“Özel güçlerini keşfedene dek sıradan olduklarını düşünüyorlardı.” Heroes
“Son zamanlarda sıradan görünen bir grup birey ancak ‘özel’ kelimesiyle tanımlanabilecek olan bazı yeteneklerini ortaya çıkardı. Şimdilik bunun farkında olmasalar da bu bireyler sadece dünyayı kurtarmakla kalmayıp onu sonsuza kadar değiştirecek. Bu sıradanlıktan olağanüstülüğe dönüşüm tabi ki bir gecede meydana gelmeyecek. Her hikâyenin bir başlangıcı vardır...”
Amerikan televizyonlarında 2006-2010 yılları arasında yayınlanan ve yayınlandığı yıllarda heyecan yaratan ‘Heroes’ dizisi bu cümlelerle açılır. Dizinin adı ‘Kahramanlar’dır ama siz bu ada bakarak sakın yanılmayın. Çünkü onlar Süpermen veya Wonder Woman gibi uzaydan gelmiş ya da yarı tanrı kahramanlar değiller. Aksine Heroes dizisi, içlerinde var olan olağanüstü güçlerin uyandığını keşfetmeye başlayan sıradan insanları konu ediniyor.
Sıradan bir yaşam sürerken içindeki gücü keşfedip onu hayata geçirmekte çok kolay olmuyor tabi ki. Önce bunun farkına varmak, farkına vardığın güçten ve sorumluluktan korkarak ret sürecinden geçmek, reddi aşıp kabul etmek ve sonrasında bununla ne yapacağını bilmek gerekiyor. Dizimizin kahramanları da yeni gelişen güçlerinin hayatlarına olan etkisiyle baş edebilmek için benzer süreçlerden geçiyorlar. Bu gücün kaynağını ve sebebini öğrenmeye çalışırken bir araya gelecekler ve büyük resim biraz daha aydınlanacak. Özel yetenekler geliştiren kahramanlarımızın uyanışlarıyıkıma sürüklenen dünyanın kaderini belirleyecek!
Eğer dikkatli takip ettiyseniz son zamanlarda X-men serisi, Umbrella Academy dizisi gibi Hollywood ve Netflix yapımları bize bir şeyler anlatmak ister gibidirler. Yoksa birileri insanlığın genetik ve ruhsal yapısında olmuş olan, olmakta olan ve olacak olan değişimlerin farkında mı? Gelin zamanda ve mekânda yolculuk yaparak bunların cevaplarını bulmaya çalışalım.
Zaman makinemizin rotasını İngiltere’ye ve zamanı 1800’lü yıllara ayarlıyoruz. Kemerlerinizi sıkıca bağlayın. Yolculuk başlasın! Evet! Eğer bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun sesini duyuyor ve ayaklarınızın altındaki ıslak toprağı hissedebiliyorsanız yolculuğumuz başarılı geçti demektir. Siz puslu havaya ve kara bulutlara takılmayın şimdilik. Biz dikkatimizi yazımın sıradaki kahramanına verelim. Bu seferki rehberimiz “Kalem kılıçtan daha güçlüdür” sözünün sahibi Edward Bulwer Lyyton. İngiliz roman ve oyun yazarı olan Bulwer Lyyton’u özel kılan ise 1870’lerde yazdığı ‘Gelecek Irkın Gücü’ (The Power of the Coming Race) adlı kitaptır. Yazarımız kitabında yeraltında yaşayan, insanüstü bir ırktan ve onların sahip olduğu gizemli bir enerjiden bahseder. ‘Vril’ adını alan bu enerji ‘her şeye nüfuz eden’ sınırsız güçte bir sıvı gibi tarif edilir. Vrilya halkı bu enerjiyi zihinleriyle kontrol edebilirken, iyi ve kötü amaçlar için kullanabilmektedir. Okültizm ve ezoterik öğretiler alanında çalışmalar yaptığı bilenen Altın Şafak Hermetik Cemiyeti üyesi olduğu söylenen yazarımızın kitabı, yayınlandığı yıllarda ve sonrasında çok büyük bir ilgi ile karşılaşmıştı.
Bu kitaba ilgi duyup Vril enerjisini kendi amaçları için kullanmak isteyenlerden birisi de Hitler’di. Yapılan araştırmalarla Hitler başta olmak üzere üst rütbeli Nazilerin tamamına yakınının hermetizm, okültizm, astroloji ve gizli ilimlere aşırı düşkün oldukları bilinmektedir. Çoğu ezoterik ilimler hakkında araştırma yapan Thule Örgütü, Ahnenerbe Irksal Miras Araştırma ve Eğitim Cemiyeti’nin üyeleriydi. Bu örgütlerden bir diğeri ise Wewelsburg Kalesini merkez olarak kullanan ‘Vril’ adlı örgüttü.
Peki, nedir aslında bu Vril? Dünyanın farklı coğrafyalarında Vril enerjisi birçok farklı adla anılmaktadır. Bu enerji Hindistan’da ‘Prana’, Çin’de ‘Çi’ enerjisi olarak bilinir. Kökleri Sümerlere dayanan Akat Uygarlığında ise Vril kelimesi en yüksek tanrı, tanrısal anlamına gelmekteydi.
Hindistan’da 2000 yıl önce yaşamış, büyük bir astrolog olan Kakayyar Bhujander tarafından yazılmış Nadigrantha adlı astroloji kitabında Vril adlı bu gücün tüm insanlığın içinde uyanması ile ilgili enteresan bir kehanetten bahsedilmektedir.
“…Kali Yuga bitecek ve Kruta Yuga başlayacak. Dünyanın ekseni yer değiştirecek ve Dünya gitgide Güneş'e daha yakınlaşacak. İnsan yaşamı tamamen ihtilalsal bir değişim geçirecek… Yeni bir yoga metoduyla insanlar aydınlanmanın (Moksha) neşesine bir yaşam süresi içinde ulaşabilecekler. İnsanların yiyecek, barınak ya da giysi için endişe etmesine gerek kalmayacak. Sıradan yaşamlar süren insanlar o sırada Yoga (Tanrı'yla bir olma) konumuna ulaşacaklar. Hastanelere hiç ihtiyaç kalmayacak çünkü hastalık kalmayacak. Bedeni yok eden yaşlılık artık var olmayacak ve insanlar göksel bedenlere sahip olacaklar...”
Bu kehanetin gerçekleşip gerçekleşmediğini kendi yaşam süremde görebilir miyim bilmiyorum. Ama sizinle yakın dönemde deneyimlediğim bir şeyi paylaşmak istiyorum. 20 Temmuz yeniayı ile Berlin’den başlayıp, 3 Ağustos dolunayı ile İstanbul’da son bulan bir yolculuğa çıktım. Değerli dostlarımla Truva, Bergama, Efes gibi eski dönemin tapınaklarının olduğu belli başlı tatil bölgelerini ziyaret ettim. Truva’da Akhilleus’un izinde Kibele Tapınağını, Bergama’da Hadrianus’un gölgesinde Zeus, Athena ve Dionisos mabetlerini ve Efes’te Herkül’ün yoldaşlığında Artemis’i ziyaret ettim. Fakat oralarda yıkılmış, toprak altında kalmış harabelerden başka bir şey bulamadım. Zamanın çarklarında öğütülmüş antik kentler arasında bir yerden bir yere yolculuk yaparken arayışta olan ve içindeki gücü uyandırmak isteyen sıradan kahramanlarla karşılaştım. Yaşamın anlamını arayan bir müzisyenin içindeki şamanla, ‘Godo’yu Beklerken’ adlı tiyatro oyunundan bahsederek bizi şaşırtan kamp sorumlusu gençte bir tapınak rahibini gördüm. Elde ettiği zenginliğin bedelini sağlığı ile ödemiş, yatıyla denizlere açılmak için Poseidon’dan af dilemeye çalışan bir iş adamında ise geçmiş dönemlerin krallarını fark ettim… Anlayacağınız eski dönemin gerçeği arayan ruhları artık aramızdalar. Kim bilir belki siz de onlardan birisiniz.