Ağva’da bir hafta sonu

Dünyanın dört bir yanında, sayısız şehir gezerek birçok güzelliğe tanık olurken, İstanbul’da burnumuzun dibindeki güzellikleri de gözden kaçırmamak gerek…

Cako TARAGANO Seyahat
27 Ağustos 2020 Perşembe

Güzel yurdumun güzel şehri İstanbul, gerçekten doyumsuz bir coğrafyaya sahip. Binlerce kilometre kat edip, gezgin ruhumuzun dürtülerine uyarak nerelere gitmedik ki. Ama bir kez daha inandım ki cennet, evimizin birkaç kilometre yani yaklaşık80 kilometreötesinde.

YOL ÜZERİNDE KÖY KAHVALTISI

Bahar güneşinin evimizin penceresinden bize günaydın demesi ile sabahın erken saatlerinde günün programını kafamızda şekillendirmeye başladık. Köy tipi kahvaltı ile güne başlayıp keyfimize keyif katacak bir başlangıç istedik. Onlarca alternatifin içinden Şile yolu üzerindeki köy kahvaltısı veren evlere yönelip doğru yeşillikler içinde ineklerin, koyunların, atların bir arada otladığı köy evlerine geldik. Peyniri, zeytini, kaymak ve balı ile reçeli, tereyağı, kaşarının yanında sabah sabah tavukların yumurtladıkları yumurtaları sahanda kırıp mis gibi kokan tereyağının cızırtıları içinde tavşankanı demli çayımızı yudumladık. İnsanlar ne kadar özlemiş meğer bu ortamı.

Çocuklar bile kahvaltılarını, havadaki oksijenin sarhoşluğu içinde sessiz ediyorlardı. Bahar güneşinin sabah serinliğinde vücudumuzu ısıtması keyfimize keyif katıyordu. Salaş tahta masalar üzerinde serpiştirilen kahvaltılıklarımıza öbek öbek saman ve ot yığınları dekoru adeta manzaramızın tamamlayıcısı oluyordu. 15-16 yaşlarındaki temiz yüzlü köylü kızları servisi eksiksiz ve tam yapmanın telaşı ile usta garsonlara taş çıkarırcasına bir içeri bir dışarı koşturup duruyorlardı. Mekân sahibinin arada bir yanımıza gelip “Memnun musunuz? Bir eksiğiniz var mı?” şeklindeki soruları ise iyi ev sahipliğinin bir ifadesi oluyordu adeta.

Günü kazanmak amacı ile öğlen olmadan yola devam etmeye karar verdik. Şile yolu üzerindeyken 60 kilometre mesafedeki Ağva Köyüne doğru yola çıktık. Daha önceleri birkaç diziye ev sahipliği yapınca buraya olan ilgi bir kat daha artmıştı.

Şile - Ağva arası biraz fazla virajlı olmasından dolayı 60 kilometrelik yolu ancak bir buçuk saatte kat ettik. Yeni bir yeri keşfetmenin heyecanı sarmıştı her yanımı. Göksu Deresinin Ağva’nın içinden geçip Karadeniz ile kucaklaştığı bölgede, onlarca dağ ve köy evi tarzındaki butik oteller, sazlıkların arasından biz göz kırpıyordu.

GÖKSU DERESİ

Derenin iki yakası arasında sallar, karşılıklı gerilen iplerle, Kurballı Köyü ile Yakuplu Köyü arasında, bir o tarafa bir bu tarafa misafirleri taşımak amaçlı ring seferi yapıyordu. Yolda yapılan kahvaltı sonrası keyif kahvemizi bu salları seyrederek, Göksu Deresi üzerinde deniz bisikleti ya da tekne turu yapan insanları izleyerek yudumladık. Kendimi bildim bileli denizi olan ya da içinden nehir geçen şehirleri sevmişimdir. Bu şehirleri görme fırsatı yakaladığım zamanlarda ise varsa, mutlaka tekne turu yapmışımdır. Venedik, Amsterdam, Paris, St. Petersburg, Bangkok gibi uzak diyarlarda tekne turu yapan bir kişi olarak bu manzarada, böyle bir fırsat yakalamışken hemen değerlendirelim deyip 45-50 dakika süren Göksu Deresi motor turunu yapmak üzere bir tekne kiraladık. Arkadaşlarında benzetmesi ile adeta Bangkok’ta Chopraya Nehrinde gezinir gibiydik. Nehir boyunca sağlı sollu serpişmiş otelleri izleyerek yol alırken doğa harikası görüntüler, oteller gibi çok şirindi. Gezimizin yurt dışında olmadığının hayalinden, yanımızdan geçerken kültürümüzü yansıtan, diğer teknelerden yükselen müzik sesleri eşliğinde dans edip oynayan insanları görünce uyandık.

 

MANZARA ve BALIK

Köyün nefis manzarası, derenin akışı, sazlıklar, butik oteller, sessizliğin sesi adeta hepimizi sarhoş etmişti. Bu kez de Ağva’nın merkezini görelim deyip yaklaşık bir buçuk kilometrelik yolu köyden merkeze yürüyerek kat etmeye karar verdik. Etrafımıza bakına bakına ancak tepemizdeki güneşin sıcaklığını hissederek merkeze vardık. Nehir kenarına serpişmiş birkaç balık lokantasına bakıp sonunda otel hizmeti de veren Motel Tahir’in restoranında karar kıldık. Nehir kenarına sıfır masaları, adeta bir kanyonu andıran kayalıkları, harika manzarası ile en önemlisi bizi bu mekâna davet edip beklediğimiz servisi vereceğini taahhüt eden şefi burada balık rakı keyfi yapmamızı sağlayan etkenler oldu. Başlangıçtaki 3-5 klasik meze ile rakının en iyi dostu peynir ve kavunun yanında birkaç ara sıcak mezenin ardından balıklarımızın siparişini verdik. Kimimiz çipura kimimiz levrek kimimiz ise hamsi ya da istavriti seçti. Manzara muhteşem, ortam harika, hava ise sevgili eşimin tabiri ile ‘limonata’ kıvamındaydı. Yani ne buzlu rakı kadar soğuk ne demli çay gibi sıcaktı. İçini ferahlatan keyif veren kıvamdaydı.

Sevgili dostlar sanırım burası kışın ayrı yazın ayrı güzeldir. Ancak bahar mevsimlerinde burayı ziyaret etmenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

Bir Tutkudur Seyahat…