında bu kadar zorlanmamızın ana sebebi. Bilginin raf ömrünün kısa tutulması gereken bu devirde, cevapların da haliyle ömrü kısa olmak zorunda. Bilginizin raf ömrünü ne kadar uzatırsanız, değişimden o kadar nasibinizi alamıyorsunuz. Diplomalarımızın raf ömrü beş yıl bile değil.

Günümüzün düşünce ve bilgisinin yakında eski olacağı gerçeğini artık en azından çocuklarımız için benimsemeliyiz. Bizler için önemli olanla ilgili gelişmelerden haberdar olmak bir şey ise, yarının ana akımları bambaşka şeydir. 

Yarının ana akımı ne veya nerede olacak? Tercih ettiğiniz çözümlere sıkı sıkı bağlı mısınız? Olmayın. Çocuklarınız için olmayın. Cevapların huzurunu, soruların huzursuzluğuna tercih ettirmeyin.

Huzursuz eden sorulara sahip kişiler bildikleriyle çelişen verileri veya bilgileri göz ardı edemez. Huzursuzlar, yeni dünya düzeninin anomalilerini veya düzensizliklerini bir öğrenme fırsatı olarak görür. Ve dünyanın artık tek bir değişmezi var, o da sürekli kaosu ve düzensizlikleri.

Çocuklarınızın eğitimini içeriğe değil, yetkinliklere odaklayın. Çünkü sorulardan çok cevaplara odaklandıkça değişime ayak uyduracak beceriler kazanamıyorlar ve dolayısıyla üretemiyorlar.

Eski sistemin hantallığını, ideolojik kaygılarını, etki bazlı rekabeti, kariyer ve sınav odaklı bakış açılarını bir kenara koyarak yeniden başlamak gerekiyor çünkü bu bagajlar bizim sırtımıza ikinci endüstri devriminden konan ağırlıklar. Taşıyoruz ama her geçen gün daha az faydasını görüyoruz.

İkinci endüstriyel devrim tümüyle etkin olmak üzerine oturtulmuştu. Etkin üretim yapan insan modeli önemliydi ve eğitim bu insanları sisteme dahil edecekti. Oysa kapıda olan yeni devrimler insana olan ihtiyacı bile sorguluyor. Robotların üretim yapacağı bir dünyada, çocuklarımızın hiç uykuya veya dinlenmeye ihtiyacı olmayan bir makineye karşı etkinlik savaşını kazanma şansı yok.

Yeni sanayi devrimi, 21. yüzyılda insan olmanın ne demek olduğunu sorgulamaya başlattı bile. Çocuklarımız okullarından yeni devrimin ortasında mezun olacaklar ve buna hazırlıklı olmaları gerekiyor. Hazırlıklılar diyebilir miyiz?

İşte bu yüzden çocuklarımızın eğitimini planlarken, sadece sisteme değil, insana odaklanmalıyız. Nasıl bir eğitimden önce nasıl bir insan yetiştirmeliyiz sorusunun cevabını bulmalıyız. İnsanın hem fiziksel, hem biyolojik, hem kültürel, hem de toplumsal bir varlık olduğunun farkında olarak tabii. 

Tabii ki teknoloji odaklı olmalıyız. Bilgisayarlara ve farklı türdeki taşınabilir / giyilebilir cihazlara erişimi olanlar için günlük yaşam, bunların etrafında inşa edilecek. ‘Dijital’ bir eğitim çağı bizi bekliyor ancak teknolojiye sadece ürün olarak değil, felsefe olarak da yaklaşmalıyız. Felsefesini anlamadığımız hiçbir şeyin yenisine ayak uyduramayız. Eskiriz. Okullarımız dijital ekonominin felsefesini sanat ve matematiğin kombinasyonu ile anlatmak zorunda.

Ayrıca bir sonraki seviyede, kişiselleştirilmiş bir eğitim modeline de dönüş olacak. Çocuklarımız her bireyin özel ihtiyaçlarına göre en uygun şekilde ayarlanmış bir sistemin içine dahil olacak. Bizler için biraz geç oldu dediysek de öğrenme giderek daha fazla yetişkinin erişebileceği yaşam boyu bir deneyim haline de gelecek. Bazı şeylerde zorlansak da bizler için de bolca öğrenme fırsatı olacak.

Öğretmenler ile ilişkiler hep önemli olacak ama görevleri değişecek. İçerik sağlamak yerine danışman olarak görev yapacaklar. Algoritmalar ve danışmanlar bizim hangi yönde ilerleyeceğimizi gösterecek. 

Artık diploma peşinde koşmayı bıraktığımız, bilgiden çok bilgeliğe, yetkinliklere odaklandığımız, dijital çağın içinde üretebildiğimiz, yeni bakış açılarıyla hayatı kavramamızı sağlayan bir eğitim modeline dönmemiz gerekli gözüküyor.

Ama önce biraz bakış açımızı değiştirme zamanı. Cevaplardan değil, sorulardan büyülenmeyi öğrenelim. Çocuklarımız cevaplar değil, sorular biriktirsinler. Bilginin raf ömrünün kısa olduğunu anlayalım ve bilgi huzursuzları yetiştirmeye başlayalım.

Seslendiren: Janet Mitrani