Liza Cemel
Umudun adı İzmir.
Ben Elif.
Ben Ayda.
Ben İnci.
Ben Arif.
Ben İdil.
Ve daha nicesi…
Haberleri her açtığımızda yeni bir isim, yeni umutlar; hayaller; fikirler… Hepsinin hikâyesi kendine özel ve adını duyup duymadığımız, sağ kalan kalmayan her can o kadar değerli ki…
Hayatların nasıl da 1 dakikadan kısa bir süre içerisinde tıpkı o binalar gibi paramparça olduğu, hayata tutunma çabası ve isteğiyle çırpınan o güzel insanların nasıl da bize umut olduğu çok aşikâr.
Mucizelere inanmak istiyoruz! İnanalım ki ayakta kalalım. 91 saat aç susuz kalan ama yine de hayata küsmeyen Ayda bizim mucizemiz ya da saatler boyunca daracık alanda keskin demir parçaları ile iç içe kalıp da yine de ilk köpeğini, kemanını düşünen İnci gibi.
2020 her gün bize kötü haberler savururken kendi kendimize çok düşünüyoruz, bundan daha kötüsü olamaz diye. Ama 2020’de geçen her yeni gün bize yanıldığımızı gösteriyor, sanki bir şey ispatlamak istermişçesine.
Belki de anlamamız gereken bir başka konu da 2020 bitince her kötü olayın son bulmayacağı. Biz hatalarımızdan ders almadıktan, insanlık olarak iyilikten beslenmedikten sonra bu olaylarla yüzleşmemizin daha da zor olacağı.
Kazazedeler için evrakları poşet poşet satanlar olsun, ölenlerin ve hayat mücadelesi verenlerin arkasından atıp tutanlar olsun veya depremin nedenini akıl almaz doğaüstü nedenlere bağlayanlar olsun, hepsi savaşmamız gereken bir virüs.
Bugün bir kez daha “Deprem öldürmez, binalar öldürür!” lafının doğruluğunu anladım. Kendi ülkesinde de sıkça depremle boğuşmak zorunda olan Meksikalı arkadaşım, bu kadar yıkıma şaşırdığını, Türkiye’nin de fay hattı üzerinde bulunduğunu ve bu nedenle ülke olarak tedbirli ve hazırlıklı olduğumuzu düşünmüştü. Ne yazık ki aynı büyüklükte bir başka deprem ne başka ülkeleri bu kadar etkiliyor ne de zemini sağlam olan başka binaları. Yüzyıllardır depremi yaşamayan İzmir de hazırlıksız yakalandı, Türk halkı da. O yüzden dileğim en azından bunu hiç aklımızdan çıkarmayarak gerekli tedbir ve sağlamlaştırmalarla yolumuza devam etmek.
Ve ne kadar depremzedeleri anlıyoruz, hissediyoruz desek de biz onları yalnızca sıcacık evimizden anlıyoruz. Atlattıkları zorlukları ve onları bekleyen engelleri sadece tahmin edebiliyoruz. Haberleri uzaktan boğazımız düğümlenerek izliyor, mucizeler olduğunda kendi evimizde seviniyoruz.
Canını ortaya koyan ve kendini insanları kurtarmaya adayan sağlık çalışanları ve kurtarma ekipleri… Ne desem o kadar yetersiz kalır ki… Kurtarılan çocuklarımızın acılarını dindirmek, onları rahatlatmak için o dar alanda oynadıkları oyunlardan, onları sarıp sarmalamalarından bahsetmiyorum bile. Bazı meslekler çok özel, hatta meslek demek bile az kalır, adeta bir hayat amacı. Her şeyi bir kenara bırakıp durmadan çalışan bu değerli ekibe ne kadar teşekkür etsek az.
Sen çok yaşa canım İzmir, sen çok yaşa ki tüm Türkiye yaşasın.
Herkese geçmiş olsun dileklerimle…