Şişşt sakin ol!

Anne – baba olmak gerçekten zor. Mükemmel ebeveyn olunamayacağını, çocuğunuz için ne isterseniz isteyin aslında hayatın onun hayatı olduğunu, bu dünyaya gelmesine aracı olmakla onun sahibi olmadığınızı, beklediğiniz saygının itaat etmekle aynı şey olmadığını fark etmekle başlıyor iyi aile olma yolculuğu.

Aylin GERON Yaşam
4 Kasım 2020 Çarşamba

Of bu ne sinir bu öfke

Aman bir telaş bir acele
Herkes birbirini boğacak
Bu gidişle sonumuz ne olacak

Kimi takmış alaturkaya
Kimi batıdan şikayetçi
Ne var sanki bunda kızacak
Dünya hali bu gelip geçici

Şişt şişt sakin ol sinirlerine hakim ol
Şişşt
şiişt sakin ol

90’lı yılların başı. Sertab Erener söylüyor. Şarkının melodisindeki telaş bile sinir edici…

Dinledikçe bulaşıyor.

Deneyin Youtube’dan açın.

Hatta mümkünse şu an yazıyı okurken arkada çalsın. Doğukan Manço cover yapmış geçtiğimiz yıllarda. Aynı lezzette! O da olur. 

Sonra sözlerine kulak verin…

“Sakin ol, sakin ol” derken ne anlatmaya çalışıyor Allah aşkına bu kadın?

 

Hep doğru, hep haklı, hem de kusursuz, diğerini küçük gören, değersizleştiren, ötekileştiren ve bir o kadar da öncelik isteyen, ayrıcalık isteyen, hep bir acelesi olan, telaş içinde olan “ben”e mesajlar var!

Yıllar önce ben de çok diretirdim fikirlerimi savunurken, haklı olmak ne kadar da önemliydi. Bu da beni zaman zaman gergin yapıyordu. Her şeyi çokça ciddiye alan biri!

Eminim, kendiniz değilseniz bile bu formatta çokça tanıdığınız vardır; ailenizden ya da yakın dost çevrenizden.

Halbuki haklı olmak ile mutlu olmak arasında bir seçimdir hayatı yaşama şekliniz.

Peki, o zaman sakin olmaktan bizi alıkoyan ne?

 

Düşünce ve hislerimizin çoğu geçmiş deneyimlerimizden yola çıkar. Çıkarım yapar, şartlanır ve kalıplaşmış inançlara sahip oluruz. Düşüncelerimiz olan biten ile ilgili yargılarımız bile alışkanlıklardan, oto-pilottan geliyor. Bilindikten ama bilinçsizce davranıyoruz. Tepkisel oluyoruz. Sakin kalamıyoruz.

Karakterim” ya da “Ben buyum” diye kendinizi nitelendirdiğini düşündüğünüz her sıfat aslında bir o kadar kısıtlıyor sizi, sınırlıyor.

Tepki verme şeklin gerçekliğini yaratıyor diyor Dr. Joe Dispenza.

Tepkilerimiz tek tek mercek altına almak harika olur tabii (lütfen siz her tepkisel davranışınızı, oto-pilottan gelen düşünce ya da davranışınızı yakalamaya çalışın) ama ben önceliği çocuklarımızla olan ilişkilerimizdeki tepkilerimize ve hatta tepkiselliğimize çevirmek istiyorum.

Orası çok karışık.

 

Bir ebeveyn olarak çocuklarımız ile ilgili

Hayallerimiz var.

İdeallerimiz var.

Deneyimlerimiz var.

Çıkarımlarımız var.

Kurallarımız var.

İhtiyaçlarımız var.

Bir de kendi çocukluğumuzdan getirdiğimiz

Anılarımız var.

Özlemlerimiz var.

Korkularımız var.

Üstüne üstlük içinde büyüdüğümüz aileden getirdiğimiz

Geleneklerimiz var.

İnançlarımız var.

Değerlerimiz var.

Şimdi bu listeyi doldurun desem.

Bir zahmet diğer ebeveyn de doldursun desem.

Sonra da bu listeyi çocuğunuza verin.

“İşte ebeveynlerin olarak senden beklentilerimiz bunlar!” deyin.

İnanın bu bile netlik açısından çocuğa en azından “Ben bunu yaparım, bunu yapamam” diyerek bir seçim ve kendini ifade fırsatı verir. Ortak bir platformda buluşma ihtimali verir.

Halbuki tüm iyi niyetlerimizle çocuklarımız için her şeyin en iyisini isteyen ve gerçekleştirmeye çalışan bizler ne yapıyoruz?

Sessizce bunu talep ediyoruz. Bekliyoruz. Beklentiye giriyoruz.

Doğduklarında açtığımız banka hesabı o farkında olmadan borçlanmaya başlıyor. Her hayal kırıklığı borca faiz işletiyor. Her korku her kaygı yeni bir borç oluşturuyor ve çoğu zaman biz yazılan borçları takip etmiyoruz. 

Tepkisel oluyoruz.

Patlıyoruz, sakin kalamıyoruz.

Şimdi o tepkisel hallerinizi hatırlayın ve çıplak gözle bir bakın.

Ne kadar sevimlisiniz o halinizle?

 O olmak istediğiniz ebeveyne ne kadar yakınsınız öfkelendiğinizde?

 

Nihan Kaya ‘İyi Aile Yoktur’ adlı kitabında tam da bunu anlatıyor aslında. “İyi aile yoktur. Ya da paradoks şu ki iyi aile ‘iyi aile yoktur’ düsturuyla hareket edebilen ailedir” diyor.

Yani mükemmel ebeveyn olunamayacağını, siz onun için ne isterseniz isteyin aslında hayatın onun hayatı olduğunu, bu dünyaya gelmesine aracı olmakla onun sahibi olmadığınızı, beklediğiniz saygının itaat etmekle aynı şey olmadığını fark etmekle başlıyor iyi aile olma yolculuğu. En nihayetinde çocuğumuzla ilişkimiz kendi çocukluğumuzla ilişkilidir ve dahası anne - babamızla olan ilişkimizin devamıdır.

Anne - baba olmak bu yüzden zor. Gerçekliğini saklayamadığın bir yer.

 

Ben de çocuktum.

Benim de tamamlanmamış hayallerim var.

Benim de duyulmamış, görülmemiş taraflarım var.

Ben de acı çektim.

Ben de sevilmek istiyorum.

 

Çocukların temel ihtiyacı sevgi, şefkat ve ‘var olan’ ebeveyn.

Ne demek ‘var olan ebeveyn’?

Her şeye karışan, kendi doğrusunu dayatan, ona alan bırakmayan ebeveyn ‘var olan ebeveyn’ midir? Evet! Ama burada çocuk var olamaz!

Var olan ebeveyn çocuğunun da var olması için ona alan veren, yaşı kaç olursa olsun kişinin kendisi için iyi olanı bildiği, ebeveyn olarak küçük yaştan itibaren ona fırsatlar sunsak da seçimin onda olduğu gerçeğini kabul eden, yaşına uygun sorumluluk veren kendi başına yapabileceği şeylere müdahil olmayan ebeveyn…

“Hımmm zor” diyebilirsiniz. Çünkü bu alışılagelmişin dışında. Bilinçli olmayı ve seçim yapmayı gerektiriyor.

Ben mi var olacağım? O mu?

İkimiz de var olsak ne harika olur!!

 

Halil Cibran’ın çok ünlü dizeleriyle bitiriyorum:

Çocuklar

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,

Onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları.

Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler

Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.

Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.

Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.

Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.

Çünkü ruhlar yarındadır,

Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.

Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları

Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.

Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.

Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.

Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür

Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.

Okçunun önünde kıvançla eğilin

Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar

Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.