Pandemide tiyatroya gitmek

Erdoğan MİTRANİ Sanat
23 Eylül 2020 Çarşamba

Tiyatroyu yaşamının ayrılmaz bir parçası olarak gören, haftada iki-üç oyun izleyen biri olarak, mart başından beri tiyatrosuz kaldığımda yoksunluk krizi çeken bir bağımlı gibi hissettim. Bu dönemde, Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen tiyatro kurumları, sahneledikleri çok sayıda önemli yapımı çevrimiçi izlemeye açmış olduklarından, izleyememiş ya da adını duymuş olduğumuz bir oyuna ulaşma olanağı, tiyatrodan tam anlamıyla kopmamayı sağlamış olsa da, bir oyunu sahnede canlı izlemenin, artık yakın dostlarımız olmuş tiyatrocularla oyunu tartışmanın keyfini çok ama çok özledim. Buna, çoğunun başka bir geliri olmaksızın, sanat aşkı uğruna çalışan tiyatrocu dostlarımızın içinde bulundukları çok zor durumun endişesi de eklendi tabii ki.

Altı ayı geçen bir süre sonrasında, tiyatrolarımızda önce açık hava mekânlarında, yenilerde de kapalı salonlarda az da olsa bir hareketlenme başladı.

Çoğu tiyatrolar ısınma turlarına geçen sezonun önemli oyunlarını yeniden sahneye çıkararak başlamışken Moda Sahnesi, 17 Eylül’den itibaren, COVID-19 yasaklarından beri ilk kez yepyeni bir prodüksiyonla canlı tiyatroya dönüş yaptı. Hem yaşıma, hem kontrol altında tutmakta olsam da riskli sağlık durumuma karşın, tiyatroyu fazlasıyla özlediğim için bu oyunu izlemeye cesaret ettim. 

Moda Sahnesi, fuaye ve salonu oyun öncesi ve sonrası temizlikten sonra oyun dışında kapalı tutan, 263 seyirci kapasiteli tiyatro salonunu, COVID-19 nedeniyle yayınlanan ‘tiyatro salonlarının kullanımı kurallarına’ göre yüzde 60 kapasiteyle 157 seyirciye açmak yerine kapasiteyi 100 kişiyle sınırlayarak seyircinin sağını, solunu, önünü ve arkasını boşaltan bir oturma düzeni kurmuş. Sinemayı açmamış, salon kapılarını oyun boyunca hiç kimsenin alınmadığı geniş fuayeye açarak, klimaları çalıştırmadan doğal bir havalandırma sistemi oluşturmuş. Şimdilik tek kişilik oyunlarla başladıklarından, oyuncuların da birbirine bulaştırma riskini yok etmiş. Yönetimin bu bilinçli tavrı izleyiciye de yansımış. Herkes sosyal mesafe kurallarına uyarak, maskesini çıkarmadan tiyatroya girip çıkıyor ve oyun izliyor.

Sonuç olarak oyunu, güvende hissederek, huzur içinde izleme olanağımız oldu. Moda Sahnesinde ve benzer ciddi tedbirlerin alındığı diğer mekânlarda bu zor dönemlerde bile artık oyun izlemeye dönebileceğimize inanıyorum.

             

Sezonun ilk yenisi Moda Sahnesinde

‘Babamı Kim Öldürdü’                      

Moda Sahnesi, genç Fransız yazarı Édouard Louis’nin otobiyografik romanından uyarlanan ‘Babamı Kim Öldürdü’ oyunu ile fiziksel olarak tiyatroya dönüyor.

Eddy Bellegueule, 1992’de Fransa’nın kuzeyindeki Hallencourt’da dar gelirli bir işçi ailesinin çocuğu olarak doğar. On yıl boyunca bir fabrikada çalışan babasının sırtına düşen bir yük, adamın omurgasını kırıp, onu sancıları için devamlı morfin verilen, çalışamaz ve yatalak bir duruma getirdiğinde, aile devletin verdiği düşük ötesi yardımla ve arada bir yaşlılara bakan annenin eline geçen az bir parayla geçinmeye çalışır. 

Ailesinin üniversite eğitimi alabilen ilk bireyi olan Eddy, 2011’de Paris’te, Fransa’nın en üst düzey yüksek eğitim kurumlarından ikisine, École Normale Supérieure ve École des Hautes Etudes en Sciences Sociales’a kabul edilir. Eddy isminin Édouard'ın kısaltması olabileceğini düşünerek onu Édouard diye çağıran lise arkadaşlarının verdikleri ‘takma ismi’ ilk adı, Jean-Luc Lagarce'ın ‘Juste la Fin du Monde / Alt tarafı Dünyanın Sonu’ adlı oyunundaki karakterin ve aynı zamanda bir arkadaşının ismi olan Louis'yi soyadı alarak 2013’te ismini resmen Édouard Louis olarak değiştirir. 

Ailesinin yaşadıklarından yola çıkarak yazdığı romanlarında ırkçılık, sömürü, cinsiyetçilik, ekonomik bunalım, nefret suçu, ayrımcılık gibi temaları işleyen Louis’nin 2014 başlarında yayınlanan otobiyografik ilk romanı ‘En finir avec Eddy Bellegueule / Eddy Bellegueule’ü Başından Atmak’, ailesinin ve kişisel kökeninin sosyal geçmişine odaklanır.

2016’da yayınlanan ikinci romanı ‘Histoire de la Violence / Şiddetin Tarihi’nde Louis, şiddetin köken ve nedenlerini bir Noel akşamı maruz kaldığı cinsel saldırı üzerinden analiz etmeye çalışır. Bir yandan çocukluğunu, içine doğduğu yoksulluğu, kendisine saldıran Reda’yı, diğer yandan da Fransa’nın sömürgeci tarihini anımsayarak şiddeti anlamaya, hatta affetmeye çalışır: “Affetmek, insanları sorunun dışında bırakmak, nedenleri kişilerden başka yerde, (...) onlardan daha büyük tarihsel güçlerde aramak anlamına geliyorsa, evet, bununla bir sorunum yok ve affediyorum.”Kitap, adli soruşturma açılmasını ve savcılıkça olayın ‘cinsel saldırı’ olarak yeniden sınıflandırılmasını sağlarken, yazarın şiddet konusunda ‘rahatlığından’ söz edenlerin saldırılarına da maruz kalır.

Üçlemenin son halkası, Qui a Tué Mon Père / Babamı Kim Öldürdü’, Mayıs 2018’de yayımlanır. İşçiliği değişmez bir kader gibi giyinen, iş kazası sonucunda sürekli acı çeken, yatalak kalanbabasıyla çelişkili ilişkisini ele aldığı bu kitapta da, diğer romanlarındaki gibi, şiddetin farklı biçimlerini ele alır. ‘Babamı Kim Öldürdü’, elitlerin savunmasız sosyal sınıflar üzerinde kurduğu siyasi hâkimiyetin şiddetini, erkek egemen toplumun mağdurların ve hatta faillerin üzerindeki şiddetini, baba-oğlu arasındaki sessizliğin şiddetini, homofobinin şiddetini irdeleyerek, özellikle en korunmasızları etkileyen siyasi şiddete karşı suçlamalarla sona erer. Babasının erkeklik, işçilik, aile gibi olgulara yaklaşımının ve bu yaklaşımındaki açmazların sorumlusu olarak devleti gören, babasının başına gelen felaketten devleti sorumlu tutan ‘Babamı Kim Öldürdü’ adı bir soru değildir. Édouard Louis’nin, babasının bedenini mahvettikleri için, reformlarıyla, aylak ya da tembel olarak nitelendirdikleri en muhtaçların yaşam haklarını yok ettiklerini ileri sürdüğü, ChiracSarkozy,Hollande ve Macron gibi ülkeyi yöneten politikacılarla ‘intikam amaçlı’ hesaplaşmasıdır.

Kitabın önsözünün “Bu metin bir tiyatro oyunu olsaydı…” diye başlamasından cesaret alan Stanislas Nordey, 2019’da romanı, Strasbourg Ulusal Tiyatrosunda sahneye koyup tek kişilik bir oyun olarak uyarlar. 2020’de Édouard Louis, Thomas Ostermeier ile birlikte sahnede karakterini bu kez kendisinin üstleneceği yeni bir uyarlama hazırlar. Schaubühne ve Théâtre de la Ville de Paris ortak yapımı bu prodüksiyon hâlen Paris’te sahnelenmekte…  

Bizim Moda Sahnesinde izlediğimiz, Louis’nin uzun bir monolog olan özgün metninin Kemal Aydoğan tarafından sahneye uyarlanarak yönettiği yorumudur. Sahne tasarımı Cansu Aslan’a, görsel tasarımı Fidel Kılıç’a, ışık tasarımı İrfan Varlı’ya, müziği Dengin Ceyhan’a ait olan tek kişilik oyunda Onur Ünsal, Édouard Louis’yi canlandırıyor. 

Kemal Aydoğan, küçük anekdotlarla, aile içi yaşananları, baba-oğul arasındaki sevgi-nefret ilişkisini sakin sakin, dantel gibi işlerken alttan alta da bir tekinsizlik, bir tedirginlik duygusu inşa ediyor. Babanın trajedisi ve çaresizliğinin boyutu ortaya çıktıkça izlence giderek sertleşerek bir patlama noktasına geliyor ve umutsuzluğun sükûnetiyle sona eriyor.

Tabii ki en büyük kozu, kuşağının en iyi oyuncularından Onur Ünsal. Bu fenomen yorumcu 100 dakika boyunca, sesi, yüzü, mimikleri ve tüm bedeniyle, kimi zaman alçak sesle, kimi zaman çığlık çığlığa, kim zaman koşarak kimi zaman dans ederek, kim zaman babasının hasta yatağına uzanarak Édouard’ın yaşadıklarını, hissettiklerini, umutsuzluğunu, isyanını aktarıyor. Bu tek kişilik oyunculuk gösterisi, henüz 35 yaşında olmasına karşın Onur’un, artık olgunluk çağında olduğunu kanıtlıyor.

Aylar sonra yeniden tiyatroya kavuşmamızın, müthiş sağlam bir metin, çok başarılı bir sahneleme ve çok parlak bir oyunculukla gerçekleşmiş olması mutluluğumuzu iyice arttırdı.

‘Babamı Kim Öldürdü’ sezon boyunca Moda Sahnesinde. Kaçırmayın ve gönül rahatlığıyla izleyin derim. Hepinize iyi seyirler.