88 yaşındaki Bronia Brandman, küresel antisemitizm ‘orman yangını gibi’ yayılırken tanıklığıyla kendini başkalarını eğitmeye adadığını anlatıyor.
75 yıl evvel, Auschwitz’in özgürleştiği günden itibaren, hikâyesini anlatmak Brandman’ın yaşama sebebi ve hayata devam etmesinin itici gücü oldu. Görevi, diğer insanları bu konuda eğitmek… 88 yaşındaki, kişisel tanıklık yapabilecek son kişiler arasında olmanın, küresel antisemitizmde yükselen bir dalganın ‘orman yangını’ gibi yayıldığı bir zamanda özellikle önemli olduğunu vurgularken, “Daha az genç Holokost ve ölüm kamplarını biliyor. Y Kuşağının yüzde 60’ı 18 - 34 yaş arasındakiler, Auschwitz’in var olduğunu bilmiyor. Bu çok acı verici” diyor. Bunları, okuduğu bir rapora atıfta bulunarak anlatıyor.
Brandman, Manhattan’daki Yahudi Mirası Müzesindeki bir röportajda, “Çocuklarımıza, ırkçılığın, yalanların ne anlama geldiğini öğretmemiz gerekiyor” dedi. Auschwitz ile ilgili bir serginin yanında dururken sözlerinin bir keskinliği vardı. Sergide, dikenli ve elektrikli tellerle kaplı bir kamp çitinden, beton direkler, mahkûmların kişisel eşyalarından oluşan bir koleksiyon ve kadınları, erkekleri ve çocukları Auschwitz ve diğer ölüm kamplarına taşımak için kullanılanlar gibi paslı, Alman bir tren vagonu yer alıyordu.
Bronia Brandman, verdiği röportajda deri ceketinin kolunu çekiyor ve Auschwitz’de, Nazilerin zulmü altında çektiği acının sessiz bir ifadesi olan, kolundaki mavi dövmeyi gösteriyordu.
50 yıldır bunun hakkında konuşmadığını 25 yıldır gülemediğini ve bu gün ağlayamadığını söylüyordu. Ama unutulmaz günlerinin her ayrıntısını hatırlıyordu.
O konuşurken, müzeyi ziyaret eden bir grup öğrenci kendiliğinden etrafına toplandı ve sessizce yere oturdu, hikâyesini dinledi.
Brandman’ın hikâyesi
Brandman, 1931’de Polonya’nın Jaworzno kasabasında doğdu, büyükbabasının evinde beş kardeşi ve bir hırdavat dükkânı olan ebeveynleri ile büyüdü. Savaş başlayana kadar pastoral bir yaşam sürdü ancak savaş sırasında Yahudi aileler evlerden ve işyerlerinden zorla alındı, sonra bir araya getirildi. Yakın ve geniş ailesinin çoğu toplama kamplarına gönderildi. Anne ve babası ile iki erkek kardeşinden birini bir daha hiç göremedi.
Brandman ve üç kız kardeşi kaçtılar, saklandılar ve çok az bir yiyecekle hayatta kalabildiler. Ama sonunda yakalandılar, çiftlik hayvanları için yapılmış bir vagonun içine tıkıştırıldılar ve çoğu Yahudi olan 1,1 milyon insanın gazla öldürüldüğü, vurulduğu, asıldığı veya açlıktan öldüğü Auschwitz’e gönderildiler.
Buradaki ilk anısının Auschwitz’de binlerce Yahudi üzerinde korkunç deneyler yapan Alman Doktor Josef Mengele’ye ait olduğunu söyledi. Bronia o anısını şöyle anlattı, “Onun önünden geçmek zorundaydık ve sıra bizdeydi. Beyaz eldivenler giymişti, solda duran üçümüze işaret etti. Sağdaki en büyük kardeşim Mila’ya da ‘Bizim için neyin saklandığını biliyordum’ dedi. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Kız kardeşimin sırasına doğru koştum.” Brandman, küçük kız kardeşlerini terk ettiğini çabucak fark etti. “Bu minicik kız kardeşlerimin gaz odalarına yalnız gidecekleri anlamına geliyordu” dedi.
Onlardan sekiz yaş büyük olan Bronia ve Mila, diğerleriyle birlikte meşhur ‘Arbeit Macht Frei’ yazısının yerleştirildiği yoldan götürülerek ‘çalışmanın özgürleştireceği’ vaadiyle yürüdüler. Bronia, bitişikteki Birkenau Kampına yürüdükten sonra, çırılçıplak soyunduklarını, başlarının tıraş edildiğini anlattı. Onlara yırtık pırtık giysiler ve tahta takunyalar verildiğini anlattı. Koluna 52643 numarası kazındı.
Yaşam koşulları zordu. On kişi, yatak görevi gören ahşap ranzaları paylaştı. Bir kişi hareket ederse hemen uyanırlardı, çünkü birbirlerine neredeyse yapışık bir halde uyuyorlardı. Biri dönerse, hepsi birden dönmek zorundaydılar.
Hijyen söz konusu bile değildi. Mahkûmlar asla yıkanmazdı. Bitler yaygındı ve Bronia gibi birçok kişi tifüse yakalandı.
Tek rahatlığı ablası Mila’nın yanında olmaktı. Ama sonunda Mila da tifüse yakalandı. Bronia, ablasına bakmak için hastaların barakasına girdiğini ancak orada, Mila’nın iyileşemediğinden gaz odası için işaretlendiğini gördüğünde, en zor kararı vermek zorunda kaldığını anlattı. Bronia bunu iyice düşündükten sonra ablasına katılmamaya karar verdi. Bu sevgili Mila’sını son görüşü oldu.
‘Hayatta Kalan Kız Holokost’un Gerçek Hikâyesi’ adlı kitabında “İçimde Nazilere bir zafer daha vermeyecek ve vazgeçmeyecek bir şey vardı” diye yazdı.
Bronia Brandman, 12-14 yaşları arasında iki yıl boyunca ölüm kamplarında kaldı. O yaşta, ailesinden daha fazlasını kaybetmiş, Mila ve diğer kız kardeşlerinin ölümü nedeniyle oluşan muazzam suçluluk duygusuyla savaşmıştı. Yaşamak için tek nedeninin bir gün hikâyesini anlatma arzusu olduğunu söyledi.
Birkaç kez ölmek üzereydi. Bir keresinde hasta barakasındaki hemşire onu Mengele’den, Gentiles Kışlasında sakladı. Başka bir sefer Mengele müttefik, uçaklarının yakın olduğunu bildirmek için çalan hava saldırısı sirenlerinden, korkarak güvenliğe koşarken, onu gaz odasına gönderme kararını yazamadan odayı terk etmişti.
Savaş sonrası
Eğitmen olarak çalıştığında, ancak 1990’ların ortalarında, oradaki görevlilerden biri onu hikâyesini anlatmaya teşvik etti.
Brandman, başta asla demiş olsa da sonunda merhamet duygusuna kapılarak hikâyesini birçok okul öğrencisi de dâhil olmak üzere binlerce kişiye anlattı.
Gerekçesini şöyle açıklıyordu, “Hâlâ ağlayamıyorum. Bu da çok korkunç… Yaşama sebebimin hikâyemiz hakkında konuşmak olduğunu düşünüyorum.”
Bronia ablası Mila da gaz odasına gönderildikten sonra, kendisi de çok ağır bir tifüse yakalandı. Ve bir ay boyunca komada kaldı. Komadan çıkar çıkmaz 18 Ocak 1945’te -30 derecelik hava şartlarında, Polonya’dan Almanya’nın Ravensbrück kentine ölüm yürüyüşüne çıkmak zorunda bırakıldı. Yolda müthiş ateşi vardı ve güçsüzlükten delirme raddesine gelerek, adeta sürünürcesine yürüyordu. Ravensbrück’ten özgürlüğe kavuştuğu Neustadt-Gleve’ye gitti. Brooklyn’de yaşayan bir kuzen, Bronia’yı ve hayatta kalan bir ağabeyini bulup New York’a getirtti.
Bronia’nın iki torunu var.