Gözaltındaki toplum

Ferhat ATİK Toplum
23 Eylül 2020 Çarşamba

Özel hayatın mahremiyeti dendiğinde herkesin aklına ilk önce medya geliyor. Medyada her gün karşımıza çıkan ünlülerin bu konuda yaşadıkları sıkıntılar ve yayıncının bunu kendinde hak görmesi konusundaki tartışmalar bu mahremiyete müdahale edilmesi ile gerilen iletişimler karşımıza mahremiyete müdahale gibi geliyor. Bir kısım müdahale bu. Ama çevremizde, her bir bireyin özel hayatının mahremiyetine müdahale eden o kadar çok olgu var ki, medya masum kalır.

Yaşadığımız yüzyıla bir önceki yüzyıldan miras kalan yeni bilgi teknolojisi, insanlığa büyük yararlar sağlamaktadır. Daha fazla üretim, suçları önlemek için daha iyi yöntemler, gelişmiş tıbbi yardım, göz kamaştırıcı eğlenceler, pek çok rahatlık… Fakat bunların bir bedeli var: Özel hayatın gittikçe azalan mahremiyeti.

***

“Yalnız kalabilme hakkı /The right to be left alone”; ünlü bir Amerikan Anayasa Mahkemesi yargıcı olan Lous Brandeis tarafından söylenen bu sözler esnek fakat çok önemli bir olgunun esasını teşkil eder. Özel hayatın mahremiyetinin sınırlarını çizmek her zaman ustalık isteyen bir iş olmuştur.

İnsanların çoğu, oy kullanmak için, işe girmek için, alışveriş için, çalışırken, sosyal ortamlarda veya kütüphaneden kitap alırken dahi birbirlerinin kendi haklarında bazı bilgiler edinilmesinin gerekliliğini uzun zaman önce kabul etmişlerdir. Mahremiyet hakkı şimdilere çok sayıda ulusal yasada ve uluslararası insan hakları anlaşmalarında kutsal bir yere konmaktadır. Bugün varsıl ve teknolojik olarak daha ileri toplumlardaki insanların çoğu, yasalara uydukları sürece, mahremiyet haklarını istedikleri zaman kullanabileceklerini düşünmektedirler. Ama yanılıyorlar. Çok sayıda yasaya, anlaşmalara ve anayasalardaki hükümlere rağmen mahremiyet hakkı yıllardır aşınmaya devam etmektedir. Çünkü bu hak ‘kişisel verilerin gizliliği’ başlığı ile daha da geniş bir alana yayılmıştır.

Bu hızlanışın sebebi Brandeis’i, 1890 yılında yazdığı ve yukarıda geçen sözünü meşhur ettiği bir makalede alarma geçiren sebeple aynıdır: Teknolojik değişim. Brandeis’in zamanında mahremiyeti en çok tehdit eden şey fotoğraf ve ucuz basımın yayılmasıydı. Bizim zamanımızda bunu bilgisayarlar yapıyor.

Zamanımızda hükümetlerin ve firmaların şahıslar hakkındaki edinebilecekleri bilgi miktarı Brandeis’i dehşete düşürdü. Elektronik verileri toplayan ve dağıtan güç o kadar çabuk büyüyor ki ortaya yeni bir soru çıkıyor: “20 yıllık bir zaman süreci içinde, korunacak bir mahremiyet kalacak mı?”

Mahremiyet konusundaki tartışmaların birçoğu medyanın mahremiyete tecavüzü ile ilgilidir. Fakat bugün mahremiyete en büyük tehdit medyadan değil sayıları gittikçe artan günlük elektronik işlemlerimizin kayıt edilmesi ve bir araya toplanmasından meydana gelmektedir. İnsanların çoğu haklarında bilgi toplandığından haberdarlar, fakat toplanan bilginin miktarından emin değiller. Birçok insan posta kutularına veya elektro posta kutularına gönderilen ilan ve reklam postası yüzünden şaşkın ve sinirliler. Bu ilanlar bir bilgi buzdağının sadece görünen küçük kısmı. Ticari ve resmi veri tabanlarındaki kişisel verilerin miktarı son yıllarda bilgisayar teknolojisindeki ilerlemelerle birlikte çok hızlı bir biçimde ve başarıyla gelişmiştir. Muhtemelen dünya üzerindeki en çok bilgisayar donanımına sahip olan Amerika Birleşik Devletleri bu konuda liderlik yapmaktadır, fakat diğer ülkeler onun çok gerisinde değillerdir. Ücretsiz telefon uygulamalarına girerken bir bedel ödemediğimizi düşünebiliriz mesela. O zaman emin olun ürün siz oluyorsunuz. Bilgileriniz ‘en iyi niyetle’ ticari olarak kullanılmaktadır.  

1997 yılında 900 büyük firmadan oluşan Amerikan Yönetim Birliğiyle yapılan bir çalışma, firmaların yaklaşık üçte ikisinin kendi çalışanlarını bir şekilde elektronik gözetim altında tuttuklarını kabul etmeleriyle sonuçlanmıştır. Güçlü yeni yazılımlar patronların sadece tüm telefon konuşmalarını değil aynı zamanda her e-mail mesajını ve yapılan anahtar işlemleri denetlemelerini ve kaydetmelerini kolaylaştırmaktadır. Bilgi güçtür, bu durumda resmi idarelerin bilgi-işlem teknolojisini kullanmak konusunda firmalar kadar hevesli olmaları şaşırtıcı değildir. Daha iyi sağlık hizmetleri sunmak, suçla savaşmak, teröristleri takip etmek gibi gerekli nedenler ise, bu olanları geri planda tutar. 

Amerika, İngiltere, Kanada, Avusturalya ve Yeni Zelanda gizli örgütleri, tüm uluslararası uydu telekomünikasyon trafiğini, yüz binlerce mesaj arasından özel kelimeleri veya cümleleri seçebilen ve ‘Echelon’ denen bir sistemle müşterek olarak denetlemektedirler. Bu ‘müşterek denetim’ gün geçtikçe yayılmakta, yapılan iş, onu yönetenlerin ahlaklarına kalmaktadır.

***

Gittikçe artan sayıda elektronik alet ve yazılım paketi bir diğeri ile etkileşim sağlamasına yardımcı olan kimlik tanımlama becerileri içermekte ve her zaman bu yeni teknolojilerin etkilerini tahmin etmek güç olmuştur, fakat yeni teknolojilerin ilerdeki zamanlarda bir tür izleme amacıyla kullanılacakları muhakkaktır. İzleme için kullanılan aletler, yasal olsun veya olmasınlar, korkutucu bir şekilde yüksek teknolojiye sahip ve kolayca satın alınabilir bir hale gelmektedirler. Çok küçük mikrofonlar fısıltıyla yapılan konuşmaları dahi sokağın karşısından kaydedebilecek güce sahiptir. Yaban arısı boyutlarındaki video kameralar günün birinde bir duvara veya tavana bağlı bir şekilde odanın içinde uçabilecek ve olan biteni kaydedebilecektir. Gizli olmayan denetleme şekilleri de aynı şekilde gelişecektir.

Özel hayatın mahremiyetinin nerede başlayıp nerede bittiği yıllardır tartışılsa da, öncelikle bunun önemli etkeni medya olsa da tek sonucu medya değildir. Ayrıca popüler kültürün, yozlaştırıcı etkisinden ne denli uzak olunursa o denli etik ve geliştirici olunduğu ve medya sorumluluğu kazanıldığı da bir gerçek.