Geçen hafta Birleşmiş Milletler’in 75. Genel Kurulunda konuşan Suudi Arabistan Kralı Selman bölge halklarına birlikte yaşama çağrısında bulundu ve Ortadoğu’da barışın stratejik seçenekleri olduğunu belirtti.
Bölgede son zamanlarda yaşanan hızlı değişim ve gelişmelerin Suudi Arabistan için önemini Prof. Dr. F. Gregory Gause, ile konuştuk. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri konularındaki çalışmaları ile bilinen Prof. Gause, Texas A&M Üniversitesi - Bush School of Government and Public Service Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı.
Herkesin aklındakiyle soruyla başlamak istiyorum. İsrail ile ilişkilerini normalleştirecek bir sonraki ülke Suudi Arabistan olabilir mi?
Hayır. Kral buna karşı çıkıyor. Kral hayatta olduğu sürece (Suudi Arabistan ve İsrail’in) resmi ve aleni bir ilişkileri olmayacak.
The Wall Street Journal’a göre Kral ile Veliaht Prens arasında İsrail ile ilişkileri normalleştirme konusunda bir anlaşmazlık olduğunu anlatan bir makale yayınlandı yakın bir tarihte. Bu durumda söylenenler doğru…
Evet. Bu durum Trump’ın barış anlaşmasının farklı etaplarında yaşanan Suudi tepkilerinden de belli oluyordu. Kral ve Veliaht Prens’in Amerikan Büyükelçiliğinin (Tel Aviv’den) Kudüs’e taşınması konusundaki fikir ayrılıkları da bunu gösteriyor.
Suudi Arabistan hava sahasını İsrail uçuşlarına açmayı kabul etti. Suudi Arabistan merkezli Arab News’un Twitter hesabından İbranice olarak Roş Aşana bayramını kutlaması gibi birçok sıcak mesaj geliyor. İki ülke arasındaki ilişkiyi nasıl tarif edersiniz?
İyileşiyor. Göz önünde daha düşük seviyeli ve düşük maliyetli jestler yapılıyor. Kapalı kapılar ardında ise daha yoğun ve yüksek kademe görüşmeler sürüyor.
Körfez ülkelerinin Suudi Arabistan’dan alınmış bir onayları var mı? Demek istediğim Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, Suudi Arabistan’ın rızası olmadan da İsrail ile ilişkilerini normalleştirebilir miydi?
BAE daha bağımsız bir aktör. Bahreyn’in bu adımı atabilmesi için en azından sessiz bir onaya ihtiyacı vardı. Bu onayı aldığını düşünüyorum.
Suudiler Arap Barış İnisiyatifine bağlı kaldıklarını söylüyorlar. Bu inisiyatife göre İsrail’in, Filistinlilerle anlaşmaya varması ve 1967’de elde ettiği topraklardan çekilmesi şartını yerine getirmesi gerekiyordu. Ancak bundan sonra İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin önü açılabilecekti. Son gelişmeler ışığında, bu inisiyatif hâlâ geçerli mi? Bazı değişikliklerin yapılmasını bekliyor musunuz?
Hâlâ geçerli olduğunu düşünüyorum. Ancak giderek önemi azalıyor. Tam çekilme muhtemelen görüşmelerin yapılabilmesi için bir başlangıç noktası olabilir, varılacak bir hedef değil artık.
“Gitmeli miyiz, kalmalı mıyız?” son makalelerinizden birinin başlığı. ABD Ortadoğu’yu terk mi ediyor?
Hayır. Beşinci Filo hâlâ Körfez’de. Kuveyt’teki Kamp Arifcan hâlâ 10 bin Amerikan askerine ev sahipliği yapıyor. Katar’daki El-Udeyd ve BAE’deki Dafra hava üsleri hâlâ faaliyet gösteriyor. Eğer Irak’ı işgal eden 150 bin Amerikan askerini temel alıyorsanız, bölgedeki Amerikan mevcudiyeti tabi ki azaldı. Ancak bu doğru bir karşılaştırma olmaz. Günümüzde, Amerikan ordusunun bölgedeki varlığı, Körfez Savaşından sonraki, 1990’ların ortasındakinden çok daha fazla. O dönem hiç kimse ABD’nin Ortadoğu’yu “terk ettiğini” tartışmıyordu.
Kasım seçimlerinden sonra Ortadoğu politikasında ne değişir? Özellikle İran nükleer anlaşması konusunda…
Biden hükümeti İran ile nükleer konusunda pazarlıkların yeniden başlaması için çaba harcayacaktır. Buradaki soru İran’da işler o kadar değişti mi ki Tahran’dan herhangi bir cevap gelmiyor. Yeni bir yönetimin Suudi Arabistan’a karşı Trump yönetiminden daha sert olacağını ve İsrail’deki Netanyahu hükümetiyle de daha az işbirlikçi olacağını düşünüyorum. Her iki örnekte de yaşanacak değişim, açık bir düşmanlığa doğru olmayacak, Biden, Trump’ın bu iki lideri koşulsuz desteklemesi durumundan uzaklaşacaktır.
Ve son olarak, Türkiye ile Suudi Arabistan ilişkilerini nasıl görüyorsunuz? İki ülke arasında bir yakınlaşma olabilir mi?
Tabi ki olabilir, ama bu yakın bir zamanda olmayacaktır. Hem Suudiler hem de Türkler Sünni dünyanın liderliğine oynuyorlar. Her iki ülkenin de İslam’ın politikadaki yerine yönelik farklı anlayışları var. Erdoğan Müslüman Kardeşler’i ve benzer Sünni grupları destekliyor. Suudi Arabistan ise bu konudan oldukça rahatsız. O daha yukarıdan aşağıya, rejim kontrolünde bir İslam istiyor.