Şeytan geri döndü

“İfade edilmemiş duygular asla ölmez; sadece diri diri gömülür ve sonradan daha korkunç şekillerde tezahür ederler.” Sigmund Freud

Arda EŞBERK Perspektif
23 Eylül 2020 Çarşamba

Angela Merkel ırkçılığı topluma yayılmış bir zehir olarak tanımlarken, bir başka Alman siyasetçi, eski Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ise aşırılığı “Şeytan geri döndü!” sözleri ile ifade etti. Üst düzey yetkililerin açıklamaları ile doğru orantılı olan iç istihbarat örgütünün raporuna göre Almanya’da 2019 yılında aşırı sağcıların sayısı 32 bin 80 olarak kaydedildi. Aşırı sağ kaynaklı suçların sayısı yüzde 9,7 artarak, 21 bin 290’a yükseldi. Schulz’un sözlerindeki gibi “Kendini uzun süre unutturmuş Şeytan” gözlerini tekrar Avrupa kıtasına dikmiş gibi görünüyor. 

Tarihler 28 Ağustos 2020’yi gösteriyordu. Alman Parlamentosunda (Reichstag) çalışan İtalyan asıllı arkadaşımın rehberliğinde kısa süreli bir parlamento gezisi yapıyorduk. Binanın içinde en enteresan noktalardan birisi ise müzeydi. Müzede Nazilerin sebep olduğu Reichstagsgebäude olarak bilinen 27 Şubat 1933 akşamı çıkmış olan yangına dair haberin olduğu gazeteyi inceliyordum. Gazete sayfaları tüyler ürperten olayların resmi tanığıydı. Acılarınızdan ve hatalarınızdan ders alın der gibi bana bakıyordu. Tam o sırada meclisin önünde neler yaşandığından ise habersizdim. Sözde, korona krizini protesto etmek için toplanan aşırı sağcı, ırkçı kalabalık meclisi basmaya hazırlanıyordu. Zamanın çarkları II. Dünya Savaşı’na giden yolun taşlarını döşeyen olayların benzerlerini tekrar dünya sahnesine taşıyor gibiydi! 

Alman toplumunun bir kısmı korona öncesinde başlayan ve korona ile zirve yapan aşırı sağ akımların etkisinde akıl tutulması yaşarken Alman kanallarında 23 Mart 2020 tarihinde bir dizi yayınlandı. Netflix yapımı dizimizin adı ise ‘Freud’. Freud dizisinin kahramanı adından da anlayacağınız gibi yaşadığı dönemde nörolog olarak bilinen Sigmund Freud. Dizi ana hatlarıyla incelendiğinde Freud’un hipnoz araştırmalarını ve buna bağlı olarak kendini kanıtlama arzusunu konu ediniyor. Biyografiden uzak bir yaklaşımla korku-gerilim tadında Freud’un kimliğinden yola çıkarak kurgulanan dizide işlenen cinayetlerin sırrı çözülmeye çalışılıyor. Bu olayların merkezinde ise Macar asilzadelerin evinde yaşayan yine kendisi de Macar olan medyum Fleur Salomebulunuyor. Avusturya-Macaristan İmparatorluğundan ayrılmayı hedefleyen milliyetçi asilzadelerin gücü ele geçirmek için kullandığı silah ise okültizm, kara büyü ve medyum Fleur Salome! Hedefleri ise onlara özgürlüğü getirecek olan şeytani gücü uyandırmak. Egolarının liderliğinde, güç sarhoşluğu yaşayanlar hedeflerine ulaşmak için yeri geldiğinde şeytani yollara başvurmaktan asla vazgeçmiyorlar. Sonuçta güce giden yolda onlara göre her şey mubah! Zira tarih sayfaları kara büyü, okültizm ve medyumlar kullanarak gücü ele geçirmeye çalışanların hikâyeleri ile doludur. Gelin zamanda ve mekânda yolculuk yaparak bunların kimler olduğunu bulmaya çalışalım.

Zaman makinemizi 17 Ağustos 1918 yılına ve rotamızı Almanya’nın Münih şehrine çeviriyoruz. Kemerlerinizi sıkıca bağlayın. Yolculuk başlasın… Eğer ayaklarınızın altında gösterişli desenlerden oluşan halıyı hissedebiliyor ve odadaki ahşap mobilyaları görebiliyorsanız yolculuğumuz başarılı geçti demektir. Şu anda Vier Jahreszeiten (Dört Mevsim) otelindesiniz. Bulunduğumuz oda da dünya tarihine kara bir leke olarak kazınacak II. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyecek örgütün kuruluşu gerçekleşmekte. Kurucusu ise bir anti-kahraman, Nazilerin manevi babaları ve başöğretmenleri olarak gördüğü Rudolf von Sebottendorf.  Sebottendorf, üstün ırk düşüncesinin ve neo-paganizmin fikir babası olan  Guido von List’in öğrencisi. Nazilerin ve dünyadaki Pan-Cermenist soylu ve aydınların ideolojik olarak yetiştikleri akademi sayılabilecek gizli topluluk ise Thule Cemiyeti. Alman okültist ve siyaset adamı olan Sebottendorf ve cemiyet üyeleri hedeflerine ulaşmak ve gücü ele geçirmek için her türlü karanlık yöntemden faydalanmışlar ve dünya sahnesine şeytanın gücünü yansıtacak kişiyi bulmayı başarmışlardır. Yani Adolf Hitler’i!

Bunu da 1937 yılında Almanya’da bir dergiye verdiği röportajda Sebottendorf şu sözlerle açıkça ifade etmiştir: “Adolf’ü ben seçtim. NSDAP’nin her mensubu artık birer kahraman olmaya hazır. Bana soylu biri değil, Alman ulusunu hedefim doğrultusunda ilerletecek bir lider lazımdı. Bana korkak ve çekingen aristokrat oğlanları ve kızları değil, vatansever ve aydın çocukları lazımdı. Onları ben seçtim, dostlarıma talimat verdim ve bugün emin adımlarla hedefe doğru ilerliyoruz. Almanya kaybetmeyecek. Yenilse bile kaybetmeyecek. Bizim ikinci bir sığınağımız var. Cephede hayal kırıklığı yaşarsak orada yolumuza devam edeceğiz.”

Korona sürecinin getirdiği baskıcı uluslararası politikalar, ekonomik buhran, iklim değişimleri, yaklaşmakta olan gıda krizi, Doğu Akdeniz çevresinde ısınan sular ve yükselen sağ akımlar… Sanki birileri uyumakta olan Şeytan’ı yeniden dünya sahnesine davet etmiş izlenimi uyandırıyor. Siz ne dersiniz?