“Sevginin ve sanat aracılığıyla bağlar kurmanın pandemiden daha güçlü olduğuna inanıyorum”

İsrailli sanatçı PİLPELED 1 Ekim’e kadar, İstanbul’dan ilhamla ürettiği ve Kadıköy’ün yeni sanat mekânı Black Flag Art’ta sergilenen yeni işlerinin yanı sıra Yeldeğirmeni Mahallesi, Talimhane Sokak’ta hayata geçirdiği 15 x15 metre boyutlarındaki duvar resmini sanatseverlerle buluşturuyor. Sanatçının Tel Aviv’den Paris’e, Krakov’dan Cape Town’a, Berlin’den Los Angeles’a dünyanın pek çok şehrinde yer alan duvar resimlerinden biri artık İstanbul’da!

Mirey NASİ Sanat
16 Eylül 2020 Çarşamba

Nir Peled ya da nam-ı diğer PİLPELED, şimdiye kadar tanıştığım en mütevazı sanatçılardan biri. Genç yaşındaki başarılarını ve dünyanın dört bir yanında yaptığı harika işleri yumuşacık ses tonundan dinledikçe dinleyesiniz geliyor. Aslında hiç politikaya bulaşmadan, büyük laflar söylemeden gerçek bir naiflikle, belki de çok cesur bir siyaset yaparak, insanlığa sevgi mesajları iletiyor. Cesur stili, ilginç konu seçimleri ve yaptığı çocuk resimleri ile bana göre umudu da vurguluyor. İstanbul’da gördüğü sıcak ilgi ve bu şehri New York, Berlin, Londra gibi büyük sanat merkezleriyle kıyaslaması, farklı kültürleri aynı potada eriten kadim kent İstanbul'un sanatçılar için doğal bir kanvas olmasıyla açıklanabilir.

Grafik, grafiti, illüstrasyon karması ayrıksı tarzı ve monokromatik boya tekniğiyle yaptığı duvar resimleriyle dünyada sokak sanatının önde gelen temsilcilerinden olan PİLPELED ile, pandemi sürecine rağmen, İsrail Kültür Ataşesi Elazar Zinvel’in büyük desteğiyle gerçekleştirdiği sergisini konuştuk. 

 

Öncelikle kendini Şalom okuyucularına tanıtır mısın? Nir Peled kimdir, sanata nasıl başladı?

Adım Nir Peled ama PİLPELED takma adıyla tanınıyorum. 35 yaşındayım. İsrail’de doğdum. Hayatım boyunca resim yapmayı çok sevdim. Bu işe farklı müzik türleri ile uğraşan arkadaşlarımın grupları ve büyük partiler için posterler tasarlayarak başladım. Bu benim için bir tür tasarım okulu oldu. Ne sevdiğimi öğrendim ve insanlar da ne yaptığımı gördü. Aynı zamanda sokak resimleri yapıyor ve tişört baskıları tasarlıyordum. Bu iş zamanla İsrail’de tanınan bir marka haline geldi ve dokuz yıl boyunca tişört, pantolon, çorap, spor ayakkabı, şapka gibi, üzerine baskı yapabileceğim şeyler tasarladım. Şimdi daha çok duvar resimleri, ofisler, dış mekânlar, restoranlar ve hatta evler için muraller/duvar resimleri yapıyorum, dünyanın farklı yerlerindeki sergilere katılıyorum.  

İşlerinizle dünyanın önemli şehirlerinde yer aldınız ve şimdi de İstanbul’dasınız. Bu kent sizin için ve sanatınızı sergilemek açısından ne ifade ediyor? 

Burada olmak gurur verici. Söylemeliyim ki, Türk yaşam tarzını az da olsa tanıyordum. Daha önce gelmiştim fakat bu sefer şunu fark ettim: Londra, Berlin ve New York gibi önemli sanat şehirleri havalıdır ama bu şehrin değişik bir tarzı olduğunu, İstanbul’un farklı olduğunu keşfettim, en çok da buradaki sanat ortamını kastediyorum. Sokaklarda gördüğüm işler benim zevkime göre oldukça üst düzey. Tanıştığım insanlar, yaşam biçimleri, mesela Black Flag Art’daki arkadaşlar gerçekten harika. Burada diğer şehirlere nazaran daha özel hissediyorum kendimi çünkü belki de pek kimsenin bilmediği veya Türkiye’ye gelince görmeyi ummadığı, güzel yemeklerin, güzel havanın ve kahvenin ötesinde şeyler keşfediyorum. Özellikle de insanlarının sıcaklığı ve misafirperverliğiyle, Kadıköy gibi özel bir yeri keşfettiğim için çok şanslıyım. 

İstanbul’da yaptığınız işler ve özellikle de duvar resminize ilham veren neydi?

Dünyanın farklı yerinde bu çocuk resimlerini yapıyorum. Daha önceden planlanmış bir şey değildi ama duvarda güzel duruyorlar, etkileşime açık ve viral olmaya müsaitler. İnsanlar bu resmin önünde durup fotoğraf çektirmeyi seviyor ve elleriyle (tıpkı resimdeki gibi) baykuş suratı yapıyorlar. Yani duvardaki resmin fotoğrafını çekeceklerine, resmin önünde ve resimdeki çocuklarla aynı suratı yaparak kendilerini çekiyorlar. Bu yaklaşımı çok seviyorum. 

Komşuların reaksiyonu ne oldu? 

En heyecan verici olan da buydu… Çünkü genellikle kaykaylarıyla gençlerin gelmesini beklersiniz ama burada farklıydı. Kedileriyle, köpekleriyle, çocuklarıyla aileler geldi, oturup resim çektirdiler, hatta bazıları alkışladı. Hiçbir yerde olmayan bir sıcaklık ve iyi niyet vardı. Bazı şehirlerde insanlar sokak sanatını vandallık olarak bile görebiliyor ama burada kabul edildi ve beğenildi. Yaşlılar, hatta dindar insanlar bile sevdi ve soru sordu. Çok şaşırtıcıydı.  

 

Sokak sanatı sizin için ne ifade ediyor? Dünyaya siyasal, toplumsal, insani ya da sizin istediğiniz bir mesaj vermenin bir yolu mu yoksa sadece duvar resminizin önünden geçenleri mi hedefliyorsunuz?

Her şeyden önce sokak sanatı geniş bir dünya. Bu sanatı dalı duvar resminden, duvara yazı yazmaktan fotoğraf paylaşımına kadar sokakta yapılan her şeyi kapsıyor ama grafiti farklı bir tür, bir nevi duygu patlaması gibi. Galerilere gitmek güzel ama sanatı sokağa taşımak daha farklı bir şey. Herkes için yapılıyor. Bazen bulunduğu ortamın duygusunu alıyor ya da yaratıyor, bölgenin insana verdiği hissin bir parçası oluyor; hatta bazen uzun süre kalıyor ve bir nirengi noktası, bir sembol haline geliyor.  Bu anlamda Kadıköy’ün özel bir yer olduğunu düşünüyorum. Umarım ve tahmin ederim ki, bundan birkaç yıl sonra dünyanın dört bir yanından insanlar sadece güneşiniz veya harika yemekleriniz için değil buradaki sokak sanatını da görmeye gelecekler. 

Daha önceki mülakatlarınızdan birinde “İşlerimi tanımlayamam; görsel dilin onları istediği yere götürmesine izin veriyorum” dediğinizi okumuştum. Görsel diliniz hakkında neler söylersiniz?

Resimlerim daha çok duyarlılıklar ve duygularla alakalı. Din, şiddet veya buna benzer şeylerle hiç ilgilenmiyorum. Daha çok sevgi, birbiriyle ilişki kurmak ve mutlu olmakla ilgili… Çocuklarla çalışmayı çok seviyorum. Çocukları resmetmenin pozitif ve güzel bir yanı var. Yazı bile eklemiyorum ve çoğu zaman hikâyeyi açıklamaya çalışmıyorum. Gördüğünüz şeyden sizin kendi öykünüzü çıkartmanızın daha güzel olduğuna inanıyorum.

İşleriniz moda dünyasına da girdi ve dünya çapında markalarla çalıştınız. Modaya nasıl bulaştınız?

Her şey gibi bu da komik ve kendiliğinden gelişen bir hikâye. Tel Aviv’in en büyük gece kulübü için el ilanları ve posterler tasarlıyordum. O kadar çok iş yaptım ki, bana epey para borçlandılar ve ödeme yapmak yerine tişört pazarlarında bir satış noktası vermeyi teklif ettiler. Kabul ettim ve gidip üzerine baskı yapmak için düz siyah tişörtler satın aldım. Siyah-beyaz tişört serisi böyle başladı. Beş farklı tişört yaptım. Bunun bir marka haline geleceğini hiç düşünmemiştim ama insanlar daha fazla istedikçe ben de daha fazlasını yaptım. Tişörtler, gözlükler, çoraplar, pantolonlar ve bir marka yaratmak için gereken her şey… Sanat hikâyem de böyleydi zaten; hiçbir zaman sanatçı olmayı hedeflememiştim. Sadece çizgi roman çizmeyi çok seviyordum. 

Sanat eğitimi aldınız mı?

Hayır. Bu sanata hemen liseden sonra başladım ve askerdeyken devam ettim. Açıkçası sanatçılık gibi bir meslek olduğunun bile farkında değildim. Aynı şey markam için de geçerliydi. Marka dokuz yıl devam etti; adı PILPELED’di ama üç yıl önce kapattım. O işi özlemiyor değilim çünkü pop-up defileler yapar, yeni insanlarla tanışırdık. Çocuklar gelirdi. Benim için en önemlisi çocuklar çünkü ben de çizgi roman dünyasına ait her şeye tapan bir çocuktum. Belki bir gün yine başlarım. 

Puma, MTV, Coca-Cola ve Absolut gibi önemli markalarla çalıştınız. Bu da dünya genelinde geniş bir kitleye hitap ettiğinizi gösteriyor. İlham kaynaklarınız neler?

Daha öncede dediğim gibi bir manifestom yok; yaptıklarım yaratıcılıkla ilgili. Bana hep Mısır’dan mı, Yunan veya Afrika tarzından mı ilham aldığımı soruyorlar. Dürüst olmak gerekirse hepsinden etkileniyorum ve hepsini seviyorum. Bu tarzların hepsini İsrail’de bulabiliyorsunuz çünkü burada dünyanın her tarafından gelen kültürler var. Ve hiç yazı kullanmıyorum. Herkesin anlayabileceği görseller…

Bir sonraki şehir hangisi? Hayalini kurduğunuz bir şehir var mı?

Japonya’ya gitme hayalim var. Daha önce gitmediğim bir ülke ve gerçekten görmek istiyorum. Kim bilir şimdi artık belki Dubai’ye de gidebiliriz…

Bir hayalim daha var. Üç yıldır bir resimli roman üzerinde çalışıyorum. Şimdiye kadar ana karakteri çizdim ve renklendirdim. Hikâyeyi de oluşturdum ama yazımı üzerinde çalışmam gerekiyor. Umarım bir gün bir baykuş adamın maceralarını anlatan bu resimli romanı yayınlarım. 

Bir izleyici olarak neden siyah-beyaz çalıştığınızı sormak istiyorum. Ayrıca bütün işlerinizde beni en çok çizdiğiniz gözler etkiliyor. Belki bunu da biraz açarsınız… 

Siyah-beyazın gücünü seviyorum. Bütün işlerimde siyah ve beyaz ama boş, yuvarı olmayan gözler çiziyorum. Böyle çizince yüz daha çok maskeye benziyor ve insanlar bazen bu şekilde, resimle daha iyi ilişki kurabiliyor. Ayrıca gözlerin olmaması bir gizem yaratıyor. 

Bütün dünyanın uçağa binmekten bile korktuğu bir zamanda bu iş nasıl gerçekleşti? 

Sanatçı, Kültür Ataşesi Elazar Zinvel’e desteği için sonsuz teşekkürlerini sunarak burada sözü ona bırakıyor…

E. Zinvel: Nir’in İstanbul’da bir proje gerçekleştirmesi için iki yıldır uğraşıyorduk. Çünkü Nir, İsrail’in en önemli ve tanınmış sokak sanatçılarından biri; dünyanın dört bir yanında işler yaptı. Onu İstanbul’a getirebilirsek çok iyi olur diye düşünüyordum. Önce Kadıköy’de bir sokak sanatı festivali yapılacaktı ama iptal edildi. Ardından İstanbul’da düzenlenecek bir çizgi roman festivali ile irtibata geçtim. Bu festivale gelecekti ama pandemi başladı. Daha sonra Nir ile konuşurken İstanbul’da bir galerinin kendisine bir e-posta gönderdiğini söyledi. Detayları istedim ve galeri ile bir görüşme ayarladım. Görüşmede Nir’i getirme konusunda anlaştık. Çalışmaya başlamamız bu şekilde oldu ve bütün bir pandemi sürecinde bu proje üzerinde çalıştık. Bir yandan da onlara, “Bu duvar resmi projesi için çok çalışıyoruz ama unutmayın ki, COVID-19 dönemindeyiz, her şey iptal edilebilir, uçuş iptal edilebilir, sokağa çıkma kısıtlamaları gelebilir” diyordum. Ama ne mutlu ki, haftalar önce Nir nihayet İstanbul’a geldi. Çok mutlu oldum ve onlara “Sanatçımız geldi” diye haber verdim. İlk aşama bitmişti. Sonra da sergiyi düzenlemeyi başardık. İsrail’den bir sanatçının burada sergi açması sıklıkla gördüğümüz bir şey değil; özellikle de bunun gibi devasa bir duvar resmi ile… Her zaman yeni projeler yapmaya çalışıyoruz ama kolay olmuyor. Özellikle pandemi döneminde… Çok mutluyuz. Sergi bir ay sürecek ama resmin yapıldığı duvar-olur da duvarın olduğu otopark alanına bir bina yapılmazsa -hep kalacak. Herkes resmi görmeye geliyor ve önünde fotoğraf çektiriyor.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

İsrail Konsolosluğuna, Kadıköy halkına, sergiye gelen herkese teşekkür etmek istiyorum. Bizim için anlamı büyük. Bir tür iadeyi ziyaret düzenlemek, buraya gelen insanları ve yerel sanatçıları İsrail’e davet etmek istiyorum. Bir duvar resmi, pop-up gösteri yapabiliriz ve Tel Aviv’de birlikte çalışabiliriz. Bunu yapabileceğimize inanıyorum ve dört gözle bekliyorum çünkü burada çok güzel, dünyanın başka hiçbir yerinde olmadığı kadar sıcak karşılandık. 

***

Bazı işlerimin üzerine İbranice deyimler, sevdiğim insanlara notlar, köpeğimin adını ya da bazı kelimeleri Akad alfabesi ile yazıyorum. Mesela İstanbul’da boyadığım bir vazoya en sevdiğim İbrani deyimini yazdım: “Vazonun dışına değil içine bak”.