Faust çağından Goethe’ye bakış
İşimiz bitmeden önce ya Tanrı ya da Şeytan’la karşılaşmaya mahkum bir Faust çağındayız ve otantik olanın kaçınılmaz cevheri bu kilidin tek anahtarı. Norman Mailer, 1971[1]
Goethe’nin Faust’u kaleme aldığı 18. yüzyıl, Avrupa tarihinin dönüm noktalarını oluşturan tarihi olayların, düşünce akımlarının, toplumların yeniden yapılanmasının gerçekleştiği önemli bir zaman dilimidir. Siyasal ve kültürel alandaki tanımların yeniden yapıldığı bu dönemin bir özelliği de bir ara dönem olmasıdır. Pandeminin ikinci dalgasının beklendiği bu zorlu günler de bizler de benzer bir ara dönemden geçiyoruz dersek yanlış olmaz. Geçen yılın sonunda bilim ve teknolojik gelişmeleri hızlı bulan bizler, nefesimizi tutmuş aşının ne zaman bulunacağına odaklandık. Modernitenin başlangıcı sayılan 18. yüzyıl insanları gibi bizler de daha önce tanımadığımız psikolojik değişimler içine girmeye başlayıp bu yeni dönem için yeni anlam arayışlarına yöneldik. Hayatlarımız da tıpkı Faust’un 1. Bölümü’ndeki coşku ve heyecanın yerini derin düşüncelere ve ince duygulara bırakması gibi… Belirsizlikler içinde derin düşünceleri damıta damıta yaşayıp giderek incelen duygularla sarmalanıyoruz. Hayatın o duyarlı damarları hiç olmadığı kadar kılcallaşıyor. Artık dünden daha hassas, daha tedirgin görünsek de, farkındalık ve kabullenme geliştirebilenlerin kendilerini daha sakin ve daha güçlü hissedebildiğini söyleyebiliriz. İşte bir önceki ara dönemde bu gücü kendinde hissedenlerden biri de Wolfgang Von Goethe.
Yazmak için çok uzak yerlere bakmasına gerek olmayan, yaşamı ve yazını arasındaki birlikteliğin bütün külliyatını “büyük bir itirafın parçaları”[2] olarak tanımlamamızı sağlayan Goethe’nin önemli hayat arkadaşlarından biri yaşamının altmış yılında yazdığı Faust’tur. Faust’un ikinci bölümünün tamamlanmasından bir yıl sonra dünya yolculuğunu tamamlar. Böylece bir erkeğin yetişkinlik döneminin her evresini hem yaşayıp hem de yazmış olur. Faust ve Mefistofeles kendinden özellikler taşırlarken Gretchen hayatına giren kadınlardan detaylar taşır. Goethe bu durumu şu sözlerle ifade eder:
“Ben dünyayı içimde hissetmeseydim, bakan gözlerimle kör kalır, tüm araştırmalarım ve deneyimlerim tümüyle cansız, boşuna çabalar olmaktan öteye gidemezdi. Işık burada, tüm renkler etrafımızı sarmış; ama kendi gözlerimizdeki ışık ve renk olmasaydı, dışımızdaki bu gibi şeyleri algılayamazdık.”[3]
Kolay bir okuma vaat etmeyen Faust, Goethe’ye göre de zor bir eserdir. Johann Peter Eckermann tarafından yazılan ve Goethe’nin yaşamının son yıllarında ikilinin yaptığı sohbetlerin uzunca bir dökümü niteliğinde olan Goethe İle Konuşmalar’da Goethe’nin Faust’un zor bir eser olduğunu belirtir. Tam adı verilmeyen ve yazıda Bay H. Olarak adlandırılan bir İngiliz ile Goethe’nin sohbetlerini konu alan anekdotta Goethe şunları der:
“Ben olsam size Faust’u okumanızı tavsiye etmezdim. Çok iyi bir yapıt, ama bütün sıradan duyuların çok ötesine uzanıyor. Bana sormadan onu okumaya başladığınıza göre, onunla hakkını nasıl vereceğinizi de siz kendiniz bulmalısınız. Faust örneği nadir bulunan bir birey, çok az sayıda insan onun iç dünyasını hissedebilir. Aynı şekilde ironi sayesinde ve zengin bir dünya görüşünün somut bir örneği olarak Mefistofeles karakterini kavranması da biraz zor. Ne kadar aydınlatacağınız konusu artık size kalmış.”[4]
Aynı kitapta, Goethe Delacroix’nın Faust çizimlerine övgüler yağdırır. Gretchen’in zindandan kurtarmaya giden Faust ve Mefistofeles’in at üzerinde hızla darağacının önünden geçtikleri anı anlatan Delacroix çizimi için Goethe şu yorumu yapar:
“Faust dört nala giden siyah bir ata binmiş, süvarisi gibi at da darağacının etrafındaki hayaletlerden ürkmüş görünüyor. Korku ve endişe içindeki yüzünü Mefistofeles’e dönmüş, onun sözlerini dinliyor. Mefistofeles ise yüce bir varlık gibi sakin ve engel tanımaz bir ifadeyle oturuyor. Onun bindiği at canlı değil, zaten o canlıları sevmez. Ayrıca bu da onun için gerekli değil, çünkü istediği hıza onu ulaştıracak olan şey kendi iradesi. Ata binmiş halde tasavvur edilmesi gerektiği için at var. Bu sahneyi ben bile bu kadar mükemmel düşünmemiştim!”[6]
Goethe’nin bu itirafı onun sanatına yakından bakanlar için ilginçtir. Walter Benjamin, Goethe’nin de aralarında bulunduğu erken romantiklerin, “sanat felsefesi çalışmalarının tamamını sanat yapıtının eleştirilebilirliğinin ilkesel olarak kanıtlamaya çalıştıkları”[7] savı ile özetler. Buna karşılık Goethe’nin bütün sanat teorisi yapıtlarının eleştirilemezliği ilkesine dayanmaktadır. Goethe’nin bu görüşünü farklı biçimde vurguladığı zamanlar olduğu gibi eleştiriler yazdığı da olmuştur.
Yaşama ‘Işık.. Biraz daha ışık..!’ diyerek veda eden Goethe, Faust’da neredeyse kendini bir Tanrı gibi görebilecek kadar güçlenerek, “Gizli bir güdüyle doğanın güçlerini / bana açıklayan bu işaretleri / Bir tanrı mı yazdı? / ben bir tanrı mıyım? Işık içinde kaldım!”[8] der.
İnsanlığın belirsizliklerle dolu bir dönemden geçerken yazılan Faust’a belirsizliklerle dolu günlerimizde beraberce bakmak istediğim bu yazıda dilerim hepimiz mümkün olan en kısa zamanda böylesi bir güç hissederek ışık içinde kalabilir, kendimizi ve çevremizdekileri aydınlatabiliriz.
Yazıda aşağıdaki kaynaklardan yararlanılmıştır:
[1] Marsahll Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, İletişim Y., İstanbul, 2010, s.61
[2] Prof. Dr.Gürsel Aytaç, Goethe, Say Yayınları, İstanbul 2006, s.24
[3] Johann Peter Eckermann, Goethe ile Konuşmalar, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2007, s.93
[4]Agy s.128
[5]Görsel için Bkz. http://www.goethezeitportal.de/index.php?id=1666
[6] Eckermann, ss.176-177
[7] Walter Benjamin, Sanatta ve Edebiyatta Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010, s.175
[8] Agy. s.24