İstanbul Yahudilerine yönelik Protestanlaştırma faaliyetleri

Bilindiği üzere 19. yüzyıl Protestanlıkla ilgili misyonerlik faaliyetlerinin zirve yaptığı bir dönemdir. İlk misyonerler Osmanlı ülkesinde hedef kitle olarak kendilerine Yahudi ve Müslümanları seçtiler.

Önder KAYA Perspektif
2 Eylül 2020 Çarşamba

Bilindiği üzere 19. yüzyıl Protestanlıkla ilgili misyonerlik faaliyetlerinin zirve yaptığı bir dönemdir. Misyonerlik konusunda İstanbul’da ilk olarak Katolikler faaliyet göstermeye başladı. 16. yüzyıla kadar somutlaşan örneklerini görmenin mümkün olduğu bu faaliyetlere Protestan cemaatine mensup Hıristiyanların cevabı 19. yüzyılda geldi. Yeri gelmişken belirtmekte fayda var ki her ne kadar popüler söylemde bu topluluğa Protestan (yani karşı çıkan, Protestocu) dense de cemaat mensupları bu olumsuz sıfat yerine İncil okumayı ve onun rehberliğini ön plana çıkaran Evanjelik sıfatını kullanmayı tercih eder. Protestan misyonerlik konusunda ilk adımı İngilizler atmış ancak Osmanlı coğrafyası söz konusu olduğunda en somut başarılar Amerikalı misyonerler tarafından elde edilmiştir. 

Esasen misyonerlik faaliyetlerinin muhatabının hangi topluluklar olacağı sorusu ilk misyonerler için de muallâktı. Rum cemaati Osmanlı İmparatorluğu içinde en başarılı örgütlenen cemaat durumundaydı. Dahası bu cemaatin hamisi olarak Rusya ön plana çıkıyordu. Osmanlı İmparatorluğunun özellikle 19. yüzyılda Rusya karşısında düştüğü zafiyet Rumlara yönelik misyonerlik faaliyeti yürütmenin risklerini gözler önüne seriyordu. Rum Patrikhanesinin Rusya’yı devreye sokması misyonerlerin her hareketini başarısızlığa uğratabilecek müdahalelerin devreye girmesi anlamına geliyordu. 

İmparatorluk içinde yaşayan Ermenilerin durumu hakkında ise çok bir şey bilinmiyordu. Bundan dolayı ilk misyonerler Osmanlı ülkesinde hedef kitle olarak kendilerine Yahudi ve Müslümanları seçtiler. Ancak faaliyete geçtikten sonra Müslümanları, Hıristiyan inancına çekmeye çalışmanın neleri beraberinde getireceğini fark ettiler. İslam şeriatına göre din değiştiren kişinin cezai hükmü idamdı. Din değiştiren bir Müslüman evvela aklını başına alması için hapsediliyor, sonrasında ikazlar yapılarak tövbe istiğfar etmesi isteniyor ancak küfründe sebat ederse idam olunuyordu. İngiliz Elçisi Lord Stradford Canning’in padişah nezdindeki girişimleri sonrası her ne kadar idam cezası kaldırılsa da hapis cezası devam etti. Bunlara toplumsal baskı da ilave olunduğunda Müslümanlar üzerinde misyoner faaliyetler yürütmenin çok da akıl kârı olmadığı kısa bir sürede anlaşıldı.

Esasen normal şartlarda Yahudi cemaati üzerinde misyonerlik faaliyeti yürütmek de çok akıllıca bir tutum gibi görünmemekteydi. Bunun en temel sebebi Yahudi inancında kimlikle din arasındaki sıkı bağdır. İnancını değiştiren bir Yahudi toplum içindeki hemen her şeyini kaybeder. Gelgelelim misyonerlerin faaliyet devresine tesadüf eden 1820’li yıllarda Yahudi cemaati tam bir buhran içindeydi. Dolayısıyla misyonerler açısından mevcut ortam elverişli gibi görünmekteydi. Misyoner topluluklarının Yahudi cemaatine yönelmesinin belli başlı nedenleri arasında şunlar sayılabilir: Her şeyden önce cemaat içinde tam anlamıyla bir bütünlük bulunmamaktaydı. Çok eski zamanlardan beri Osmanlı toplumuna göç eden Yahudiler geldikleri yerlerdeki örgütlenme şekillerini aynı haliyle Osmanlı başkentine taşımışlardı. Farklı diller ya da en azından lehçeler konuşuyor, farklı tutumlar sergiliyorlardı. Bazı cemaatler dışarıyla bağ kurma noktasında sıcak bir tutum takınırken bazı cemaatler buna kesinlikle yanaşmıyorlardı. Sırf Balat’ta pek çok sinagog ve bunun etrafında farklı Yahudi cemaatleri kümelenmişlerdi. Ohri’den gelenler Ahrida, Yanbol’dan gelenler Yanbol, Selanik’ten gelenler Selaniko, İştip’ten gelenler İştipol cemaatlerini teşkil etmişlerdi. Kendi hahamları etrafında toplanan bu cemaatlerin üzerinde Hahambaşılığın denetim yetkisi çoğu zaman sembolik kalıyordu. Zaten Hahambaşılığın İstanbul dışında güçlü bir yetki sahasının olduğunu söylemek de pek mümkün değildi. Kaldı ki belirttiğim üzere bu yetki çoğu zaman İstanbul’da dahi sembolik boyutta kalıyordu.

Nüfuzlu Yahudiler 

Cemaat açısından diğer önemli bir unsur ise nüfuzlu cemaat mensuplarının varlığıydı. Bu cemaat mensuplarının bir kısmının doğrudan sarayla bir kısmınınsa Yeniçeri Ocağı ile güçlü bağlantıları vardı. Ocağın mali işlerine bakan Behor Carmona, Yezekel Gabay ve Yeşaya Acıman bu konuda ilk akla gelen isimlerdi. Bu isimlerden Behor Carmona’yı ayrı bir yere koymak gerekir. Şapçıbaşı unvanını taşıyan Carmona, sarayda Ermeni nüfuzunu teşkil eden amiralarla tek başına mücadele ediyordu. Hatta bir yere kadar onları sindirmişti de. Sultan II. Mahmud’un nazarında son derece nüfuzlu bir yere sahip olan Harutyun Amira Bezciyan’ı gözden düşürüp sürdürmeyi başarmıştı. Ancak 1826’da Yeniçeri Ocağının ortadan kaldırılmasıyla dengeler değişti. Sultan, nasıl ki öfkesini Yeniçeri Ocağı ile bağlantısı olan Bektaşiler üzerine kustuysa bu öfkeden ocakla irtibatları olan Behor Carmona, Yezekel Gabay ve Yeşaya Acıman da paylarını aldılar. Böylelikle Yahudi cemaatinin önde gelen isimleri padişah tarafından idam edildi. Harutyun Amira Bezciyan ise daha da güçlü bir şekilde geri döndü. Dolayısıyla Yahudi cemaati olası bir misyonerlik faaliyetine karşı çıkabilecek nüfuzlu bireylerini kaybetmiş oldu. Ancak Sultan II. Mahmud’un Hahambaşılığı 1835’ten itibaren yeniden yapılandırmasıyla beraber bu dağınıklık görece bir şekilde ortadan kalktı. 

Yahudilerin içinde bulundukları iktisadi ve kültürel buhran da onlar üzerinde karar kılınmasındaki bir başka önemli etken olsa gerek. 16. ve 17. yüzyıllarda imparatorluk içindeki en nüfuzlu gayrimüslim kesimi teşkil eden Yahudiler, 19. yüzyılda en geri kalmış toplum konumundaydılar. Misyonerlerin Protestanlığı yayarken kullandıkları sağlık ve eğitim hizmetleri pek çok Yahudi için bir can simidi olabilirdi. Yahudi cemaatine mensup bazı kesimlerse Protestanlığın kendisinden çok İngiltere ya da Amerika’dan bu yolla alabilecekleri himaye ya da vatandaşlıkla ilgileniyorlardı. Ancak yine bu dönemde Fransız Yahudilerinin ön ayak olduğu Alliance İsraelite Okulları ile Alman Yahudilerinin başını çektiği okullar, eğitim sahasındaki boşluğu önemli oranda azalttı. Haliyle Protestan misyonerlerin çabaları ilk başlarda meyve verecekmiş gibi gözükse de son kertede başarılı olamadı. 

Protestan misyonerlerin faaliyet alanları

Protestan misyonerler Osmanlı ülkesinde faaliyet göstermek için evvela Filistin bölgesinin üzerinde durdu ancak çok geçmeden İstanbul, Selanik, İzmir ve hatta Edirne’nin daha önemli merkezler olduğunu keşfettiler. Gelgelelim Yahudi cemaatine erişmenin bir takım zorlukları bulunmaktaydı. Her şeyden önce misyonerler arasında İbraniceyi bilen ve Eski Ahit’i İbranice olarak okuyabilenler mevcuttu ancak bu dil Osmanlı coğrafyasında işe yaramıyordu. Yahudilere ulaşabilmek için Judeo-Espanyol dilini yani Ladino’yu bilmek elzemdi. Bunun için bazı misyonerler İbranicenin bir sütunda Ladino’nun karşı sütunda yer aldığı karşılaştırmalı Eski Ahit metinlerinden yararlandılar. Protestan misyonerliğin ana hedefi zaten insanlara Tanrı’nın kelamını ana dillerinde vaaz etmekti. Üstelik bu tutumun şöyle bir pratik yanı da vardı. Protestan inancına geçirilen yerli halk bu sayede kendi dindaş ya da soydaşlarına daha kolay şekilde erişebilme imkânına sahip oluyordu. 

Osmanlı ülkesine gelen ve genellikle kendilerine İstanbul ve İzmir’i merkez edinen misyonerler Yahudi adetlerini öğrenmeye çalışıyor, İstanbul’da Hasköy, Kuzguncuk, İzmir’de Karataş gibi Yahudi semtlerini geziyorlardı. Yahudiler arasında dolaşırken zaman zaman Yeni Ahit’i de vaaz etmeye gayret gösteriyorlardı. Bunun için ilginç de bir yöntem geliştirmişlerdi. Evvela sohbete Eski Ahit’te geçen bir konu ile başlayıp dinleyicilerin dikkatini çekiyor, sonrasında konuyu Hz. İsa’nın çarmıha gerilişine getiriyor ve onun tekrar Mesih olarak geri döneceğine bağlıyorlardı. Bunun için Yahudi inancındaki Mesihle ilgili anlatı ve rivayetleri kullanıyorlardı. 

Sonuç 

Misyonerlerin Yahudi cemaati içindeki faaliyetleri 1826’da sınırlı da olsa sonuç vermeye başladı. Az önce de belirttiğim üzere Yahudi cemaati bu dönemde en önemli hamilerini kaybetmişti. Cemaatin en nüfuzlu adamı olan Behor Carmona misyonerlerin bastırdığı Eski Ahit tercümelerini toplatarak yaktırmış, misyonerle temas kuran cemaat mensuplarının bir kısmını hapse attırmış, bir kısmını falakaya yatırtmış bazılarını da Sultan katındaki hatırını kullanarak başkentten sürgün ettirmişti. Onun öldürülmesinden çok kısa bir süre sonra Yahudiler arasında tanassur yani Hıristiyan inancına geçme eylemleri gözlendi. Jacop Levi adında bir cemaat mensubu açıkça Hıristiyanlığını itiraf etti. Levi hapse atıldı ve kendisiyle birlikte hareket edenlerin adını vermeye zorlandı. Bu durumu başka tutuklama ve hapse atmalar izledi. Yahudi cemaatinin bu duruma tepkisi hızlı ve sert olmuştu. Bunu üç Yahudi’nin Hıristiyan inancını geçtiklerini ilan etmesi izleyecektir. Haham Davud, Ciltçi Haim ve Genç Nissim olarak adlandırılan bu Yahudiler misyonerler tarafından kaçırılarak Ermeni mahallesinde saklandılar. Ermeniler her ne kadar Yahudilere kucak açmış olsalar da Ermeni Patrikhanesi iki nedenden dolayı bu gelişmeden rahatsız oldu ve işler daha da karıştı. Her şeyden önce yaşanan gelişmeler Ermeni ve Yahudi cemaatleri arasındaki ilişkiyi bozar nitelikteydi. Dahası aynı tarihlerde Ermeni cemaati de yoğun bir misyoner baskısına maruz kalmış vaziyetteydi. Dolayısıyla cemaatin bütünlüğünün korunabilmesi için bu tür gelişmelere karşı ortak tavır alınması düşüncesi hâkimdi. Din değiştiren üç Yahudi 1828’e kadar hapis yattılar, ancak bu tarihte salıverildiler. Kısa bir süre sonra üçüncü bir tanassur hadisesi görüldü. Bu seferki Yahudi cemaati mensupları dinlerindeki yiyecek içecek konularındaki sert kurallardan bizar olduklarını beyan ederek Ermeni inancına geçmek için Osmanlı yetkililerinden izin istediler. Söz konusu Yahudiler Ermeni nüfusunun son derece yoğun olduğu Kayseri’ye sürgün edildiler ve burada sessiz sedasız vaftiz edilerek Ermeni cemaatine dâhil oldular. Batılılaşma sürecinde Osmanlı Devleti bu kişilere daha sert müdahale etmekten kaçınmış olmalı. Hadisenin bu şekilde sessiz sedasız kapatılmasında ihtimal ki Osmanlı Devleti üzerinde en nüfuzlu günlerini yaşayan İngiltere’nin de rolü olsa gerek. 

Cemaat 1830’ların ortalarından itibaren Hahambaşılığın yeniden yapılandırılmasıyla hızla toparlanma ve misyonerlik faaliyetlerine karşı daha etkili tedbirler alma yoluna gitti. Misyoner raporlarına göre bir dönem Yahudilerin misyoner ve kiliselerin yoğun olduğu Pera’ya çıkışları tezkereye bağlanmış ve misyonerlerin çevirdiği Eski Ahitlere ancak belirlenen Yahudi satıcılardan satın almak, misyonerlerden almamak şartıyla izin verilmişti. Bu dönemde Protestanlar önce Ermeniler sonrasında Bulgarlardan olumlu yönde sonuç aldılar ancak Yahudi cemaati üzerindeki faaliyetlerinin yarattığı hayal kırıklığının etkisiyle Yahudilerle ilgili çalışmalarını 1850’lerde neredeyse tamamen sonlandırdılar.  

 

KAYNAKÇA

Esra Danacıoğlu; Osmanlı Anadolu’sunda Anglo-Sakson Misyoner Faaliyetleri (1816-1856), Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri İnkılap Tarihi Enstitüsü Doktora Tezi, İzmir 1993

Moshe Sevilla-Sharon; İsrail Ulusu’nun Tarihi, Yeruşalayim 1981