Marmara Grubu Vakfı Genel Başkanı Dr. Akkan Suver’in ‘Süleyman Demirel’li Yıllar’ başlıklı kitabı çıktı. Çok uzun yıllar tanıdığı ve birlikte çalıştığı Süleyman Demirel’i, hem kendi anılarında hem de sayısız devlet adamı, diplomat, siyasetçi, gazetecinin kaleminden toplanan anılarla anlattı. Jak Kahmi, Bensiyon Pinto ve Av. Rıfat Saban’ın da yer aldığı kitabın amacı, genç ve gelecek kuşakların Süleyman Demirel’i tanıması…
Neden Süleyman Demirel? Böyle bir kitaba imza atmaya sizi yönelten ne oldu?
Arz edeyim. Merhum Demirel'i çok genç yaşta tanıdım. Arkadaşım Engin Köklüçınar ile birlikte Buğday Sokak'taki evinde tanıştığımızda yaşımız henüz yirmi ikiydi... O tarihten sonra, dikkat ve özenle dostluğumuzu devam ettirdik. O çağlarda tercihimiz siyasete uzak durmaktan yanaydı. Zira ikimiz de gazeteciydik ve o dönemin tirajı az ama itibarı yüksek olan Dünya Gazetesinde çalışıyorduk. Başyazarımız Falih Rıfkı Atay, yöneticimiz ise Bedii Faik'di. Evet, iki efsane insanla birlikte gazetecilik yapıyorduk. Dolayısıyla o günlerde siyaseti hafife alıyorduk, dersek mübalağa etmiş olmam. İlk tanıştığımızda ise, Süleyman Demirel'i dinlerken, anlattıkları o günün şartları içinde insan aklına pek gelmeyen düşüncelerdi. Büyük Türkiye, bebeğe geniş zıbın, İstanbul’un iki yakasının birleştirilmesi, herkesin istediği her fikri, istediği yerde istediği gibi ifade etmesi gerektiğini, sabah kapınız çalındığında gelenin ancak sütçü olabileceği zengin bir Türkiye’yi anlattığında yıl 1964'tü.
O günden ebediyete intikal ettiği güne kadar kendisinden işittiklerim hep yenilik, değişiklik düşüncesi olmuştur. Dolayısıyla ufku geniş, vizyonu çok yönlü olan Süleyman Demirel'in en önemli hedefi meclisi açıp, demokrasi içinde zengin bir Türkiye olmuştur.
Gelecek nesillerin O'nu iyi tanımasının gerekliliğine inanıyorum. Süleyman Demirel'i diğer siyasetçilerden farklı kılan bir yanı da devamlı yabancı kitap ve gazeteleri takip etmesi, okuyup yorumlaması ve yorumlatmasıydı. Marmara Grubu Vakfının kuruluşunda bana itimat etmesi, 23 yıl önce Avrasya Ekonomi Zirvelerinin hayata geçirilişinde beni tercih etmesi, bir elitler kulübü olan Balkan Politika Kulübüne üye olmam için ısrarcı olması, bugün O'na olan engin saygımın bir parçasıdır.
Süleyman Demirel bana, aileme ve benimle birlikte yol arkadaşlarıma hep yakın davrandı. Ebediyete intikalinden sonra O'nu anlatan bir kitap yazmayı tasarlamaktaydım. Korona yasağından dolayı eve kapanmam, bu kitabı kaleme almama olanak sağladı. Bu, gelecek nesillere, özellikle Z kuşağına karşı duyduğum bir sorumluluktu. Zira Süleyman Demirel gibi devlet adamlarının bilinmesi ve yarınlara intikal ettirilmesi gerekir.
Süleyman Demirel ile sayısız anınız olduğu görülüyor. Sizin için en unutulmaz olanı, sizi en çok etkileyeni hangisiydi?
Süleyman Demirel saygın bir devlet adamıydı. Olaylara yaklaşımı, mesafeyi muhafaza etmesi, çizgisinde kırıklık olmadan arkadaşlığı sürdürmesi O'nun en belirgin vasfıydı. Zekiydi, hazır cevaptı. Atina'da Balkan Politika Kulübünün yıllık toplantısındaydık. Cumhurbaşkanı değildi ama Atina'ya gelişi olay olmuştu. Kahve molasında otelin lobisinde oturuyorduk. Benim yüzüm kapıya dönüktü. Çevremiz gazeteci doluydu. Birden kapıdan içeri Pangalos'un girdiğini gördüm. "Efendim, Pangalos geliyor" diye fısıldadım. Pangalos gayet laubali bir şekilde, Süleyman Bey’in yanına geldi, "Hoş geldiniz Ekselans Demirel, beni tanıdın değil mi?" dedi. Süleyman Bey, başını hafifçe yukarı kaldırdı ve umursamaz bir dille, "Seni kim tanımaz! Sen terörist Öcalan'ın arkadaşı Pangalos değil misin?" dedi. Pangalos'un yanımızdan bir kaçışı vardı ki, seyre değerdi.
Dostuna değer verirdi. Haydar Aliyev O'nun, O Haydar Aliyev'in dostuydu.
Süleyman Demirel'e cumhurbaşkanlığının son günlerinde Aliyev'in Bakü'de yaptığı jest her türlü takdirin, övgünün üzerindedir. Ve Demirel'e verilen bu değer, hiç bir hayranlıkla kıyaslanmayacak kadar büyüktür. Dede Korkut'un 1300. yıldönümünde o günün Türk dünyasının önde gelen şahsiyetleri Bakü'de bir araya gelmişti. Dünyaca tanınmış profesörler, ünlü Türkologlar oradaydı. Saygın gazeteciler ve diplomatlar oradaydı. Ve her şeyin ötesinde o günün Türk Dünyasının cumhurbaşkanları oradaydı. Dede Korkut yâd ediliyordu ama herkes sözü bir yerde Demirel'e getiriyor ve O'na iltifat ediyordu. Son sözü Haydar Aliyev aldı. Aliyev, Dede Korkut'tan günümüze anlamlı bir çizgi çekti. Sonra cumhurbaşkanlığının son günlerinde bulunan Süleyman Demirel'e güzel sözler söyledikten sonra kendilerini sahneye davet etti. Sahnede de Süleyman Demirel'i övmeye devam ettikten sonra, “Sayın Cumhurbaşkanı, aziz kardeşim, Azerbaycan Parlamentosu'na ferman verdim ve Zat-ı Ali'nizi Azerbaycan vatandaşı yaptık. Şimdi size nüfus cüzdanınızı takdim ediyorum. Bu da pasaportunuz. Artık siz de Azerbaycan vatandaşısınız” dedi.
Çok duygulu bu ortamda Süleyman Demirel de Aliyev'e şöyle dedi: “Bugüne kadar size hep kardeşim diye hitap ettim. Mademki vatandaşım, ben de bundan böyle vatandaşlık görevimi yerine getirecek ve Zat-ı Ali'nize Sayın Cumhurbaşkanım diye hitap edeceğim.”
Kitabın hazırlık sürecinden biraz bahseder misiniz? Bu eser, ne kadarlık bir sürede, nasıl bir çabayla ortaya çıktı?
Kitabı gerçekte, O'nun sağlığında tasarlıyordum. Zira O, zengin, büyük ve meclisi çalışır demokrat bir Türkiye oluşturmanın heyecanını yaşayan bir şahsiyetti. Özellikle bu vasıflarının bilinmesi gerekiyordu. Ama koşuşturmaktan, parça parça olan notlarımı bir türlü yan yana getiremiyordum. Pandemi öncesi, temsil ettiğim Marmara Grubu Vakfı adına, ayda en az üç - dört defa yurt dışına çıkmak zorunda kalıyordum. Ayrıca bu yılın ilk ayına kadar da on iki yıl aralıksız Montenegro'nun İstanbul Fahri Başkonsolosluk görevini ifa ettim. Elbette, o bir temsil göreviydi ve bu göreve de zaman ayırmak gerekiyordu. Bir de vakfın yurt içi faaliyetlerine zaman ayırıyordum. Dolayısıyla, pandemi yasakları beni eve kapayınca, notlarımı birleştirmeye karar verdim. Ve bu eser ortaya çıktı.
Şimdi açık kalple söylemek gerekirse, O'nun bu vatana, devlete ve millete yaptıklarına küçük de olsa bir karşılık vermek istedim. Öte yandan, Marmara Grubu Vakfının oluşumuna, sivil toplum dünyasında ulaştığı uluslararası düzeydeki saygınlığındaki payına da, bu kitapla bir nebze olsun karşılık verebildiysem, ne mutlu bana!
Kitapta yer alan, yabancı devlet adamları da olmak üzere, onlarca isim var. Bu isimlere nasıl karar verdiniz? Onlara projenizi açıkladığınızda nasıl bir tepki aldınız?
Ben orta halli bir memur ailesinin evladıyım. Mütevazı şartlar içinde büyüdüm, yaşadım ve yaşamayı da sürdürüyorum. Talih bana yardım etti. Dost olduğum kimselerle, dostluğumu aralıksız sürdürdüm. Başarısız bir siyasi hayattan kopup, 35 yıl önce uluslararası bir sivil toplum kuruluşu kuracağım, bir strateji merkezi oluşturacağım diye yola çıktığımda bana inananlar bir elin parmakları kadardı. Marmara Grubu Vakfını oluşturmaya başladığımda Süleyman Demirel'den, Turgut Özal'dan, Alparslan Türkeş'ten, Erdoğan Demirören'den, Nevzat Yalçıntaş'tan, Ahmet Çalık'tan, Dr. Şahap Kocatopçu'dan, Jak Kamhi'den, Üzeyir Garih’ten, Ogan Soysal'dan gördüğüm alaka büyüktür. Ve bir de Haydar Aliyev'den. Avrasya Ekonomi Zirvelerini oluşturma kararı vermiştim. Düşüncesini almak için Süleyman Bey’e gittiğimde, bana “Bunu bir de Haydar Bey’e anlat, bakalım ne diyecek?” demişti. Aliyev beni dinlemiş, o günlerde bir hayal olan Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattını anlatmış ve “Avrasya Zirvelerinin felsefesi Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı olmalıdır” demişti. Bu konuda Valeh Aleskerov'u görevlendirmiş, O da on yıl her zirvede bu konuyu uluslararası ortamda gündeme getirmişti. 1998’de ilk zirveden hemen sonra, resmi Türkiye ziyaretinin sonunda Haydar Aliyev, lütfetmiş Marmara Grubu Vakfında bir konferans vermiş ve bizlere 4,5 saatini ayırmıştı. Bu zirve, malumunuz 23 yıldır aralıksız yapılmaktadır. Moğolistan'dan Güney Afrika'ya, Çin Halk Cumhuriyeti'nden ABD’ye kadar dünyada kabul gören bir etkinliktir. Bu etkinliğin yanı sıra ben; yurt dışında son 23 yılda BM Ekonomik Sosyal Konseyinden Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Parlamenterler Asamblesine, Çin Halk Cumhuriyeti Kuşak ve Yol Girişiminden Romanya Levanten Enstitüsüne kadar sayısız kuruluşun üyesi oldum. Buralarda devlet insanlarıyla tanıştım; dost oldum. Onlardan Süleyman Bey’i tanıyanlara kitaba yazı için müracaat ettiğimde, olumlu cevaplar aldım. Türkiye'deki dostlarını zaten tanıyordum. Onlar da beni kırmadılar ve bu eser ortaya çıktı. “Neden başkalarına da müracaat ettin? diyebilirsiniz!
Süleyman Bey’i, tanıyanların düşüncelerine müracaat ettiğimde, niyetim herkesin kendi dünyasındaki Süleyman Demirel’i anlatmasını temin etmekti. Bunda da muvaffak oldum. Kimsenin yazısı kimseye benzemiyor. Bu arada bir önemli konu da, bu kitap O'nun sağlığında yazılsa, birileri şirin gözükmek için bir şeyler karalayabilirdi. Bugün O yok. Ama O'nu anlatanların söyledikleri, müstesna hatıralar!
Bu kitabı Z kuşağı okumalı... Türkiye’nin nereden, nereye geldiğini öğrenmeli...
Kitabın yayınlanmasından sonra nasıl tepkiler aldınız?
Şimdiye kadar ters bir şey söyleyene rast gelmedim. Yayın öncesi, bütün yazısı olan şahsiyetlere taslak halinde kitabı gönderdim. Yazınızı kontrol buyurunuz, diyerek... Çok eski bir arkadaşım, yazısını yayınlamamamı istedi. Nedenini sorduğumda, yazısının arkalarda yer almasına ve aynı fikirde olmadığı insanları öne almamı içine sindiremediğini söyledi. Pekiyi deyip, yazısını çıkardım. Oysa yazısı daha önce Marmara Grubu Vakfının web sahifesinde aynı şahsiyetlerle beraber yer almıştı. Oysa isimlere alfabetik sıralamayla yer vermiştim. Yapacak bir şey yoktu. Kitabımda, Demirel'in partili dava arkadaşlarını, karşısında siyaset yapan muhaliflerini, dünyada kabul gören devlet insanlarını ve ülkemizin siyaset insanlarını bir araya getirmeye çalıştım. Demirel demokrattı. Tahammüllüydü. O'na yakışanı yaptığıma inanıyorum. O eser sahiplerini severdi. Ben de eser sahipleriyle O'nu yarınlara aktarmak istedim.
* Akkan Suver - Süleyman Demirel'li Yıllar, Bilgeoğuz Yayınları.