Arap ülkelerinden İsrail’e

1920 ile 1970 yılları arasındaki çalkantılı dönemde çeşitli Arap ülkelerinden 850 bin Yahudi kovulur veya doğup büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda bırakılır… Bazı toplumlar 20 yüzyılı aşkın bir süredir yaşadıkları toprakları terk ederler.

Marsel RUSSO Perspektif
26 Ağustos 2020 Çarşamba

Yahudilerin Ortadoğu’ya 20. yüzyıl başlarından itibaren geldikleri fikri, düşünülmeden savunulan, yanlış bir algıdır. Modern Arap ülkelerinin kurulmasından, Osmanlı egemenliğinden, hatta İslam’ın doğuşundan çok daha öncelerine dayanan bölgedeki Yahudi varlığı, geçtiğimiz yüzyıldaki travmatik olaylardan nasibini almıştır… 

Çokça dile getirilmeyen Arap Yahudi toplumlarını incelemek, bunların nasıl dağıtıldıklarını mercek altına almak, Filistin yönetimlerince dile getirilen ‘geri dönüş hakkı’ ile ilgili taleplerin, tek taraflı düşünülmemesi gerektiğini ortaya koyar: En azından, göçe zorlanan, yerinden yurdundan edilenlerin yalnızca Araplar olduğu izlenimine kapılmanın çok da doğru olmadığı anlaşılmış olur.

İslam Dünyasında Yahudileri yaşamı

Gerilere gidecek olursak, İslam’ın bölgeye egemen olmasından itibaren burada yaşayan Yahudilerin ve Hıristiyanların zimmi statüsü ile devlet koruması altına alındıkları kayıtlara geçmiştir. Aynı dönemlerde Avrupa’yı kasıp kavuran dini bağnazlığın etkisi altında Kilisenin dayatmalarından defalarca göçe zorlanan Yahudi kimliği için, böylesi bir koruma çok ilerici bir haktır, hiç şüphesiz. Nitekim birçok Yahudi’nin, yaşadıkları toplumlar içinde siyasi ve toplumsal anlamda önemli mevkilere geldikleri görülür. Bu, İslam’ın egemen olduğu Endülüs’te de, İran’da da, Osmanlı’da da böyle olmuştur.

Bağdatlı Yahudi tüccarlar

Gerçi, zimmi yaşantısının özelliği birtakım mahrumiyetlerle anlam bulmasıdır. Silah kullanamazlar, ata binemezler, toprak işleyemezler, tanıklıkları kabul edilmezdi. Müslümanlardan belirgin şekilde ayrıt edilecek şekilde giyinmeleri gerekirdi. Kendilerine tanınmış sosyal alanın dışına çıkmaları ancak izne tabi olurdu… Genizah kayıtlarında, kökeni ne olursa olsun, İslam ülkelerinde zaman zaman yaşanan şiddetten dahi söz edilir.

Aydınlanmanın doğudan batıya göçü ile durum değişmeye başlar. Tanınan haklar keyfileşmeye, yaşantı gitgide kısıtlanmaya başlar. Avrupa Ortaçağ karanlığından çıktıkça, doğudan doğan güneş, kara bulutların ardında kaybolmaya yüz tutar adeta. 1789 Devriminin getirdiği hukuk vatandaşlık hakkını temel alır. Zimmi koruması bundan böyle, özgürlüğün, eşitliğin, kardeşliğin gözde fikirler olarak parlayacağı Yeni Çağ’da, ikinci sınıf olmayı, himaye altında yaşamayı ifade edecektir. Bu durum da, arada sırada saldırılara dek varacak çoğunluk otoritesinde anlam bulacaktır. Nitekim günümüzde, Mısır, Irak, Nijerya, Pakistan gibi bazı ülkelerde Müslüman olmayan toplulukların karşılaştıkları şiddet, uluslararası basında sıkça yerini almaktadır.

Ortadoğu’nun kırılma noktaları

Genelde İslam ülkelerindeki durumu böylece özetledikten sonra, özelde Ortadoğu’da, Arapça konuşan coğrafyayı irdeleyelim. 

Öncelikle, Arap ülkelerindeki Yahudiler açısından 20. yüzyılın iki önemli kırılma noktası vardır diyebiliriz. Birincisi, hiç şüphesiz 29 Kasım 1947’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulundan geçen Taksim Planıdır. 33 kabul, 13 ret ve 10 çekimser oyla kabul edilen 181 numaralı karar uyarınca, Büyük Britanya’nın manda idaresi altında bulunan Filistin toprakları üzerinde, biri Yahudi diğeri Arap olmak üzere iki ayrı devletten söz edilir. Yahudilerin söz konusu kararı kabul etmeleri ile 1948 yılının 14 Mayıs’ında İsrail Devleti, bir Yahudi devleti kimliği ile kurulur.

Filistin’deki Arap liderliği ve I. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulmuş diğer Arap Devletlerinin anlaşma metnini ret etmeleri ile başlayan süreç, bölgede yaşayan 600 ila 700 bin dolayında Arap mülteci konumuna düşürecek; İsrail’in kurulmasından hemen sonra, Arap ordularının saldırısı ile başlayan savaşın sonucu ise, bu insanların durumunu tescil edecektir…

Dahası, Şeria Nehrinin öte tarafında kendine özgü bir krallık olarak yaşantısını sürdüren Ürdün, batı kıyısındaki geniş bir toprak parçası ile birlikte Kudüs’ün doğusunu da kontrolü altına alacaktır. Bu anlamda, savaştan kârlı ve prestijli çıkan tek Arap ülkesidir Ürdün… Gelin görün ki, yurtları İsrail Devleti sınırları içinde kalıp, nedeni ne olursa olsun topraklarını terk etmek zorunda olan halka, ne Ürdün ne de başka bir Arap ülkesi sahip çıkar…

Tescillenen bir de İsrail Devleti’nin varlığıdır, hiç şüphesiz. Mayıs 1948’den Mart 1949’a dek, dokuz aydan fazla süren savaş, Yahudi halkı için bir ölüm kalım konusu olmuştur. Avrupa Yahudiliğinin, II. Dünya Savaşı esnasında maruz kaldığı katliam sonrasındaki ’48 Bağımsızlık Savaşını bu yönü ile de değerlendirmek gerekir. Elbette ki konu birkaç paragrafa sığdırılamayacak kadar kapsamlıdır ve hem bölgedeki Yahudi halkı hem de Arap halkını ne şekilde etkilediğinin, ayrıca, üzerine durmak bugünlere akseden olayları anlamak için elzemdir.

İsrail Devletinin hukuki kuruluş dayanağı Birleşmiş Milletler Taksim Planıdır. Bunun ve sonrasında İsrail’in askeri başarısı ile pekişecek Yahudi Devleti gerçeğinin etkisi elbette ki bölge ile sınırlı kalmamıştır. Arap ülkelerinde yaşayan Yahudi toplumları da, tıpkı Filistin’deki Araplar gibi, durumdan olumsuz etkilenmişlerdir.

Savaş yıllarında hem Mihver devletlerinin hem de müttefiklerin yoğun casusluk faaliyetlerine sahne olmuş, çöllerle kaplı toprağının altından petrol fışkıran Arap coğrafyasındaki Yahudiler için, ikinci kırılma noktası 1967 Haziranındaki 6 Gün Savaşıdır ki, bölgenin kaderini değiştirmiştir…

Mısır’ın Sina Yarımadası, Gazze Şeridi İsrail kontrolüne geçmiş; içinde Yahudi mahallesi ile MS 70 yılında Romalılar tarafından tahrip edilen Büyük Tapınağın Batı (Ağlama) Duvarının da bulunduğu Doğu Kudüs ile, Yahudi halkı için tarihi öneme sahip Yehuda ve Şomron – eş deyişle Batı Şeria – Ürdün’den kopmuş; Suriye, İsrail’in kuzeyini kuş bakışı gören stratejik Golan Tepelerini İsrail’e kaybetmiştir. Bu, İsrail’in varlığına son vermek adına savaşa tutuşan Arap ülkeleri ve Arap Birliği için tam bir hezimettir. 

Vatanlarını terk eden Yahudiler

Ancak esas trajedi, İsrail ile savaştan bir Arap kazanımının çıkacağı umudu ile değişik ülkelerde kendilerine tahsis edilen mülteci kamplarında yaşamlarını sürdüren Filistinli Araplarınkiydi. Bir de Arap ülkelerinde yaşayan Yahudiler için yaşantı artık içinden çıkılmaz bir hal alacaktı.

Ülkelerini terk etmek zorunda kalan Arap Yahudileri

Jewish Virtual Library’nin rakamlarına göre, 1920 ile 1970 yılları arasındaki çalkantılı dönemde çeşitli Arap ülkelerinden 850 bin Yahudi kovulur veya doğup büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda bırakılır… Bazı toplumlar 20 yüzyılı aşkın bir süredir yaşadıkları toprakları terk ederler. Kökeni Babil Kralı II. Nabukadnezar’ın Büyük Tapınağı yıktığı MÖ 580’lere dayanan Bağdat Yahudileri buna önemli bir örnek teşkil eder.

Göçün yönü kimi zaman ABD ve Kanada, kimi zaman da Avrupa ülkeleri olacaktır. Ancak mülteci konumuna düşenlerin azımsanmayacak bir kısmı geleceğini İsrail’de kurmaya karar vereceklerdir… 

Avrupa Yahudileri için dizayn edilmiş ulus devlet yapısı, çok değişik bir kültür ve gelenek ağı içinde yetişmiş Arap Yahudilerini bünyesine nasıl alacak, onlarla ortak geleceği nasıl şekillendirecektir? Kolektif hafıza bu sürece ne şekilde etki edecektir?  

 

 

Bu yazı  Zeki Jak Sevgi ve Mayir Saranga katkıları ile yazılmıştır.