Yıllarca birçoğumuzun yüreğine dokunan, yaşam haritamızda çoğu zaman kutup yıldızımız olan psikolog-yazar Leyla Navaro ile son kitabı ‘Dile ki Uzun Sürsün Yolun’a dair konuştuk.
Değerli yol arkadaşları ile gerçekleştirdiği Anadolu seminerlerinin sevdalısı olduk. Kitabı okuduktan sonra katıldığım geziler içimde canlanıverdi. Köklerim sıkı sıkıya tutunurken derinlere, çingene ruhum gidip gidip dönmek istedi aynı yerlere. Oysa hiçbir tekrarı olmazdı yaşananların. Değil mi ki, öğreniyorduk artık ne anlama geldiğini ‘İthaka’ların…
Sevgili Leyla Navaro, ‘Dile ki Uzun Sürsün Yolun’ kitabının macerası nasıl başladı? Böyle bir yolculuğa çıkış nedeni neydi?
Doksanlı yıllarda merkezim Nirengi’yi açtığım zaman pek çok grup ve seminer sunuyordum ve bu seminerlere gelen vazgeçilmez müdavimlerim vardı. O yıllarda kitap yazmak için çekildiğim Karacasöğüt Köyü bana o kadar iyi gelmişti ki, grup üyelerimin de bundan mutlaka yararlanması gerektiğini düşündüm. Ve tabii ki teklif ettiğimde herkes hevesle kabul etti. İşte macera böyle başladı! İlk seminerimiz çok güzel neticelenince hemen yenisini düşünmeye başladık ve yıllarla bu bir geleneğe dönüştü. Hatta senede bir kez yaptığımız doğa seminerleri, katılımcıların ısrarıyla senede ikiye çıktı, zira hazırlığı çok fazla zaman ve çalışma gerektiriyor.
1989’da Nirengi’yi açtığımda davetiyeye şöyle yazmıştım:
“İki yol ayrılmaktaydı koruda ve ben en az gidileni seçtim, tüm farkı da bu oluşturdu.” Robert Frost’un çok sevdiğim bir şiirinin mısralarıdır ve aynen de öyle oldu. Az gidilen yolları severim.
Nirengi Anadolu seminerlerinin özü nedir?
Anadolu seminerlerinin temel özü farkındalık ve bilinç yükseltmektir. Öncelikle farklı mekânlar, farklı yaşam biçimlerine muhatap olmak, çok güzel bir duygu olan keşif ve merakı bileylemek, yaratıcılığı hayatına dâhil etmek, kendini sorgulayıp yenilemek, diğer yaşam ve bakış açılarını paylaşarak benliğini genişletmek diyebiliriz.
İç ateşimizi besleyen bu gezilerin katkıları neler oldu? Her bir gezi sonrası sende nasıl bir tat bıraktı?
Katkıları çok oldu. Merakını körükleyerek dar yaşam kalıplarından çıkanlar; yaratıcılık ve keşfin keyfini hayatına dâhil edenler; yaşam şekli ve mekânını değiştirenler; kendini keşif ve yenileme yolunda meslek değiştirenler; doğanın büyüsünü keşfedip hayatına dâhil edenler ve herhalde adını koyamadığım daha birçok katkı...
Her gezi sonrası çok keyifli bir doygunluk hali oluyor, gittiğimiz mekânın büyüsü, yaşanan deneyimler, sınırsız yaratıcılığı hayatımıza katmanın keyfi, katılımcıların içten ve dürüst paylaşımları ile çoğalıyoruz, benliğimiz genişliyor. Hem çok derin, çok ciddi çalışıyor hem de çok eğleniyoruz.
Bu kitapta beni en çok etkileyen konulardan biri, ‘Tinsellik benliği büyütür’ teması oldu. Bunu biraz açar mısın? Victor Frankl’ın acıyla baş etme gücünü ve acıların sadece gelişirken anlam taşıdığını belirtmesi…
Evet, seminerlerimizin birincil amacı tinsellik olmasa da, yalın doğada olmak, insanın savunucu kabuklarını birer birer ayıklıyor. Grup paylaşımlarında yargısız ve içtenliği destekleyen tutumlar sayesinde insan özüne daha çok yakınlaşıyor. Toplum ve çevrenin beklentilerinden sıyrılıp, özünün ne isteyip istemediğine odaklanıyor. Sessiz yürüyüşler, yaratıcılığın benliği genişleten büyüsü, kendi başına düşünce ve duygularına odaklanma imkânı, sonra bunları grupta içtenlikle paylaşıp gerçekten duyulmak, insanı özüne çok yakınlaştırır. Özüne yakınlaşmak tinselliği harekete geçirir. Kendimizden daha büyük bir evrende yaşamakta olduğumuz, benzer veya farklı insanlarla dünyayı paylaştığımız duygusu...
Frankl’ın geliştirdiği bakış açısı çok öğretici: Nazi kampı gibi özgürlüğün olmadığı bir ortamda düşüncenin ve benliğin özgürlüğüne sahip çıkmak inanılmaz bir hayat duruşu. İç dünyasına inanıp ona dayanarak, ona güvenerek ayakta kalabilmiş. Acıların benliği güçlendirdiği bir gerçek zaten… Büyüme ve gelişme sancılıdır, kimi tutum ve alışkanlıkları terk etmeniz, kendinizi yenilemeniz hiç de kolay bir işlem değil. Bu nedenle içsel gücünü, özünü geliştirmek bireyi her türlü zorlukta ayakta tutar.
Bunca zaman hep aynı yaşam coşkusu ve merakla bizleri besledin, çoğumuza örneksin… Bugünlerde yaşamı bir ucundan yeniden yakalamak için neler tavsiye edersin?
Kitapta sözünü ettiğim ‘içindeki ateşi diri tut’ kavramına çok inanıyorum. Coşkuyu, merakı, keşif duygusu ve yaratıcılığı diri tutmak çok önemli. Yapmak isteMEdiklerini saptayıp mümkünse hayatından ayıklamak, yapmak istediklerine odaklanmak, arzu ettiğin şeyleri yaşamına katmaya çalışmak, kendine hedef koymak, insanın coşku ve yaşam sevincini körükler, göz bebeklerinize ışıltı gelir.
Anadolu’da gidilecek coğrafyaları neye göre seçtin? Bundan sonra kitap projesi var mı? Anadolu gezileri devam edecek mi?
Anadolu çok büyülü bir coğrafya… Doğa güzelliği kadar, tarih ve kültür zenginliğiyle son derece çekici. Ben farklı kültürlere karışarak içeriden keşfetmeyi çok seviyorum. Gittiğimiz yöreleri doğa güzelliği kadar, kültür zenginliği ve çarpıcılığına göre seçiyoruz. Gidilen yerin farklı bir çarpıcılığı olması şart, ayrıca geleneksel konfor şartları olmayan, yörenin koşullarına göre yaşanan mekânlarda gecelemenin getirdiği ‘ezber bozma’ da seminerin bir başka koşulu. Yeni keşifler, farklı konularla ezber bozmayı amaçlıyoruz.
Evet, tabii ki, Anadolu seminerleri devam edecek, daha keşfedilecek çok yer var ve bizim ateşimiz hiç sönmedi, hatta COVID nedeniyle ertelemiş olduğumuz Kekova seminerini çoktan özledik bile.
Yeni kitap projem ‘Aile Sırları, Nesilden Nesle Taşınanlar’.
Kendinde yeni keşfettiğin, şimdiye kadar bilmediğin bir huyunla karşılaştın mı? COVID döneminin sana ne gibi etkileri oldu?
Evet, karşılaştım; yaklaşık beş aydır evdeyim, çok sınırlı sokağa çıkıyorum. Önceden söyleselerdi “Herhalde kafayı yerim” diye düşünürdüm. Hiç de yemiyorum, gayet memnunum, kendim bile hayret ediyorum bu halime. Yapacak çok işim var, ev/ofis çalışıyorum, yazılarımı yazıyorum, annemden yadigâr ‘boyikos de pimienta’ yapıyorum:) vb.
Toplumsal olarak kadın konumuyla kabul gören niteliklerden başka meziyetlerimiz var değil mi? Bunu nasıl ortaya çıkarabiliriz?
Bence çok var; kadınların hayatı devam ettiren bilgeliği, çocuk yetiştirme, evin ve ilişkilerin devamlılığı, ev ve hayat organizasyonu, kadınların pratik zekâsı, iş bitiriciliği, pek çok işi bir arada yapabilmesi, hem işkadını, hem anne, hem eş, hem aileyi toparlayıcı, vb. adı konulmamış ancak hayatın devamlılığında vazgeçilmez nitelikler… İbranicede kadınlara atfedilen ‘binaayetera = extra knowledge’ denilen bir kavram vardır. Hahamların mutlaka evlenmesini mecbur kılan, cinsellik ihtiyacından başka, ‘bir kadın bilgeliğiyle birlikte yaşamak’ anlamına gelir bu kavram. Yani evlilik yoluyla kadın bilgeliğinin din adamına eklemlenmesi anlamına gelir. Eril dünyada bu kavram öne çıkarılmaz ama kadın bilgeliği, yani ‘binaayetera’ yaşamın devamlılığında son derece hayatidir.
Ayrıca kadınların coşku, birlikte kaynatma ve gevrek kahkahasını çok severim, hayatın tadı tuzu gibi görürüm. Müzikli yerlere gittiğimizde ayağa kalkıp dans edenler çoğunlukla kadınlar! Ne kadar güzel! Şu ‘ağır ol molla desinler’ tutumdan sıyrılmış, hayatla dans eden, oynaşan kadınlar, her şeye ve her söyleme rağmen! Helal olsun!
“Az gitmedik uz gittik
Dere tepe düz gittik
Bir de dönüp baktık ki
Hep birlikte evrildik’’
*İthaka: İyon denizinde bulunan Yunanistan’a ait bir ada. Homeros’un Odysseia destanında, Odisseus’un geri dönmeye çalıştığı yurdu olarak anlatılır. Aynı zamanda Konstantinos Kavafis’in bir şiiri.