• Bundan sonra ne olacak? Yüzyılın Anlaşması açıklandığında salonda bulunan Bahreyn ve Umman bu adımı takip edebilir. Kim bilir belki Suudi Arabistan da gün gelir aynı yolu izlemeyi seçebilir. Tıpkı 1979 ve 1994´de Mısır ve Ürdün liderleri ile bir arada gerçekleşen görkemli bir imza töreni olabilirse, hakkındaki davalarla uğraşan, dördüncü seçim tartışmalarının ortasındaki İsrail Başbakanı Netanyahu, "farklı bir lige" ait bir lider olduğunu yeniden vurgulayabilir ve vazgeçilmezliğinin altını çizeceği önemli bir şov olur. KAREL VALANSİ – www.t24.com.tr
Şu bir gerçek ki, Filistinliler İsrail'in yanıbaşında gerçek anlamda bağımsız bir devlet kurmak için verdikleri mücadeleyi çoktan kaybettiler. Konu artık uluslararası gündemde değil. Bunun nedeni sadece İsrail'in Yahudi yerleşimleri politikası, Arap ülkelerinin önceliklerinin değişmesi ya da yeniden seçilebilmek için mücadele veren ABD Başkanı Donald Trump değil. Bunun nedeni aynı zamanda Filistin yönetiminin kendi vizyonunu geliştirmekte, protesto ve şiddetin ötesinde kendi davası için etkin bir uluslararası destek oluşturmakta on yıllardır başarı gösterememesidir.
Ortadoğu'da artık Filistinlilerin çıkarları hesaba katılmadan yeni ittifaklar oluşturuluyor ve başta Körfez ülkeleri olmak üzere yeni devletlerin de İsrail ile barış anlaşmasına imza atması beklenebiliyorsa bunda biraz bile olsa Filistin yönetiminin de suçu var. Bu, Filistinliler için trajik bir gelişme. Ancak bölgenin geri kalanı için iyi bir işaret."
RAİNER SOLLİCH
https://www.dw.com/tr/yorum-filistin-devletine-elveda/a-54574720
Ben bir Akdeniz çocuğuyum...
Egeliyim...
Zeytin ağaçlarının, bardacık ağaçlarının altında, ağustosböceklerinin cıvıltısında büyüdüm.
Benim için deniz, özgürlük ve mutluluğun dekorudur.
O yüzden bir deniz kenarı fotoğrafı gördüm mü heyecanlanırım...
Ama bu yaz hiçbir Akdeniz fotoğrafı beni bu kadar mutlu etmedi...
Bu yaz gördüğüm en güzel Akdeniz resmi
Oysa ne görüyorsunuz bu fotoğrafta...
Sıradan görünümlü bir sahilde, kucağındaki çocukla kumsalla denizin kesiştiği yere basan, herhangi bir kadın...
O kadar basit değil...
Bu Filistinli bir kadın...
Ve bu fotoğraf, İsrail’in Akdeniz kıyısındaki Netanya şehrinin bir plajında çekildi.
Kim olduğunu bilmediğim bu kadın Filistinlilerin yaşadığı Batı Şeria’dan...
Yani Akdeniz’e kıyısı olmayan bir bölgeden...
Evi ile deniz arasında 50 kilometre var ama İsrail sınırlarından içeri girme hakkı olmadığı için denizi göremiyordu.
İşte bu bölgede son günlerde çok ilginç bir şey oluyor.
Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler iki halk arasındaki çok sıkı güvenlik engellerini aşarak deniz kenarına gidiyorlar.
Akdeniz’de denize giriyorlar.
İşin en tuhafı, o sınırlardan kuş uçurmayan İsrail sınır görevlileri geçişlerine ses çıkarmıyor.
Hatta İsrailli askerlerin sınır duvarlarında ve tellerde açılan deliklerden geçmesi için Filistinli ailelere yardım ettikleri bile söyleniyor.
Bu durum radikal İsraillileri çok kızdırıyor.
“Teröristlerin de bu insanlara karışıp eylem yapacaklarını” söylüyorlar.
Bu arada COVID-19 virüsünün daha bulaşıcı hale geleceğini söyleyenler de var.
Ama şu ana kadar etkili olamadılar.
İsrail’de gizli bir el, bu insanların Akdeniz sahillerine gitmelerine izin verdi.
Evet bu yaz Akdeniz sahillerinde gördüğüm en güzel fotoğraf bu...
Artık sulugözlü bir insanım.
Bir Akdenizli olarak bu karelere bakıp bakıp ağladım.
Biliyorum muhafazakâr mahallenin radikalleri bana çok kızacak...
İsrail’i güzel göstermeye çalışıyorsun falan diyecekler.
Hiç umurumda değil...
Bir avuç insanlık, avuç içi kadar mutluluk...
Bu kadarcığını bile özledim, bu Allah’ın lanetlediği Ortadoğu’da...
ERTUĞRUL ÖZKÖK
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/bu-yaz-gordugum-en-guzel-akdeniz-resmi-41586830
Dün “Bu yazın en güzel Akdeniz fotoğrafı” başlıklı bir yazı yazdım.
Fotoğrafı New York Times’ta görmüştüm.
İsrail’in Akdeniz sahilindeki bir plajda Filistinli bir anne ve kucağındaki çocuğu gösteriyordu.
Kadının yüzünde o kadar güzel bir gülümseme vardı ki... Ayakları kumla denizin birleştiği yerde o kadar güzel duruyordu ki...
İsrail güvenlik kuvvetleri, Batı Şeria’daki Filistinlilerin sahile inmelerine izin vermiş.
Meğer ben o yazıyı yazarken İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında bütün dünyayı şaşırtan bir anlaşma imzalanmış.
İki ülke ilişkilerini normalleştiriyor. Böylece Mısır ve Ürdün’den sonra üçüncü bir Arap ülkesi daha İsrail’le barış yoluna giriyor.
Bence Ortadoğu açısından çok önemli bir anlaşma...
Birleşik Arap Emirlikleri Emiri açıkladı:
İsrail bu anlaşmayla Batı Şeria’da işgal ettiği Filistin toprakları üzerindeki egemenlik haklarından vazgeçecek.
BİLİYORUM yeminli İsrail karşıtlarını ne tatmin edecek ne de hoşuna gidecek bir anlaşma bu...
Ama ben Doğu Akdeniz’de yeni bir savaş ortamı doğarken, üç adım ötesindeki sahillere artık çocuk cesetlerinin vurması değil de kucağında bebekleriyle Filistinli annelerin ayaklarının değmesine ve yüzlerindeki bu ifadeye bakıp umutlanıyorum...
Ve Ortadoğu konusunda fazla iyimser olmasam da bu saflığım hoşuma gidiyor.
ERTUĞRUL ÖZKÖK
Trump, Kasım 2020’deki Başkanlık seçimlerinde vadesini doldurmadan, İsrail’le ilgili Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı, Golan’ı İsrail toprağı olarak kabul etme kararı ve Batı Şeria’yı İsrail’in olası ilhak kararını tanıma ile birlikte, siyasalarını belli bir noktaya getirdi. Bu kararlarla birlikte, “Yüzyılın Anlaşması” başlığında, damadı Kushner’ın yürüttüğü kampanyada, 50 milyon $’lık bütçeyle, Filistin tarafını ikna etme çerçevesinde bir bakış açısı getirdi. Milyon dolarlar karşılığında, Filistin “devletsizliği” kabul edecek, İsrail’in genelinde ayrılan yüksek duvarlar, hatta Gazze-Batı Şeria arasındaki tünelle, İsrail topraklarına ayak basılmayacak bir tecritle, tanımlanmamış bir özerkliğe mahkum edilecekti. İsrail’in Netanyahu-Gantz hükümetinde de zamanlama açısından tartışmaya neden olan Batı Şeria’yı ilhak kararı ise, İsrail-BAE barışının temel manivelası oldu. İsrail, olası karardan vazgeçmeden, işgalin devam ettiği süreçte, sadece ilhakı erteleyerek, BAE tarafından tanınma olanağına kavuştu.
Tüm bu gelişmelerin arkasında, İsrail-Filistin sorununu aşan bir eksen yapılanması vardır. Coğrafi konumu zemininde, Akdeniz’den Kızıldeniz’e uzanan konumunda İsrail, Doğu Akdeniz’den Basra’ya uzanan zemininde, ABD’nin yeni oluşan ekseninin “siyasi hub”ı durumuna gelmiştir. İsrail doğalgazının piyasalara ulaştırılmasında East Med başlığında, 2020 yazında İsrail parlamentosu Knesset’te onaylanan 6 milyar $ bütçeli, Kıbrıs açıklarından Mora’ya, oradan İtalya’ya inşa edilmesi planlanan boru hattı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de 2019 Kasım’ında Libya ile imzaladığı “deniz yetkilerinin sınırlandırılması anlaşması” ile çakışmaktadır. Davos krizinden beri sürekli ilerleyen İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRK) ilişkilerinde, doğal gaz başlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) dışında, askeri, ekonomik ve diğer altyapılar da hızla derinleşmektedir. 2013’teki Sisi darbesinden sonra Mısır da bu eksene yaklaşmış, BAE-Suudi Arabistan, Arap yarımadasından, Basra’dan Doğu Akdeniz’e uzanan yapılanmada aktifleşmiştir. Trump’ın ilmek ilmek dokuduğu eksende, Türkiye, ABD müttefiki ve NATO üyesi olmasına karşın, ister istemez karşı pozisyonda yer almıştır. BAE’nin 15 Temmuz 2016 FETÖ kalkışmasındaki rolü de hatırlandığında, ortaya karmaşık bir tablo çıkmaktadır.
Trump’ın “İbrahim Anlaşması” (the Abraham Accord) diye nitelendirdiği uzlaşmaya dayanan İsrail-BAE ilişkilerini, bu “yeni normalleşme”yi sadece İsrail tarihi, Ortadoğu’nun karmaşık yapısı yüzeyinde değil, bölgedeki yeni ABD ekseni zemininde ele almak gerekmektedir. Bu eksen, Yunanistan’dan BAE’ye uzanan, yeni kalpgâh olarak ifade edilen ve Doğu Akdeniz-Basra havzasında somutlaşan bir coğrafyada belirginleşmektedir. Bu uzlaşma, diğer Arap ülkeleri, Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” ve Filistin’in devletsizliği parametrelerinde de kaydedilebilir. Özellikle BAE’nin ardından diğer Körfez ülkelerinde ve bilhassa bölgenin lider ülkesi Suudi Arabistan’dan benzer hamleler gelip gelmeyeceği oldukça önemli olacaktır.
DR. DENİZ TANSİ
http://politikaakademisi.org/2020/08/14/israil-bae-uzlasmasini-yeni-eksende-okumak/
İsrail zaten Temmuz ayında yapacağı ilhak sürecini birkaç sebeple ertelemek zorunda kalmıştı. Başta salgın olmak üzere, İsrail’de %20’lere dayanan işsizlik oranı ve ülkedeki muhalefet desteğinin henüz alınamamış olması Başkan Trump’ın damadı Kushkner’in “Daha fazla ulusal ve uluslararası destek için planı askıya alalım” kararıyla sonuçlanmıştı. Demokratların başkan adayı Biden’ın seçimi kazanma ihtimali Netanyahu yönetimini endişelendiren bir diğer önemli gerekçe. İlhak konusunda adım atıldığında bunun ABD seçimleri sonrasında tartışmalı hale gelmesi meselenin bir başka boyutu. Anketlerde 6-8 puan geride gözüken Trump bile kendi seçmen kitlesi açısından kaldıraç yapabileceği bu konuda adım atmıyor. Çünkü ABD seçmeninde İlhak konusu oldukça arka sıralarda gözüküyor. İsrail’de de durum farksız. Kanal 12’nin yapmış olduğu ankete katılanların sadece %4’ü “Hükümetin en önemli görevi nedir?” sorusuna “İlhak” cevabını veriyor. Korona salgını ile mücadele %69 oranında İsrail halkının birinci gündem maddesi.
Yani ilhak kararının ertelenmesi aslında BAE’nin bir başarısı değil sadece bir taktiksel değişikliğin parçası. Bu yolla BAE üzerinden başka Arap ülkelerine “Bakın bu ilhak bizim sayemizde ötelendi gelin siz de katılın” çağrısında bulunuyorlar. Bu yolla Filistin konusundaki Trump planının destek bulduğu uluslararası alan genişletilmek isteniyor. Filistinli siyasetçi Hanan Ashrawi’de paylaşımında “Aslında BAE ilhak konusundaki tavırsızlığı sebebiyle ödüllendirildi” diyor.
PROF. DR. KÜRŞAD ZORLU
Bundan sonra ne olacak? Yüzyılın Anlaşması açıklandığında salonda bulunan Bahreyn ve Umman bu adımı takip edebilir. Kim bilir belki Suudi Arabistan da gün gelir aynı yolu izlemeyi seçebilir. Tıpkı 1979 ve 1994'de Mısır ve Ürdün liderleri ile bir arada gerçekleşen görkemli bir imza töreni olabilirse, hakkındaki davalarla uğraşan, dördüncü seçim tartışmalarının ortasındaki İsrail Başbakanı Netanyahu, "farklı bir lige" ait bir lider olduğunu yeniden vurgulayabilir ve vazgeçilmezliğinin altını çizeceği önemli bir şov olur.
Öte yandan, ülkelerin taahhütlerini, ne zaman büyükelçilik açılacağını, elçilerin atanacağını henüz bilmiyoruz. Anlaşmanın merkezinde bulunan ilhak konusu ise BAE ve ABD için masadan tamamen kalktı, Netanyahu'ya göre ise sadece ertelendi. Bu da oylarının kaynağı sağcıları sakinleştirmek için tek söyleyebileceği tek söz aslında.
Son üç seçime hazırlanırken, ilhak meselesi sağcıları arkasında toplayabileceği önemli bir silahtı. Rakibini değersizleştirmek ile birlikte kullandığı bu vaadinden de sonuna kadar yararlandı. Yüzyılın Anlaşması'ndan işine gelenleri öne çıkaran Netanyahu, ABD'nin itirazlarına rağmen ilhak için son tarih olarak 1 Temmuz'u vermişti. Ancak o tarih geldiğinde hiçbir şey olmadı. İlhakın gerçekleşebileceği konusundaki şüpheleri daha da arttırdı.
Şimdi ise belirsiz bir süre için ertelenen ilhak planı, İsrailli bir gazetecinin belirttiği gibi belki de hiç var olmadı. Eğer öyleyse, seçim vaadinden ileri gitmeyen bu söylem İsrail'e hiçbir taviz vermeden BAE ile ilişkilerini resmi düzeye yükseltmesi için paha biçilmez bir olanak sağladı.
Netanyahu'yu eleştirecek birçok konu var. Ancak başarılı bir politikacı hatta hep söylendiği gibi 'siyasi bir sihirbaz' olduğu çok açık.
Anlaşmanın ardından Tel Aviv'de bulunan belediye binası İsrail ve BAE bayrakları renginde aydınlatıldı. Bina daha önce de Beyrut patlamasının ardından Lübnan halkına destek için Lübnan bayrağı renkleriyle aydınlatılmıştı. İsrail, BAE ile varılan anlaşmayı kutluyor. Ancak benzer bir kutlamayı Arap ülkelerinde de gördüğümüzde gerçek bir barıştan bahsedebiliriz.
Filistin Yönetiminin yanı sıra Türkiye bu anlaşmayı sert bir şekilde eleştirenlerin başında geliyor. Doğu Akdeniz'deki gerilim de eklendiğinde, anlaşmayı yok hükmünde sayan Türkiye ile İsrail'in ilişkilerinin ise -bir mucize olmadığı taktirde- yakın zamanda iyileşmeyeceği aşikar.
KAREL VALANSİ
https://t24.com.tr/yazarlar/karel-valansi/orta-dogu-nun-hatirlayacagi-yil,27701
Bu anlaşmanın Filistin-İsrail sorununun çözümüne katkısını ummak aşırı iyimserlik olur. Fakat İsrail’in beklediği Arap dizinindeki çözülmeyi kolaylaştırabilir. Stratejinin ilk hedefi Filistin davasını Arap çemberinden çıkarmak. Bunun için 2012’den beri Körfez’de bir diplomatik misyonları var. Bunu başarırlarsa Türkiye ve İran gibi Arap dışı aktörlerin Filistin’e ilgisini daha kolay maniple edebilirler.
İsrail-Amerikan siyaseti Arap tutumunda çözülmenin zeminini hazırladı. Körfez ülkelerine “Sizin asıl düşmanınız İran” telkininde bulunuldu. Bunu Tahran’ın bölgesel nüfuzuna karşı geliştirilen sert stratejiler izledi. İran’ın petrol ihracatını sıfırlamaya dönük Amerikan dayatması, buna bağlı Hürmüz’deki gerilimler, BAE’nin tankerleri ve Suudi petrol tesislerini hedef alan ‘gizemli’ saldırılar İsrail’den yana havayı olgunlaştırdı. Yani İran korkusu işe yaradı.
Fakat burada BAE’nin potaya girmesine aşırı bir anlam yüklemek de gerekmiyor. Tarihi dedikleri meselede, BAE’nin İsrail’le gizli kapaklı ilişkileri aleni hale geliyor. İki ülke 1990’dan beri askeri ve istihbarat alanında flört ediyor. 2004’de Zayid’in veliaht prens olmasıyla temaslar ivme kazandı. 2010’da Mossad’ın Dubai’de Filistinli silah tedarikçisi Mahmud el Mahbuh’u öldürmesiyle araya kara kedi girdi ama etkisi kısa sürdü. Deklare edilmeyen ticari ilişkiler hayli ilerledi. İsrail ‘muhalif avcısı’ casus teknoloji ve yazılımlarla da BAE’yi donattı. 2010’da İsrail Ulusal Altyapı Bakanı Uzi Landau Abu Dabi’yi ziyaret etti. 2012’de Netanyahu ve BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid New York’ta görüştü. Kıbrıs’ta da gizli buluşmalar oldu.
Netanyahu 2014’te Körfez’le ilişkiler için İzak Molço’yu özel temsilci atadı. 2015’te İran’la nükleer anlaşmanın imzalandığı süreçte karşı cephe oluşturmak için görüşmeler arttı. İsrail 2015’te Abu Dabi’de bir ofis açtı. İsraillilerle diyalog, ABD’nin BAE’ye F-16 satmasının önünü açtı. Geçen mayıs ve haziranda BAE uçakları ‘Filistinlilere yardım’ görüntüsüyle Ben Gurion’a indi. Haziranda BAE’nin Washington Büyükelçisi Yusuf el Uteybe, Yediot Ahronot’a yazdı. Ardından Gargaş, Washington’da Yahudi lobisinin etkinliğine katıldı. Temmuzda BAE’den Group 42, Israel Aerospace Industries ve Rafael ile silah anlaşmaları yaptı. Yani onlarca yıllık geçmişi olan ilişkiler artık kamera önüne çıkıyor.
FEHİM TAŞTEKİN
İsrail’in Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) normalleşme anlaşması ‘küçümsenmemeli’. En başta 1979’da Mısır’la, 1994’te Ürdün’le yapılmış anlaşmalarla kıyaslayarak ‘küçümsemek’, olayın mahiyetini anlamamak demek.
ABD Başkanı Trump’ın duyurduğu anlaşma, 21’inci yüzyılda İsrail’in Filistinli Araplarla meselelerini çözmeksizin ve üzerinde özel baskı hissetmeksizin Arap ülkeleriyle barışının yolunu açtığı ölçüde daha önemli. İsrail-BAE normalleşmesine sayısız ABD yönetiminin iki devletli çözüm girişimlerinin boşa çıkmasının ardından Trump’ın ‘Yüzyılın Anlaşması’ adıyla geçen ocakta duyurduğu plan eşliğinde bakılmalı. Bu plana en baştan ‘fiyasko’ denilip geçilmemesi gerektiği belliydi. İçeriğini ve tepkileri ölçmek için önceden sızdırılması boşuna değildi. Çözüm olup olmaması bir tarafa ‘iflası’ değil, ‘uygulanmakta olduğu’ dahi iddia edilebilir.
(...) Netanyahu ve Trump ‘Yüzyılın Anlaşması’ ile ‘ilhak’ temasını başarıyla kullandı. İsrail’in ‘Yahudi devleti’ iddiası üzerinden bir ilhaka kalkışması o bölgedeki Arap nüfus nedeniyle demografik saatli bomba teşkil ettiği için zaten sıkıntılı. Anlaşmanın meyvelerini de ikisi toplayacak. Geçen yıldan beri İsrail’de seçim üzerine seçim geçirmesi ve yolsuzluk davalarına rağmen bileği bükülememiş Benyamin Netanyahu... 3 Kasım’daki başkanlık seçimine pandemi ve ekonomik kriz eşliğinde sarsılarak giden ve ABD kurumsal yapısının savaş açtığı Donald Trump... Hele de rakibi Joe Biden, kendine önseçimlerde yüzde 2’lerde destek alabilmiş, ‘siyah Hillary’ Kamala Harris’i yardımcı adayı seçmişken, Trump, ABD’deki İsrail lobisinin desteğini iyice sağlamlaştıracak. Üzerine ‘Amerikan aşırısı’ da gelirse...
CEYDA KARAN
https://www.birgun.net/haber/israil-ve-bae-normallesmesi-312221
İsrail’in Körfez açılımının başarıya ulaşmasının birkaç önemli yapısal nedeni bulunuyor. Bunlardan ilki; İran İslam Cumhuriyeti’nin uyguladığı “Şii hilali” politikasının ve kullandığı Hizbullah benzeri “proxy” güçlerin, bu ülkeyi dış politikada ve özellikle Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen gibi bazı ülkelerde güçlü kılmasına karşın, Sünni Arap dünyasında giderek şeytanlaştırması ve başdüşman haline getirmesi olarak karşımıza çıkıyor. Öyle ki, geçmişte İsrail karşıtlığı temelinde ve Filistin davasını bayrak haline getirerek Arap ülkelerinden destek bulan Tahran, son yıllarda Arap devletlerinin iç işlerine karışması nedeniyle, bölgedeki monarşik ve totaliter rejimlerce en istenmeyen devlet olarak değerlendiriliyor. Dolayısıyla, İsrail’in başarısındaki en önemli etken, İran’ın bölgesel politikaları olarak belirtilebilir.
Bu konuda ikinci önemli neden ise, ABD Başkanı Donald Trump’ın ülkesini Ortadoğu’da güçlü kılabilmek için -geçmişte uygulanan ABD-Türkiye-İsrail üçgeni yerine- yeni bir stratejik üçgeni; yani ABD-İsrail-Körfez ülkeleri ittifakı politikasını uygulamaya sokması. Trump’ın bu politikası kimilerince “stratejik saçmalık” olarak değerlendirilse ve İsrail-Filistin Sorunu için açıkladığı “Yüzyılın Anlaşması” (Deal of the Century) İslam dünyasında yeterli destek bulamasa da, görülüyor ki, bu politika, bazı konularda sonuç almayı başarıyor. Nitekim birçok uzman, BAE’nin ardından başka bazı Körfez ülkelerinin de (Bahreyn, Umman vs.) İsrail’i tanıyabileceğini belirtiyorlar. Ancak kalıcı bir İsrail-Arap barışı için, kuşkusuz, bölgenin en güçlü ülkesi olan Suudi Arabistan’ın İsrail’i tanıması gerekecektir.
Üçüncü önemli neden, Türkiye’nin son yıllarda ABD ve İsrail’le yaşadığı gerginlikler olarak karşımıza çıkıyor. Son dönemde artık Türkiye’siz Ortadoğu politikaları geliştirmek zorunda kalan ABD, giderek daha yoğun şekilde Körfez ülkelerine yaslanıyor ve bu ülkelerle geçmişte kurduğu tarihsel stratejik ilişkileri (silah ihracatı) de kullanarak, Ortadoğu’ya yeni bir jeopolitik denge getirmeye çalışıyor. Bu da, İran ve “Şii hilali” karşıtı geniş bir cephe oluşturmaya çalışan Washington için, İsrail ile Sünni Arap devletleri yakınlaşmasını bir zorunluluk haline getiriyor. Bu cephe karşısında ise, İran ve ona yakın olan Şii nüfusu yoğun olan ülkeler (Suriye, kısmen Lübnan ve Irak) bir bloğu, Türkiye, Katar ve bir ölçüde Umman gibi bölgede Sünni-Şii cepheleşmesini istemeyen ülkeler de üçüncü bloğu temsil ediyorlar. Dolayısıyla, Türkiye dâhil olmadan şekillenen ABD dış politikasında, Ankara’nın Filistin konusundaki çekincelerinin yerini Körfez ülkelerinin İran konusundaki çekinceleri alıyor ve giderek daha sağ ve Sünni İslami bir ton ortaya çıkıyor.
(...) Ankara ise, bu gelişmeler karşısında İran’dan bile daha sert tepki veren bir ülke olarak dikkat çekiyor. Bu, kuşkusuz Türkiye’nin Körfez ülkelerinden bile radikal İslamcı çizgide olduğu anlamına gelmiyor. Zira Ankara, diğer konularda olduğu gibi, Filistin Sorunu’nda da uluslararası hukuku, yani Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararlarının uygulanmasını talep ediyor. Bu da, doğal olarak, İsrail’in 1967 sınırlarına geri çekilmesini öngörüyor. Ancak somut siyasal gelişmeler (Golan Tepeleri ilhakı, Kudüs’ün ABD tarafından İsrail’in başkenti olarak kabul edilmesi ve ABD Büyükelçiliğinin buraya taşınması), hiç de Türkiye’nin istediği yönde ilerlemiyor. Elbette İsrail-BAE anlaşmasına yönelik tepki, Türkiye’nin İslam dünyasına yönelik açılım politikalarına katkı sağlayabilecekse, hatalı bir tavır olmayabilir. Ancak son yıllarda Arap ülkelerinin iç işlerine fazla karıştığı eleştirilerine maruz kalan, Suriye’deki içsavaşa aktif şekilde müdahil olan, Katar dışındaki Körfez ülkeleriyle ilişkileri bozulan ve Mısır’la neredeyse Libya cephesinde düşman olarak karşı karşıya gelen Ankara’nın, ilişkilerinin sınırlı düzeyde olduğu Arap dünyasından bu politikalarla ne ölçüde destek alacağı büyük bir muamma.
Geçmişte, Ankara, Arap Baharı sürecinde gidişatı doğru okuyarak, tavrını Arap sokağından ve Arap halklarından yana almış ve bu sayede Arap dünyasından büyük destek bulmuştu. Ancak günümüzde, Arap sokağı (halkları), Mısır’daki darbe, Suriye’deki içsavaş, IŞİD ve El Kaide gibi radikal terör örgütlerinin ortaya çıkışı ve ABD’nin Müslüman Kardeşler hareketini terör örgütü olarak ilan etmesi gibi nedenlerle etkisizleştirildi. Bu nedenle, yeni dönemde, Ankara, Arap devletlerinin iç işlerine fazlasıyla karışmak ve sokağa oynamak yerine, güç merkezlerine yönelik politikalar geliştirmeyi deneyebilir. Zira İsrail ve İsrail’le “soğuk barış” düzeyinde de olsa yapıcı ilişkileri olan Mısır gibi ülkelerle ilişkilerini düzeltebilirse, Türkiye, yalnızca Ortadoğu’da değil, Doğu Akdeniz’de de daha güçlü bir konuma geçebilir. Bu nedenle, Türkiye’nin, İslam dünyasının siyasi ve psikolojik liderliğine oynamaya devam ederken, tüm bölge aktörleriyle görüşebilen ve müzakere edebilen aktif bir ülke haline gelmesi gerekiyor. Bunun yolu da, İsrail ve Mısır’la ve hatta tüm bölge aktörleriyle (Yunanistan) acil diplomatik temas kurmak ve ulusal çıkarlarına zarar getirmeyen uzlaşılar/anlaşmalar yapmaktan geçiyor.
DOÇ. DR. OZAN ÖRMECİ
http://politikaakademisi.org/2020/08/17/israilin-korfez-acilimi-nasil-oluyor-ve-surer-mi/
ABD’nin zorlamasıyla Filistin toprakları üzerinde bir İsrail devletinin kurulması kararının BM’den çıkmasından bu yana (1947) 73 yıl geçti.
1948’de, Arap ittifakının yenildiği savaştan beri de Filistinliler deyim yerindeyse gün yüzü görmedi.
İsrail’i yok etmeye yönelik her girişimin sonucu, Filistinliler için hayatın daha da zorlaşması oldu.
BAE ile İsrail arasındaki anlaşma, açıklananlar doğru ise İsrail’in Batı Şeria’yı ilhaktan vazgeçmesi sonucunu doğuracak.
Buna İsrail ne kadar uyacak, tereddütlerim olmakla birlikte Erdoğan’a şunu sormak isterim: Hangisi Filistin halkının yararınadır? Batı Şeria’nın ilhakını seyredip, işe yaramayan hamasi nutuklar atmak mı, İsrail’in bu ilhaktan vazgeçmesini sağlamak mı?
Erdoğan yönetimi, diplomasiyi unutalı çok oldu.
Devletler ile ilişkilerimizde önceliğin "Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları" olması gerektiği gerçeği ne zaman kafalarına dank edecek bilmiyorum.
Müslüman Kardeşlerin sözcüsü olacağız diye Mısır ile ilişkilerimizi bozmasaydık, bugün Doğu Akdeniz’de Mısır – Yunanistan – Kıbrıs Rumları ittifakının yarattığı sorun ile karşılaşır mıydık?
İsrail ile Filistinlilerin hiçbir işine yaramayan ağız dalaşı yürüteceğimize diplomatik ilişkileri düzgünce sürdürebilseydik, İsrail’in bu blok içinde yer alıp, Türkiye’nin karşısına çıkmasını önleyebilir miydik, önleyemez miydik?
Türkiye, kavga etmek yerine İsrail ile "güvenilir müttefik" olmayı tercih etseydi, Filistin halkı için çok daha fazla şey yapabilirdi.
Bugün bir gemi yardım malzemesi bile gönderemiyorsunuz, bu mu Filistin halkının çıkarlarını korumak?
Türkiye, Filistin halkının çıkarlarını koruyacaksa, bunu bölgede istikrar ve güven unsuru olmakla başarabilir.
MEHMET Y.YILMAZ
https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz/yurtta-kavga-dunyada-kavga,27706
Doğu Almanya’nın yıkılması öncesinde, sosyalist sistem içerisinde bulunan Almanların büyük bir çoğunluğu, Yazar Stephan Hermlin’in deyişiyle, Nazi Almanyası’nda vatandaşların en az yarısının antifaşist olduğunu düşünerek yaşıyorlardı. Tıpkı günümüz Almanlarının toplumun en az yüzde 80’inin anti-Nazi olduğunu düşünerek yaşaması gibi. Ne kadar da iyimser ve sevimli bir o kadar da anlamsız bir yaklaşım bu. Özellikle AfD’li Neonazi politikacıların çıkıp ortalık yerde, “Nazi Almanyası geçmişimizden utanmayı bırakın. Artık 2. Dünya Savaşı’ndaki şehitlerimiz ve gazilerimizle gurur duymanın zamanı geldi” falan diye saçmaladığı bir dönemde.
Önümüze öyle anketler geliyor ki… Mesela bir ankette, katılımcıların büyük bir bölümü, “Ya bırakın artık şu Nazi meselesini, gına geldi” şıkkını işaretlerken, bir kısmının da “çok uzadı bu mevzu. İsrail buradan maddi olarak nemalanmaya çalışıyor” dediği görülüyor. Sonuç? Avrupa toplumlarında Yahudilerin yüzde 40’ı kendini güvende hissetmediğini ve İsrail’e göçmek istediğini beyan ediyor. Doğal olarak Nazi teröristlerin en rahat ettikleri ülke olan Almanya’da da Yahudiler kendilerini güvende hissetmiyorlar. Sinagog kapılarından da anlaşılacağı gibi güvenlik önlemleri alıyorlar, çocuklarını Yahudi okullarına gönderiyorlar, yayın organlarını kimse fark etmesin diye siyah poşetler içerisinde dağıtıyorlar vb…
Neonazi partisi AfD ve diğer Avrupa ülkelerindeki faşist partiler, antisemitik mesajları açıktan yayarken, merkez siyaset temsilcileri de “iyi niyetle de olsa” antisemitik mesajlar paylaşabiliyor. Örneğin, bir sosyal demokrat milletvekili “Yahudiler de bizimle aynı haklara sahip” şeklinde tweet atabiliyor. Alman toplumundaki kırılmanın nirengi noktası konumunda olan “siz” ve “biz” algısının solda dahi hegemonik olduğunun göstergesi değil mi bu?
Ezcümle, yeni faşistler hangi ideolojik gömleği giyerlerse giysinler, Rönesans ve Reform sonrası oluşan modern batı uygarlığı tarihinde büyük bir dağılma olan “Yahudi soykırımı” altında yer alan ıslak imzalarının hiçbir zaman silinmeyeceğini biliyor olmalılar. Biz de unutmayacağız, unutturmayacağız.
ÖZGÜR ÇOBAN
Bu tablo bize İsrail gerçeğinin bu ülkeler tarafından da aslında/gizlice kabul edildiğini gösteriyor. Öyle ki anlaşmaya olumlu tepki veren ülkeler BAE, İsrail isimlerini zikretmeden “anlaşma İsrail’in ilhak planını askıya alıyor, bu da büyük başarıdır, bölgeye barış getirecek” minvalinde ifadeler kullanıyor.
Herkes biliyor aslında ilhakın daha sonra tamamlanacağını, herkes biliyor bölgeye ve en başta Filistinlilere barış getirmeyeceğini ve bir süre sonra bildik tabloların yaşanacağını ve herkes kendilerinin atamadığı adımı atan BAE’yi gizlice tebrik ediyor.
Mısır, Bahreyn, Umman gibi ülkelerden gelen olumlu açıklamalar önümüzdeki dönemde İsrail’in daha çok Arap ülkesi tarafından tanınacağını gösteriyor. Bahreyn tarih verdi bile.
El Fetih’ten yapılan ilk açıklamalarda bile tonun düşük olduğu görülüyor, yapılanın “stratejik hata” olduğu belirtilmekle yetiniliyor.
Filistin’in kendisi zaten bir yandan İsrail ile savaşırken diğer yandan aslında İsrail’i tanıyor olması durumu yeterince anlatmıyor mu?
İsrail’in kabul ettirmeye çalıştığı da bu zaten. Bazı bölge ülkelerinde kendisine yönelik olarak var olan “teveccühün” fiiliyata dökülmesi. BAE bunu yapan ilk ülke oldu, bakalım ardından kimler gelecek.
Diğer yandan bu anlaşma Ortadoğu’da şekillenen yeni gruplaşmayı hızlandıracaktır. Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed Bin Selman da muhtemelen tahta geçtikten sonra BAE ile aynı adımı atar. İsrail ise Arap ülkeleri ile ilişkilerini normalleştirdikten sonra bu grubun içinde yer alır. Türkiye ve İran dışarıda kalacak gibi görünüyor.
MUSA ÖZUĞURLU
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/08/18/israil-gerceginin-gorulmesi/
Netten okumalar
youtube.com/watch?v=pr04_pOUl30
https://t24.com.tr/k24/yazi/bir-yahudi-cocugun-yetimlik-hikayesi,2806
https://www.youtube.com/watch?v=UpQgyNPMV0w
https://www.evrensel.net/haber/411708/israil-bae-anlasmasi-yorumlari-jeopolitik-bir-deprem
https://www.youtube.com/watch?v=p54h6GYrd9M
https://www.aa.com.tr/tr/dunya/dunden-bugune-israil-ile-baenin-normallesme-sureci/1941041
https://www.youtube.com/watch?v=vV3Qdh6P42Q
https://www.stratejikortak.com/2020/08/filistin-sorunu-turkiye-iliskileri.html
https://ekmekvegul.net/sectiklerimiz/gunun-kadini-yasamak-isteyen-bir-sair-selma-meerbaum
https://kronos34.news/tr/israil-turkiye-icin-tercih-edilen-bir-dusman-cunku-agir-hasar-veremez/
Takılan tweetler
Kapheros@sigaramcamel 9 Ağu
1896’da, Viyana’da yaşayan Yahudi bir gazeteci olan Theodor Herzl’in, “Der Judenstaat” (Yahudi Devleti) adlı kitabı yayınlandı.
Herzl, yayınladığı bu kitapta, Avrupa’daki Yahudi düşmanlığına karşı, Yahudilerin kendi devletini kurmasını savunuyordu.
Herzl’in kitabındaki fikirlerin tartışıldığı Birinci Siyonizm Kongresi, İsviçre’nin Basel şehrinde 29 Ağustos 1897’de toplandı.
Tamamı: https://twitter.com/sigaramcamel/status/1292543536395681798
LkmnReport@LkmnTR 14 Ağu
SIRADAN BİR İNSAN NASIL ZALİMLEŞİR?
1-Nazi Almanya'sında HİTLER'in zulüm politikasının belirlenmesinde önemli katkıları olan ve "Yahudi Uzmanı”, diğer deyişle "Soykırım Uzmanı" adı verilen Alman subayı Adolf Eichmann'ın hayat hikayesinin bu günlere bakan bir yönü var.
2- 26 yaşında Avusturya Nazi Partisi’ne üye olan Adolf Eichmann 14 ay askeri eğitim aldı. 1934 Eylül ayında Himmler’in SD (Güvenlik Servisi)’ni açmasıyla kendini gösterme fırsatını yakaladı.
Tamamı: https://twitter.com/LkmnTR/status/1294078013836079110
Fotoğraflarla Tarih@dunyatarihifoto 14 Ağu
Birinci Dünya Savaşı sırasında bir Osmanlı birliğinin bayrak töreni, 1914-1918. Törende, Müslüman din adamları ile beraber Hristiyan ve Musevi din adamları da dua ediyorlar.
Kaynak: Osprey, Osmanlı Piyadesi 1914-18, s.39.
https://twitter.com/dunyatarihifoto/status/1294249833474281476
Diş ve Yaşam@disveyasam 13 Ağu
Yeniçeri ocağını ortadan kaldıran II. Mahmut, yaşadığı diş ağrısı yüzünden çaresiz kalmış; padişahın diş tedavisini yapacak hekim aranmaya başlanmıştır. Sonuçta Musevi olan Çelebi Abraham Bivaz bulunmuş ve padişahın dişini çeken Çelebi’ye bir ev ve 1.500 lira aylık bağlanmıştır.
https://twitter.com/disveyasam/status/1293824767586377728
@eSefarad
Yeni kitap: Balat a Galata - Vidas Djudias de Los Anyos 1950 / Balat'tan Galata'ya - Roz Kohen'den 1950'lerin Yahudi Yaşamları https://esefarad.com/?p=98590
https://twitter.com/eSefarad/status/1294379011750199296
Antisemitizm Yahudilerin ve Yahudilere ait olan şeylerin "tanımlanabilir" olmalarını ister. Bir nevi Yahudilerin ve onlara ait olanların "fişlenmeleri" talebidir. Bir fikir, dükkan, spor veya semt Yahudilere aitse bu isimle belirlenmesini talep eder.
Örneğin bu fikrin Nazizm dönemi gibi zirve yaptığı dönemlerde Yahudi dükkanları işaretlenmiş, Yahudi mahalleri tecrit edilmiş, Yahudilerin kimliklerini belirten armalar takmaları sağlanmıştır.
Antisemitik ve anti-İsrail fikirlerin ortak paydası Yahudilere uygulanan "tanımlayarak tecrit etme" yönteminin İsrail ile irtibatlı her şeye uygulanması noktasında başlar. İsrail üniversiteleri, İsrailli öğrenciler, Krav Maga, İsrail üretimi ürünler antisemitizmin kurbanlarıdır.
https://twitter.com/cngsgnc/status/1292706632376492032
Ezra Bessaroth@EzraBessaroth
Hazzan Isaac Azose, her yıl düzenlenen Rhodes / Cos anma töreninde Ladino baladı Adio Kerida'yı söylerken.
https://twitter.com/EzraBessaroth/status/1295083305281310720
İsrail Türkiye'de@IsraelinTurkey
Türkiye'nin, Gölcük’te büyük bir sarsıntıyla uyandığını duyan İsrail, derhal Jumbo Jet tipi nakliye uçaklarıyla Türkiye'ye 150 kişilik tecrübeli bir acil yardım ekibi gönderdi ve günler boyu depremzedelere hizmet verecek sahra hastaneleri kurdu.
Daha sonra kalkan bir uçak ise #İsrail halkının hiçbir devlet organizasyonu olmadan bir gün içinde topladığı malzemeleri, 50 tonluk acil yardım malzemesini #Türk halkına ulaştırmak için havalandı.
O günleri yaşayan hiçbir #İsrailli #Türkiye'deki dostlarının yaşadıkları felaketi ve korkunç kayıpları unutmadı. 21 yıl sonra bugün, İsrail halkı adına Türk halkının acısını paylaşıyor ve böyle felaketlerin asla tekrar yaşanmamasını diliyoruz.
https://twitter.com/IsraelinTurkey/status/1295403521014194176