“Korkmak başka, bilinçli olmak başka”

Mart ayı itibariyle tüm dünya, gözle görülmeyen bir düşmanla, COVID-19 adında bir belayla ne olacağı belli olmayan bir savaşın içinde debeleniyor. Haliyle her birimiz de kısmen veya direkt olarak bu virüsten nasibimizi aldık ve maalesef almaya da devam ediyoruz. Cemaatimiz içinde de bu hastalığa oldukça ağır biçimde maruz kalanlar oldu. Örnek olması, rehavete düşmememiz ve bu işi hafife almamamız açısından kendilerinden ve yakınlarından yaşadıklarını paylaşmalarını rica ettik.

Sibel KONFİNO Toplum
28 Ekim 2020 Çarşamba

Hastalık süresince fiziksel ve ruhsal olarak neler yaşadınız? Neler hissettiniz?

Leon Cibili: Herkes gibi başlarda çok ciddiye almadan en kısa zamanda hastalığa yakalanmış bir kişi olarak çok zorluklar çektim. Fiziksel olarak nefes darlığının vermiş olduğu sıkıntı ile yapmam gereken günlük aktivitelerin hiç birini yapamadım. Yürümek, yemek yemek ve bilumum kişisel ihtiyaçlar gibi.

Ruhsal olarak yoğun bakımdaki 21günlük entübe ve 15 günlük normal odadaki ilaçlardan dolayı bir süre gördüğüm kabus ve halüsinasyonlar en sıkıntılı dönemimdi.

Rosie Dalva: Fiziksel olarak aşırı yorgunluk, sırt ağrısı ve sırtın iç bölümlerinde, kaslarda yanma ve batma hissi yaşadım. Ruhsal olarak yoğun bir korku, ‘nasıl’ ve ‘ne olacak’ düşünceleri içinde belirsizlikte kalabilme endişesi yaşadım. Ölüm ve kaybetme korkularını da içimden geçirdiğim anlar oldu tabii ki. COVID-19 duyulmaya başladığı ilk hafta hastalığı geçiren biri olarak çok fazla bilinmeyenin ortasındaydım ve bu beni huzursuz ediyordu. Ateş düşürücüyü bile saatler sonra çoklu doktor konsültasyonu ile vermeyi kabul ediyorlardı. Buraya kadar olanlar olağandı fakat yaşadığım en önemli konu kan pıhtılaşması sorunuydu. Eğer başta evde ilacım bulunsaydı ve evde bakım görseydim, kimse tahlil yapıp bu pıhtılaşma sorunumu bilmeyecekti. Hastanede olduğum için durumu kontrol altına almaya çalıştılar. Tehlikeli kısım ve Tanrı’nın mucizesini hissettiğim kısım burasıydı. İyi ki evde değil hastanedeydim. Bu pıhtılaşma kanın oksijeni taşımasını zorlaştırıyordu. Ama çok şükür ki doğru zamanda, doğru yerde doğru dokunuşlarla her şey yoluna girdi.

 

Hastane sonrası evinizdeki süreç ve belki halen devam eden süreci paylaşır mısınız?

LC: Hastane sonrası hemşire ve sevdiğim kişilerin sayesinde fizik tedavi spor ve rehabilitasyon sürecine devam etmekteyim.

RD: Hastanede 13 gün geçirdim. Tek başıma bir odada, sayılı sefer odaya giren özel kıyafetli sağlık personelini saymazsam epey bir tek başıma. Hastaneden çıktığımda henüz iyileşmemiştim. Sadece bakanlığın verdiği protokol beş günlük olduğu için ve başka ilaç verme yetkileri olmadığı için yalnızca göz takibi yapmak için tutuyorlardı. Çünkü kan pıhtılaşma değerim baya tedirgin etmişti doktorları. Ancak otel gibi hastanede kalmanın bir anlamı yoktu. O nedenle 13 günün sonunda çıkarmayı kabul ettiler. Çıktığımda hâlâ konuşmak, nefes almak ve hareket etmek yoruyordu. Hep yatma isteği geliyordu. Ama bir hipnoterapist olarak bildiğim tüm teknikleri kullanarak bedene emir verebilme gücüne gelmiştim. Evde ailemle, sevdiklerimle olmak ve iyiye doğru gidiyor olmak Tanrı’ya olan inancımı pekiştirmişti. O noktada ilaç olmadan beynimin kan hücrelerine dengeye gelebilecek emirleri verebilmesi için telkinde bulunmaya başladım. Bu zaten benim mesleğimin de bir parçasıydı. Ve çok işe yaradığını söyleyen doktorlarım oldu. Ağır ve atipik bir zatürre geçirmiştim ve  eve çıktıktan on gün sonra ancak normale dönmüştüm. Altı aylık kontrolümde de şu an her şey yolunda görünüyor çok şükür.

Bu hastalık birçoğumuzun düştüğü rehaveti kaldırır mı? Normal yaşama çok çabuk adapte olan, kalabalık ortamlara girmekten çekinmeyen, maske mesafe kuralına uymakta zorluk çekenlere ne önermek istersiniz?

LC: Bu hastalık maalesef göründüğünden daha sinsi ve ciddi bir hastalık. Her gün COVID-19’un değişik bir rahatsızlığa sebebiyet verdiğini öğreniyoruz. Ne yazık ki insanın başına gelmeden ders çıkarmak imkânsız hale gelen dünyamızda bu yüzden birçok kayıp vermekteyiz. 

Lütfen maske mesafe ve hijyen kurallarına uyup zorunlu olmadıkça evden çıkmamaya özen gösterelim. 

RD: Ben yaşamın her alanında dengede olmamız gerektiğini düşünenlerdenim. Kimimiz aşırı korkuyor, kimimiz de aşırı özensiz, umursamaz davranıyoruz. ‘Önlem almak’ ve ‘aşırı endişede olmak’ bunlar ayrı şeyler. Her şeyin abartısı toksik etki. Tabi ki olanı görmezden gelemeyiz. Bulaş yaratan, salgın bir hastalıkla karşı karşıyayız. Kimisi için çok basit, kimisi için de çok zor süreçler yaratan bir hastalık. Dengeli bir şekilde hijyen, mesafe ve sosyal izolasyon kurallarına uymak çok önemli ama obsesif (takıntılı) bir temizlik anlayışı veya aşırı endişe, ileride COVID-19’dan başka rahatsızlıklara (anksiyete, okb, depresyon gibi) zemin oluşturmasın derim. Korku, endişe, anksiyete durumu başlı başına bağışıklık sistemini baskılayan, çalışmasına engel olan ruh halleridir. Korkmak başka, bilinçli olmak başka. Bilinçli bir şekilde önlemlerimizi almak hayat kurtarabilir. O nedenle ben bilinçli olmayı önerebilirim.

COVID-19 illetiyle yeni tanıştığımız, ne ile karşı karşıya olduğumuzdan haberimiz olmadığı bir bilinmezlik döneminde eşi oldukça sıkıntılı bir süreç yaşayan Karel Valansi de hasta yakını olarak yaşadıklarını paylaşıyor:

COVID-19 ile biz aile olarak çok erken bir tarihte tanıştık. ABD’de yaşayan eniştem 14 Mart’ta bu nedenle hayatını kaybetti. Henüz ülkede COVID-19’a bağlı ölümler açıklanmadığı için resmi olarak bu, ölüm nedeni olarak açıklanmadı. Ancak İtalya’dan yeni dönmüş olması ve daha sonra yakından tanık olduğumuz semptomları yaşamış olması, bu konudaki şüphelerimizin doğru olduğuna gösterdi. O dönem ablamın yanında olamamak, en büyük üzüntüm oldu.

Yakın bir arkadaşım İtalya’da yaşadığı için gün ve gün ondan oradaki gelişmeleri takip ediyordum. Hem Avrupa hem de İran bu durumdayken Türkiye’nin ancak 10 Mart’ta açıkladığı tek vakanın hızla çoğalacağını ve tıpkı İtalya gibi İstanbul’un da yakın bir zamanda kapanmaya gideceğini tahmin ettiğim için en acil şeyleri evde depolamaya başladım. Bu durum daha o zamandan bende büyük bir endişeye yol açıyordu. Bu sırada eşimde hafif bir ateş ve ciddi bir yorgunluk baş gösterdi. Yaptırdığımız testin negatif çıkmasına rağmen bir şeylerin yolunda gitmediğini hissederek eşim yarı sıkı bir karantinaya geçti. Testin negatif çıkması bize iki önemli hafta kaybettirdi. Ve en nihayetinde ayakta duramayacak hale geldiğinde hastaneye gitti. Altı koca hafta, üç hastane sonrasında zayıf, yorgun ama iyileşmiş olarak aramıza döndü.

Bu süreçte refakatçi olmanın ne kadar zor olduğunu yakından yaşadım. Normal bir zamanda hastanede bir hastanız olduğunda, yanında olur tüm sürecin kontrolü elinizde olur. Doktor ve hemşirelerle tanışır, gelişmeleri takip eder ve gerektiğinde müdahale edersiniz. Bizim durumumuzda hastaneye yatırma işlemi dışında gidemedik, onu göremedik. Bırakın hastaneye gitmeyi, evden çıkamadığımız günlerdi. Hastanın uzağında ve sürecin bu kadar dışında kalmak büyük bir mutsuzluk, yetersizlik hissettirdi ve yardım edememe duygusunu çok yoğun yaşattı. Telefonla, mesajla, mail ile doktorlara, hemşirelere, kat görevlilerine hatta gerektiğinde başhekime ulaşmak için elimizden geleni yapmaya çalıştık. Aynı dönemde büyük teyzemiz COVID-19’a yakalandı ve virüsü yenmesine rağmen kısa bir sürede hastaneden çıkamadan hayatını kaybetti. Gidemediğim bir cenaze daha bu süreci benim ve ailem için daha da zor hale getirdi.

İki oğlumla evde tek başımıza kaldık. Annemler ve kayınvalidemler yaşları gereği kendi evlerindeydi. Arkadaşlarım telefonla beni yalnız bırakmasalar da dönem gereği herkes evindeydi ve bilinmeyen bir belaya karşı beklemedeydik. O dönem çok zor geçti. Çocuklarımın tüm sorumluluğunun üstümde olması, onlara bakabilmem için ‘bana bir şey olmamalı’ endişesi en ön sıradaydı. Bu nedenle hiç evden çıkmadım. Çocukların online okul rutinine kendimi adapte ettim. Elimden geldiğince evi dezenfekte ettim. Onun dışında her gün bir diğerinin aynısıydı; sabah oluyor ve yeniden akşam oluyordu. Aklımız, kalbimiz hep eşimde, hastanedeydi. Karantina sırasında spor yapmak, yeni yemek denemeleri yapmak, kitap okumak, dizi izlemek bana oldukça uzak zaman geçirme yöntemleriydi. Sadece durdum ve iyi haberleri bekledim. O dönemde gazeteye hiç yazamadım. Benim için çok değerli olan doktora öğrenimimi de bu süreçte dondurdum.

Haziran başında eşim eve döndüğünde, biz de yavaş yavaş yeni normale ayak uydurmaya başladık. Okulların bitmesiyle de kendimizi Büyükada’nın daha korunaklı ve sağlıklı ortamına bıraktık. Bu hafta İstanbul’a geri döndük. Halen gerekmedikçe evden çıkmıyorum. Zorunlu olmadıkça kalabalık ortamlarda bulunmuyorum. Üniversiteye geri döndüm ama tüm çalışmalarımı zoom üzerinden yapmaya devam ediyorum. Dünyayı takip ettikçe bu ilettin daha bitmediğine inanıyor ve devlet yasaklar koymamış olsa da ben İstanbul’da hayatımı daha kontrollü, korunaklı, normalde olduğumdan daha asosyal sürdürmeye devam ediyorum.