Sevenleri, çalışma arkadaşları ve dostları Jak Kamhi’yi anlattı.
Jak Kamhi’yi özlemle anmak
Elda Sasun
Profilo Holding'in kurucusu ve başkanı, aynı zamanda çelik inşaat, metal eşya ve buzdolabı, otomatik çamaşır makinesi gibi elektronikte birçok ilklerin Türkiye'de üretilmesine öncülük etmiş, meslek hayatı boyunca pek çok alana imza atan ünlü iş adamı Jak Kamhi’nin ölüm haberi sevenlerini derinden etkiledi. Bu kişilerden biri de Türkiye’de yıllarca kendisi ile uzun bir proje kapsamında çalışan, kültür ve toplum, Osmanlı Tarihi alanlarında eserler yazmış, Hayfa Üniversitesinde Yahudi Tarih Bölümünde Emeritus/Emekli Tarih profesörü Prof. Minna Rozen’di. Kendisinin Jak Kamhi’nin anısına yazdığı makaleyi tercüme ederek paylaşıyorum.
8 Ekim 2020. Sukot 5781.
Prof. Minna Rosen’den Jak Kamhi anısına…
Geçtiğimiz akşam Elda Sasun beni aradı ve üzülerek Jak Kamhi'nin vefatını haber verdi. Uzun yıllar çalışmalarım esnasında, birçok ülkede, çeşitli ulusların üyeleriyle ve birçok farklı kişiyle tanıştım. Bazılarını az hatırlıyorum, bazılarını unuttum, ama bir kısmı bende güçlü ve silinmez bir izlenim bıraktı. Jak Bey de onlardan biriydi. Modası geçmiş olduğunu bilmeme rağmen ben ona hep Jak Bey diye hitap ederdim. Jak Kamhi İngilizlerin "Saygıyı emreder" diyeceği kişilerden biriydi.
1987 yılının kış aylarında, rahmetli Profesör Bernard Lewis beni arayıp İstanbul'a yaptığı bir ziyarette, Yahudilerin İspanya’dan sürülmelerinin 500. yıldönümünü kutlama fikrini öne süren Jak Kamhi adında tanınmış, mühim bir Yahudi iş adamı ile tanıştığını anlattı. Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğuna göç ettiği yıllar, Türklerin Batı dünyasında kötü bir imaja sahip olduğu bir dönemdi. Jak Bey’in fikri, dünyanın; Osmanlı ve Türk tarihinin insani yüzüne aşina olmadığı, zaman içinde bu noktaya (1492) yapılacak vurgu sayesinde, ülkesine farklı bir ışık tutmaya yardımcı olacağı yönündeydi. Prof. Lewis o zamanlar dünyanın en önde gelen Osmanlı İmparatorluğu tarihçisiydi ve Annenberg Musevi ve Philadelphia'da Yakın Doğu Çalışmaları Araştırma Enstitüsüne direktör olarak atanmıştı (bugün Pennsylvania Üniversitesi). Prof. Lewis fikrin kendisine ilginç geldiğini, Jak Bey'e, böyle bir planda törenlere, halkla ilişkiler çalışmalarına ek olarak, bir dizi sürdürülebilir projeyi tarih ve kültürü birleştirmeye yardımcı olacak Osmanlı ve Türk Yahudilerinin, hem Türk hem de Yahudi hafızası üzerine kurulabilecek yeni projeleri düşünmesini önerdi. Yaptığı tekliflerden biri, Türk Yahudilerinin 400 yıldan daha eski olan mezarlıklarını belgelemekti. Bu mezarlıklar, Yahudi toplumunu ve kültürünü temsil eden olağanüstü hazineler içeriyordu ve kentsel genişleme sebebiyle yok edilme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Prof. Lewis, bunun, başkanlığını yaptığı enstitü aracılığıyla kapsamlı bir proje olacağını değerlendirdi. Jak Bey bu fikri kabul etti ve Prof. Lewis'i projeyi geliştirmesi için cesaretlendirdi. İşte kendisiyle yaptığımız telefon görüşmesinde, Prof. Lewis bana projeyi üstlenmeye istekli olup olmadığımı sordu. İki aylığına İstanbul'a gitmeye ve orada neler yapılabileceğini görmeye karar verdik. Jak Bey ile böyle tanıştım ve bu, hayatımda sekiz yıl süren bir dönemin başlangıç noktasıydı. Türkiye'de uzun dönemler geçirdim, sık sık ziyarete gelip gittim. Yaklaşık sekiz yıl süren bu zaman zarfında, Jak Bey'in bu projeye tutumu adeta Rönesans zamanındaki halkla ilişkileri mükemmelce yürüten bir asil olarak tanımlanabilir. Onun cömertliği ve asaleti hakkında yazdığım hiçbir şey abartı olmaz. Proje, çok uzun vadeli bir yatırımdı ve kendisi, ondan talep ettiğim hiçbir şeyi ret etmemişti. Proje bitimi için hedeflenen tarih 1992’ydi ancak projenin bu tarihte meyvelerini vereceğine dair kesinlikle hiçbir garanti yoktu. Jak Bey bunu çok iyi anladı. Jak Bey, projenin geleceğini görme vizyonuna ve bunun zamansal, fiziksel olanın ötesindeki şeylere para ve enerji katma arzusuna sahipti. Büyük kısmını finanse ettiği projenin sonucu, kısa süre önce canlı yayından da izlenebilen Türk Yahudi mezarlığı anıtlarının dijital arşivi gerçekleşti (https://jewishturkstones.tau.ac.il/). Projeyi bitirmek tam otuz yıl sürdü. Bu uzun projenin onun taahhüdü, bağlantıları, maddi katkısı olmadan gerçekleşmesi imkânsız olurdu.
Yıllar geçtikçe, Jak Bey'in gittiği her yerde saygı gören asil bir figürden daha fazlası olduğunu öğrendim. O gerçek bir Türk vatanseverdi ve her zaman ülkesi için en iyi olanı istiyordu. Bir gayrimüslim olarak da Atatürkçü vizyonunu paylaştı. Türk vatansever olmak Yahudiliğiyle çelişmedi. İsrail ile Türkiye arasında bağlar kurmak için tüm kaynaklarından ve yollardan yararlanarak çok çalıştı. Bir keresinde bana "İsrail Devletinin bana nasıl biri olmam gerektiğimi öğretti" dedi. Her zaman Yahudiliğiyle gurur duyuyordu. Görüşmelerimizden birinde gençliğini hatırlayarak, 1942'den 1944'e kadar işgal edilmiş Avrupa'dan kaçan ve Türkiye kıyılarına ulaşan savaş mültecilerini kurtarmak için çalıştığını anlattı. O zamanlar arkadaşlarıyla birlikte gecenin karanlığında, mültecilerin gemilerinden inip İstanbul'daki sığınma yerlerine götürmelerine yardım etmek için Silivri'ye gittiğinde henüz 17 yaşındaydı. Tanık olduğum bir sohbette, bir Amerikan Yahudi’si ona "Ben öncelikle Amerikalıyım, sonra da Yahudi'yim" dediğinde, "Her şeyden önce ben bir Yahudi ve sonra diğer her şeyim" dedi.
Polonyalı şair Ceslaw Milosz, bir kişinin dünyadan ayrılırken bıraktığı boşluğun izlenimini anlattı. Bu cümleleri sık sık alıntı yapılır ve zaman geçse bile hâlâ çok doğrudur:
DÜŞÜŞ
Bir insanın ölümü, güçlü bir ulusun düşmesi gibidir:
Geçmişte kalmıştır yiğit orduları, kaptanları, yalvaçları,
Görkemli limanları, denizlerde egemen gemileri,
Ama artık o ulus, kuşatılmış kentleri kurtaramaz,
Antlaşma yapamaz başka uluslarla;
Kentleri boşalmıştır, halkı darmadağın,
Devedikeni kaplamıştır eskiden ekin dolu topraklarını,
Ülküsü unutulmuş, dili yitip gitmiştir:
Bir köy ağzı kalmıştır ta yükseklerde, dağ başlarında...
Czeslaw Milosz - Çeviri: Talât Sait Halman
Jak Kamhi gerçekten muazzam bir imparatorluktu. Pek çok insanın hayatına dokundu, ama artık aramızda değil. Her insan gibi hem ihtişamı, hem de kederi deneyimlediği uzun ve dolu dolu bir yaşamı oldu. Onu unutmayacağım. Özleneceksin Jak Bey…
***
Sevgili Jak Başkan…
Naim A. Güleryüz
Engin vatan sevgisi ve sınırsız vizyonunla gerçekleştirdiğin ülkemizin yurtdışı tanıtımı çalışmalarından 500. Yıl Vakfında seninle beraber olduğumdan gurur duyuyorum.
Ticari ve sosyal ilişkilerinde de her daim olumlu yaklaşımlarınla hepimize örnek oldun.
Ruhun şâd olsun.
Elie Wiesel, Naim Güleryüz ve Jak Kamhi, Mayıs 1993’te Wiesel’in İstanbul ziyareti sırasında.
***
Jak Kamhi, bir müstesna dost...
Dr. Akkan Suver
Bir müstesna dostumu kaybettim... Galiba bu cümle eksik oldu!
Gerçekte ülkem verimli, başarılı ve sorumlu bir evladını daha kaybetti.
O, ülkemin zor ve sıkıntılı günlerinde bir deniz feneri gibiydi.
Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında ülkemize ambargo konulmuştu. Ambargoya son verdirmek için bir grup Türk iş insanı karar verdiler ve Amerika'ya gittiler. Gayeleri haklılığımızı anlatmaktı. Gittiklerinde, gördüler ki ne senatörler ne de kongre üyeleri bizleri tanımıyorlardı. Karar verdiler ve kendi paralarını kendileri harcayarak uzun bir müddet Amerika'da kaldılar. Her gün ayrı ayrı kimileri bir senatör, kimileri bir kongre üyesiyle yemekte yan yana gelerek, Kıbrıs'ta bulunma nedenimizi anlattılar. Ve sonunda ambargonun kalkmasını sağladılar. Bu, aralarında Jak Kamhi'nin de bulunduğu fedakâr iş insanlarımızın başarısıydı. Jak Kamhi ve arkadaşları bunu gerçekleştirirken, kimseden bir şey talep etmemişlerdi.
Daha sonra ülkemin problem yaşadığı günlerde, O'na hep özverili lobi faaliyetlerinin içinde rast geldik. Yurt dışında yıllarca Türkiye için koşuşturdu, durdu. Devletimize yaptığı hizmetler ölçüsüzdür.
500.Yıl Vakfı, O'nun eseriydi dersek, mübalağa etmiş olmayız.
Başında bulunduğum Marmara Grubu Vakfının kuruluşunda da vardı. Bir süre de vakfımızın duayenliği görevini ifa etti.
Hayat hikâyesini anlattığı kitabında ise otuz yıl öncesinde bizi şöyle anlatmıştı:
“Özal, Sovyetler Birliği’nin sona ermesinden sonra Orta Asya’da ortaya çıkan Türk Cumhuriyetlerine yakın durdu ve Sovyetler Birliği’nden ayrılan ülkelerin İran’ın cazip tekliflerine rağmen Türkiye Cumhuriyeti modelini seçmelerinde büyük katkı sağladı. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Karabağ ihtilafının çözümlenmesine çalıştı. Türki adı verilen bu ülkelerle, ilişkilerimizin sağlığını korumak üzere, Marmara Vakfı kuruldu ve başkanlığı Akkan Suver üstlendi. Şahap Kocatopçu, Ertuğrul Kumcuoğlu, Orgeneral Necdet Timur’un çalışmaları ve Sayın Akkan Suver’in her yıl tertiplediği konferanslar sayesinde başarılar sağlandı.”
Evet, sayısı her gün biraz daha azalan verimli ve ülkemiz sevdalısı insanlardan birini daha ebediyete gönderirken, ailesinin haklı acısını içtenlikle paylaşıyorum.
HAYALİ CİHAN DEĞER- Jak Kamhi'nin duayen olduğu dönemde Marmara Grubu Vakfı Yönetimi: (Ayaktakiler) Cengiz Güldamlası, Yüksel Çengel, Cafer Okray, Dr. Fatih Saraçoğlu, Şamil Ayrım, Engin Köklüçınar ve Nuri Artok (Oturanlar): Lale Aytanç Nalbant, Necdet Timur, Jak Kamhi, Dr. Akkan Suver ve Müjgan Suver