Halle Sinagog saldırısından kıl payı kurtulanlar

Almanya’daki Halle Sinagog saldırısının üzerinden neredeyse 1 yıl geçti. Lakin insan hayatının ve toplumun üzerinde oluşturduğu iz ve kalıntılar pek de kolay gideceğe benzemiyor.

Dünya
25 Eylül 2020 Cuma

LİZA CEMEL

 

Gerek bu korkunç olayı bizzat deneyimlemiş insanlar, gerek etrafta bu olaya şahitlik edenler, gerekse toplumumuzun geneli olarak en kutsal günlerimizden biri olan Yom Kipur’da böyle bir olayla sınandık. 

Kipur günü yeniden yaklaşırken geriye dönüp baktığımızda neler düşünüyoruz? Kendi hayatımızda ve etrafımızda neleri değiştirmeyi umuyoruz? 

Bir de olaylara geçen sene Kipur’da travmatik bir deneyim yaşamış iki arkadaşımızın gözüyle bakalım... 

Mollie Sharfman: “Yanlış kişiye, yanlış aileye ve yanlış topluma bulaştın!”

Mollie’nin mahkeme sonrası yaptığı etkileyici konuşmayı dinlemek için: Video Kaynak: Democ.de)


Mollie bir savaşçı, tıpkı dedesi gibi…

Dedesi 100’e yakın akrabası arasından Holokost’tan kurtulan tek kişi. Çocuklarını, torunlarını her şeye rağmen sevgiyle büyüttü. Aile zincirindeki o kilit parça… Bir hayat… Günümüzdeki o tüm değersizleştirme çabalarına rağmen ne kadar değerli değil mi?

İlk torunu, ilk göz ağrısı Mollie’ye her Yom Kipur’dan önce sıkıca sarılır ve kutsama duası okurdu. Onun kanatları ve koruması altında hep kendini güvende ve huzurlu hissetti Mollie. 

Seneler sonra yine bir Kipur öncesi… Ama Mollie bu sefer dedesiyle değil. Hatta ailesinden, evi Amerika’dan kilometrelerce uzakta. Pek de bilmediği bir yerde, yeni tanıştığı insanlarla… Aslında Kipur’u Halle’de geçirmek için aklında tek bir şey vardı: Neden olmasın?! Genç üyelerin azaldığı bu cemaate destek veririm diye düşündü.

Verdiği bu karar aslında farkında olmadan hayatında birçok şeyi değiştirdi. Mollie, saldırgan olay yerine gelmeden sinagogdan çıkış yapan tek kişiydi. Sanki içine doğmuşçasına, sanki bir çağrı gibi… 

Videosunu izlediğimizde bile kan donduran saldırıyı Mollie sinagoga yakın bir parktan duydu. Pek de konduramadı seslerin oradan gelebileceğine aslında.

Sakin gibi görünen o 9 Ekim günü işte, aslında uzun zamandır en olaylı, en az sakin olan gün olmuştu bir anda.  

Mollie’yi Halle hikâyesinde özel yapan bir durum daha var kanımca. Dua devam ederken grupla beraber silah seslerini duymanın sarsıcı etkisi bir yana, asıl dışarıda tek başına olmanın verdiği çaresiz durum tarif edilemez. Çünkü koca bir belirsizlik ve çaresizliğin tam ortasında kendini bulan Mollie uzunca bir süre sinagoga, arkadaşlarının yanına bile giriş yapamadı. İçeride onun yokluğunu fark eden bir arkadaşının uzun uğraşları sonucunda olay yerindeki engeli aşarak ulaştı arkadaşlarının yanına. 

Nazi terörist Stephan Balliet etrafa saçtı nefretini, saçtığı gibi de 2 masum insanı; Jana ve Kevin’i katletti. İşin komik(!) tarafı da öldürdüğü insanların Yahudi bile olmamasıydı. Ama ırkçılığın da ötesinde, belki de aşırı korku ve öfkeden doğan, kötülük ve nefret böyledir. Yahudileri sevmiyorum diye geçinir ama aslında karşısına çıkan ilk kişiyi de vurabilecek kadar da canidir. Böylelerinin bir diğer sorunu da akıl almaz olmalarıdır. Mollie ve diğer davacıların mahkemede yüzüne karşı bile gülebilecek, dalga geçercesine sırıtabilecek kadar da utanmazlardır. 

Lakin bunlar bizi yıkamaz diyoruz ya hep, Mollie işte tam da bundan bahsediyor. En takdir edilesi kısmı da böylesine bir yıkımın ardından durmaması, pes etmemesi… Aksine nasıl yapıcı olurum, nasıl bazı yanlış algıları değiştirebilirim, nasıl kültürler arası köprü kurarım diye uğraşıyor. 

Rebecca Blady: “Büyükannem Auschwitz’in kapısında annesinden koparıldı. Ben de kızım ve benim için aynısından korktum…”

Rabbi Rebecca mahkemenin bilmesini istiyordu: “Holokost bitti ama etkileri geçmedi. Yalnızca bir tarihi olgu değil, hâlâ bugünaramızda olan bir gerçeklik.”

Holokost’tan kurtulan büyükannesi, hikâyesini mahkemede anlatamadı. Onun yerine torunu anlattı. Zaten Rebecca’ya korkmamasını söyleyen ve hikâyesini paylaşması için cesaretlendiren de ta kendisiydi!

Bu travmanın çok zor bir süreç olduğunu, ama aynı zamanda ona inanılmaz bir güç ve motivasyon verdiğini de sohbetimize ekliyor. Almanya’daki genç Yahudi liderlerini güçlendirmek ve eğitmek amacına artık daha da bağlı.

Ülkesi Amerika’ya kıyasladığında da benzer problemleri tespit ediyor Rebecca. Antisemitizmin ve ırkçılığın toplumdaki liderler tarafından kınanması gerektiğini ve değişime yönelik ciddi politikalar uygulanmasının ne kadar zaruri olduğunun da altını çiziyor. 

Saldırılan döner restoranına Yahudi organizasyonundan destek

 

Hâlâ umudumuz var! Hâlâ birlik içindeyiz!

 

Saldırının bir diğer mağduru ise işletme sahibi İsmet Tekin. Restoranında bir can öldü, nasıl geri dönebilirdi ki alışılmış hayatına?

İsmet Tekin: “Aklıma bile gelmezdi, yalnızca Müslüman olduğumuz için öldürülme fikri. Hiç düşünmezdim, Yahudi dostlarımızın böyle bir saldırıya uğrayacağını. Kalbinde nefret olanlara soruyorum: Neden inancımızdan bu kadar rahatsızsınız? Neden bizden bu kadar nefret ediyorsunuz? Neden beraber huzurla yaşayamıyoruz?”

Aslında Mollie’nin de, Rebecca’nın da, döner restoranı için bağış toplayanların da çok büyük bir ortak paydası var. Hepsi olumlu bir değişim görmek istiyor; toplumda, dünyada ve insanlarda…

Bu yazımı yazarken çok düşündüm, benim ve toplumumuz için önemini fark ettim. Herkes aynı şekilde destek vermek zorunda değil ama ben kendime göre nasıl katkı sağlarım diye düşündüm.

Çok değerli arkadaşlarım Mollie ve Rebecca’ya da kendimce söz verdim. Hikâyelerini en iyi şekilde yansıtmak için elimden geleni yapacağım diye. Belki, ve umarım, toplumda da değişime bir katkım olacak. Biraz sevgi, işte o zaman gerisi kolay…

Sevgiyle kalın. Gmar Hatima Tova.