Adını İngilizce ‘püskül’ anlamına gelen bir sözcükten alan Fringe Festival, sahne sanatlarında ‘alternatif’, ‘sınır’ ve ‘keşfedilmemiş’ gösterilere odaklanan bir oluşum.
Fringe'nin hikayesi, 1947’de Uluslararası Edinburg Festivaline davetsiz misafir olarak katılan ve gösterilerini ‘bir kenarda’ sergileyen sekiz ekiple başlamış. Bu oluşum giderek, çağdaş gösteri sanatları alanındaki en prestijli festivallerden Edinburg Fringe'e dönüşmüş. Günümüzde her yıl dünyanın birçok kentinde, farklı ölçek ve formlarda düzenlenen Fringe Festivalleri alternatif ve yenilikçi işler üreten genç sanatçılara işlerini uluslararası platformda sergileme imkânı sunmakta.
Çoğulcu ve disiplinlerarası bir temele dayanan Fringe, yeni ve dinamik olanı kültür ve sanat yoluyla arayan katılımcılarını, çoğulcu ve yenilikçi bir atmosfere davet ediyor.
Tüm dünyada olduğu gibi çeşitliliği ve özgünlüğü İstanbul'un kent dinamiği ve çok kültürlü doğasıyla buluşturmak üzere yola çıkarak, ilk kez geçen sene kentimizde başlayan Istanbul Fringe Festival, bu yıl COVID-19 tedbirleri çerçevesinde çevrimiçi olarak gerçekleşti. YouTube, Zoom, WhatsApp ve diğer sosyal medya mecralarından ücretsiz olarak izlenen festivalde 15 topluluğun dans, performans ve tiyatro gösterileri, atölye çalışmaları, sanatçı-izleyici buluşmaları, söyleşiler ve kapanış partisi yer aldı.
Bu haftadan başlayarak Istanbul Fringe Festival 2020 kapsamında izlediğim gösterilerinden söz edeceğim.
‘Hâl / Status’
Türkiye’den Işıl Bıçakçı Dans Project’in, Modern dans Topluluğu İstanbul ile birlikte gerçekleştiği 18 dakikalık açılış gösterisinde, kahverengi pantolon-ceket ve normal ayakkabı giymiş, biri kadın dört dansçı, müzik eşliğinde boş bir sahnede değişik ‘hâlleri’ yaşıyorlar.
Koreografi, başarılı bir ışık tasarımı eşliğinde, biçemden biçeme geçişleri çok akıcı olarak gerçekleştiriyor. Performansın en etkileyici tarafı Demet Aksular, Emre Olcay, Ferhat Güneş ve Ozan Akgün’ün hiç aksamayan kusursuz birlikteliği.
‘Cocoon / Koza’
“Çocukluğumuzda yaşananlar bugünkü bizi yarattı. Diğer insanların travmaları kaçınılmaz şekilde bizi etkilerken, acılarının ağırlığını paylaşmak onları ve kendimizi suçlamamızı da beraberinde getiriyor. Kendimizi korumak için dış dünyanın acılarını geçirmeyen bariyerler yaratıyoruz. Bunu yaparken de içimizde bir savaş başlatıyoruz. Yeni bir başlangıç yapmak suçlamayı bırakıp değer vermeye başladığımızda mümkün olabilir.”
2017’den beri Dresden’de ‘Landesbühnen Sachsen’ topluluğunda çalışan 1993 doğumlu genç İtalyan dansçı Brian Scalini, 2018’den beri koreograf olarak da yaratıcı işler yapıyor. Sıradan insanların günlük yaşamını etkilemiş gerçek travma hikayelerinin derinlemesine araştırıldığı, ilerideki yaşamlarında yapıcı bir tepki oluşturmak amacıyla beden ve dans diline yansıtıldığı ‘Walking Wounded Series’ içinde yer alan Cocoon, dansçı Teresa Pereira’nın çocukluğunda yaşadığı olaydan esinlenen, dans tiyatrosuna yakın duran tek kişilik bir dans gösterisi.
Çocukluğunda kendisini çok etkileyen biriyle yaşadığı travmatik olayın aslında kendisine yönelik olmadığını ileriki yıllarda keşfeden Teresa’nın, bu insanı ve geçmişini bağrına basmasının dans aracılığıyla anlatıldığı bir öykü.
Bologna Üniversitesinden tasarım diploması da olan Scalini, kadını koruyucu bir koza gibi saran, ancak şeffaf bir kumaştan yapıldığı için, geçmişin içimizde baskı altına aldığımız bu anılarını gizleyemeyen ikinci bir deriyi andıran kostümü de tasarlamış. Dansçının kafasını tamamen içine alan başlık, aslında koruyucu olmanın ötesinde, yaşanmış olan travmayı kadının içinde tutmaya da zorluyor. Sonunda kadın başlığın körleştirici etkisinden kurtulup geçmişi özümseyip onunla barışmak için başlığı göğsüne bastırıyor.
Öykünün duyumsattıklarını Teresa Pereira büyük başarıyla aktarıyor. Adam Sojka’nın bu performans için bestelediği özgün müzik de çok etkileyici.
‘Mutante’
‘Mutante’ Vietnam’a özgü bir kentsel özellik olan kadınların motosiklete binerken güneşten ve kirlilikten korunmak için vücutlarını ve yüzlerini tamamen örtmelerinden ilham alır. Akşam olduğunda ise kadınlar örtülerini çıkarıp bedenlerini özgürlüğe kavuşturur.
Yaratım süreci Vietnam’da gerçekleşen bu Belçika kökenli hibrit çalışmada Pierre Larauza ve Emmanuelle Vincent’ın koreografi ve sahne tasarımı, hareketin heykelleştirilmesi üzerinden heykel ve dans arasındaki türler arasılığını inceliyor. Sürekli dönen bir sandığın üzerinde duran maskeli performansçı (Emmanuelle Vincent), DANG’ın canlı müziği eşliğinde, kimi pozları ya da dans adımlarını alıp heykelsi hareketlere çevirir. Giysileri azar azar çıkarken yüzünü kapatan katmanlar artar ve sonunda yarı heykel yarı hayvan olarak dönen mekanizmadan kendini kurtarır. Parlak bir koreografik fikir; çok başarılı bir dansçı; ilginç bir müzik. Ancak gösterinin ilk 30-35 dakikası süresince devam eden heykelsi devinimler giderek izleyiciyi yormaya başlıyor.