Viktor Ullmann, müzik dili ve Auschwitz

Renan KOEN Perspektif
4 Kasım 2020 Çarşamba

II. Dünya Savaşı ve acı kayıpları, Avrupa müzik tarihinin gelişiminde de büyük bir boşluk oluşturdu. Savaş öncesi, müzikteki ‘modern’ dil gelişmeye başlamış ve bu konuda önemli öncüler kendi ekollerini oluşturmaya başlamışlardı. ‘Modern dönem’ dediğimiz bu çağda artık Klasik Batı Müziğin altyapısı değişime uğradı. J.S. Bach döneminden, 1930’lara kadar gelen tarih diliminde, Majör ve Minör dizileri müziğin temel taşlarını oluştururken, modern çağda artık ‘Kromatik Müzik’, ‘12 Ton Müziği’ gibi bestecilerin kendi özgün dizileri Klasik Batı Müziğinin yapısını oluşturmaya başladı. Müziğin daha önceki dönemlerinde, dönemler başlı başına bir ekolken, ‘Modern Müzik Çağında’ ise artık neredeyse besteciler birer ekol olmaya başladılar. Bu bestecilerden, Arnold Schönberg, Alois Hába, Alban Berg ve daha niceleri gibi müzikte çığır açan çok önemli isimler kendi ekollerinde öğrenci yetiştirmeye başladılar. İşte Theresienstadt bestecileri bu isimlerin ve bu ekollerin öğrencileridir. Bu devrimci müzik dilinin, hararetli savunucuları olarak Theresienstadt’ta kaldıkları süre boyunca da bu dilin eserlerini verdiler. Gideon Klein, Alois Haba ekolünün, Viktor Ullmann ise Arnold Schönberg ve Alban Berg ekolünün yeni nesilleriydiler. Melodik yapısı güçlü eserlerle, bu ekolü sürdürüp müziğe yeni bir dil kazandıracak, Theresienstadt ve daha yaşamını kaybetmiş nice bestecilerin II. Dünya Savaşı sürecindeki kaybı, bugünkü Klasik Batı müziğinin bir noktada tıkanmasının nedenlerinden biridir. İşte bu verimli yenilikçi dönem içerisinde Viktor Ullmann’ın müzikal gelişimini, ilk dönemi 1920-1930 arası olmak üzere, üç dönemde inceleyebiliriz. Ullmann, 1924 yılında, Schönberg ekolünden ayrılarak Alban Berg’in eserlerinden etkilenmeye başlar.

İkinci dönem karakteristiğini ortaya koyan eseri ise, 1933 yılında Prag dönüşü bestelediği Piyano Sonatı’dır. Ullmann, bu eser için “…tonalitenin yapısının içindeki yeni armonik işlevler politonalite” olarak adlandırılabilir. Başlıca tonalite, üç tonalitedir ama zorunlu değildir. Esas olarak gerçekleşen on iki tonalite ile onların ilgili minör dizelerinin birbirine bağlanmasıdır” der. Bahsettiği bu politonalite yeni anlayışı, Bach’ın kurduğu ‘majör-minör’ müzik sisteminin, Alban Berg’in kurduğu ‘12 ton tekniği’  müzik sistemi ile birleştirdiği, kendisinin bir sentezleme çalışmasıdır. Ullmann, modern müzik döneminin içinde bile hâlâ melodik yapıya çok önem verdiği için, eski müzik dili ile yeni müzik dilini sentezledi. 

Alois Haba

Viktor Ullmann’ın son müzikal dönemi ise şüphesiz Theresienstadt’ta gerçekleşti. Prag yıllarında edindiği ‘şekilsel ve dışavurumsal’ ustalığı, kamptaki müzikal kültürün taleplerini karşılayacak şekilde ilişkilendirdi. Son aylarında yazdığı ‘Goethe ve Ghetto’ isimli makalesinde, kampın ıssız peyzajı içerisinde ruhanilik ile estetik yapının yüzleştiğini dile getirdi: “Benim için Theresienstadt, her an form üzerine bir eğitimdi; hâlâ da öyle. Daha önce, maddi hayatın ağırlığını ve basıncını hissetmezken; çünkü modern hayatın kolaylıkları medeniyetin o harikaları onları gideriyordu- güzel formlar yaratmak kolaydı. Fakat Theresienstadt’ta, gündelik hayatta maddenin üstesinden form aracılığıyla gelinmesi gereken yerde, müzikal olan her şey çevredekilerle tam zıtlık gösterir: burası ustalar için gerçek bir okul.” Bestecinin bu sözleri, sadece müzik açısından değil başka bir dolu açıdan da dikkatlice düşünülmesi gereken sözler elbette. 

 

1944 yılının yaz sonunda, müttefiklerin Avrupa’yı ve Rusya’yı işgal ettikleri yönünde haberler Theresientadt’a da ulaşır. Mahkûmlar serbest bırakılacakları günü beklemeye başlar. Ama ne yazık ki, ekim ayı olmasın rağmen transit kampı olarak sayılan Theresienstadt’tan, ölüm kampı olan Auschwitz’e kitlesel nakiller devam eder. Viktor Ullmann, 16 Ekim 1944’te Auschwitz’e gönderilir ve 18 Ekim 1944 tarihinde, Theresienstadt’ta kültür hayatına katkıda bulunan diğer önemli kişilerle beraber öldürülür.

“Yahudiler dünyanın düzenini bozuyor” son derece hastalıklı gerekçesiyle, sadece Yahudi oldukları için dünyadan silinmeleri ile birlikte, bu çılgın fikir yüzünden ölen bir dolu Yahudi olmayan insanla Avrupa müzik tarihinde de, müzik dünyasını çok daha ileriye götürecek olan bu yeni özgürlükçü devir de çok büyük ölçüde kesintiye uğramış oldu. “Bu vahşi kesinti olmasaydı müzik dili bugün nerede olurdu?” sorusu her zaman içimde yankılanır. Holokost sadece insanların yok olması değil, dünyanın hafızasının da silindiği çok ciddi bir vahşet, bugünkü yapımızı oluşturan ciddi bir miras eksikliğidir.