12. yüzyılın en önemli merkezlerinden biri olan Bağdat’ta Yahudilerin yaşamı ve özellikle liderlerinin gördüğü saygı ve hürmet, dönemin yaşamını anlatan eserlerde gün yüzüne çıkar.
Ünlü Seyyah Tudelalı Benjamin’in Sefer Ha-Massa’ot kitabından:
Ortaçağ’ın bu en tanınan seyyahı hakkında tek bildiklerimiz onun Seyahatler Kitabında kendisi hakkında yansıtılanlardan ibaret… Benjamin’in en az beş yıl (belki de on dört yıl) süren seyahatinin, 1159 veya 1167 yılında başladığı, İspanya’ya dönüşünün ise 1172 veya 1173 yılında gerçekleştiği tahmin edilmektedir. Bağdat Yahudileri hakkında yazdıkları, çalışmalarının en uzun ve en kapsamlı bölümünü oluşturur. Aşağıda, bu açıklamalarının bir kısmına yer verdim.
“Bağdat’ta yaklaşık 40 bin Yahudi yaşamakta ve bunlar, Büyük Halife’nin yönetimi altında güven, refah ve şeref içinde yaşamaktadır. Aralarında büyük bilginler ve Yasa’nın etüdüne kendilerini adamış şuraların (akademilerin) başkanları da bulunur.
Akademiler ve başkanları
Bu kentte on şura bulunmakta. Büyük Şura’nın başında Başhaham R.Samuel vardır ve kendisi Eli’nin oğludur. R.Samuel, Gaon Jakob Şurası’nın başkanıdır. Kendisi bir Levi’dir ve şeceresini öğretmenimiz (Peygamberimiz) Moşe’ye dek sürer. İkinci Şura’nın başkanıysa, onun kardeşi olan R.Hanina’dır ve Levilerin lideridir; R.Daniel Üçüncü Şura’nın başkanıdır. R.Elazar Dördüncü Şura’nın âlimidir. Zemah’ın oğlu olan R.Elazar, düzenin başında olup, şeceresini Samuel Peygamber’e dek sürdürür. O ve akrabaları Mâbet mevcutken söylenen ilahileri nasıl terennüm edeceklerini bilir. Bu kişi, Beşinci Şura’nın başkanıdır. R.Hisdai ise âlimlerin gururudur ve Altıncı Şura’nın başkanıdır. R.Haggai ise, Yedinci Şura’nın başkanıdır. R.Ezra, Sekizinci Şura’nın başkanıdır. R.Abraham, Abu Tahir adıyla çağrılır ve Dokuzuncu Şura’nın başkanıdır. Nasi Bostanai’nin oğlu (cemaat başkanı) R.Zakkai de Sium’un başkanıdır. Bu on kuruluş, cemaat ile ilgili yönergelerden başka bir işle uğraşmazlar; haftanın ikinci gününün haricinde ülkesindeki Yahudilerin yargı işleri ile uğraşmaktan başka bir şeyle de uğraşmazlar. O günde ise Yeşiva Gaon’un başkanı olan başhaham Rabi Samuel’in önünde toplanır ve o da, diğer şuraların yargıçlarıyla birlikte onun önüne gelen herkesi yargılar. Bunların başında da Hisdai’nin oğlu Daniel yer alır ve ona “Diaspora’daki tüm İsrailoğulları’nın Lideri” (Re’sü’l- Calut) adı verilir Onun şeceresi, İsrailoğulları’nın kralı David’e dek uzanır. Yahudiler ona ‘Diaspora’daki başkanımız, liderimiz’ adını verirken; Müslümanlar da onu ‘Saidna ben Davud’ olarak çağırırlar ve kendisine de İslâm’ın lideri Emir al Muminin’in yönetiminde yaşayan tüm İsrailoğulları cemaatlerinin idaresi hususunda yetki verilmiştir. Bu amaçla, bu İslâm Lideri, ona ve onun soyundan gelenlere emretmektedir ve ona kendi hâkimiyeti altındaki tüm (Yahudi) cemaatlerine karşı yetkilendirecek resmi mührü teslim ederek; yönettiği ülkede yaşayan Müslüman, Yahudi veya hâkimiyeti altında bulunan hangi ulusun ferdi olursa olsun, o kişinin Yahudilerin Diaspora’daki Lideri’nin (Eksilarh / Re’sü’l Calut) önünde ayağa kalkmasını ve ona selâm vermesini buyurmuştur; ayağa kalkmaya itiraz edecek her kişi yüz kırbaç yiyerek cezalandırılacaktır.
Ve her beş günde bir Yahudilerin lideri Büyük Halife’yi ziyarete gittiğinde, at üstündeki Yahudi olan ve olmayan kişiler ona eşlik eder ve çağırtkanlar önceden bağırarak şöyle derler; ‘David’in oğlu Liderimize, hak ettiği gibi, yol açınız!’ Arapçası: A-milı tarık la Saidna ben Daud! Yahudilerin Lideri, ata binmiştir ve ipekten esvaplar ve süslemeler ile bezenmiştir; başında büyük bir türban taşımaktadır ve bu türbandan aşağıya uzun beyaz bir kumaş sarkmaktadır. Bu kumaş, İslâm Lideri’nin turasının üzerinde bulunduğu bir zincir taşımaktadır. Yahudilerin Lideri, Halife’nin önüne gelir, onun elini öper ve Halife ayağa kalkarak, onun için yapılmasını emrettiği bir tahta Yahudi Lideri’ni oturtur; Halife’nin divanında yer alan tüm Müslüman prensler de onun önünde ayağa kalkarlar. Diaspora’daki Yahudi Lider, (Re’sü’l Calut) Halife’nin karşısındaki tahta oturur… Bu durum Yasa ile uyum halindedir; ‘Asa, Yehuda’dan yok olmayacaktır; ne de bir yasa yapıcı, onun ayakları arasından; o Şilo’ya gelene dek: ve onun önünde halk toplanacaktır.’ Diaspora’daki Yahudi Lider’in hâkimiyeti Şinar, Pers ülkesi, Horasan, Yemen anlamındaki Şeba’da, Diyar Kalah (Bekr), Aram Nakaraim (Mezopotamyalı), Ararat Dağları’nda oturanlar, Alans topraklarında (dağlarla çevrilidir ve İskender’in inşa ettirdiği ve daha sonraları yıkılan demir kapılardan başka çıkışı yoktur ve halk Alani olarak tanımlanır) bulunan tüm (Yahudi) cemaatlerini kapsar. Re’sü’l Calut’un yetkisi, aynı zamanda Sibirya’ya Asveh Dağlarında ve Gurgan bölgesine dek de uzanır. Bu bölgenin sakinlerine Gurganim adı verilir ve Gihon nehri boyunca da ikamet ederler. Bu yörenin halkına ise Girgaşitler adı verilir ve bunlar Hıristiyan dinine mensupturlar. Dahası Re’sü’l calut’un yetkisi Samarkand kapılarına, Tibet diyarına ve Hindistan ülkesine kadar uzanır ve kendisine tâbi olan cemaatlere haham ve vekiller atama yetkisi verir. Bu cemaatlerin temsilcileri, dünyanın öbür ucundan ona hediyeler getirirler. Re’sü’l Calut’un Bâbil’de barınma evleri, bahçeleri ve ekili arazileri, atalarından miras kalan birçok toprakları mevcuttur ve kimse de onun bu varidatını zorla elinden alamaz. Bu liderin, Yahudilerin, barınma evlerinden, pazar yerlerinden tüccarlardan elde ettiği bir haftalık sabit geliri bulunmaktadır. Buna uzak ülkelerden kendisine takdim edilen meblâğlar dahil değildir. Bu adam sadece çok zengin değildir. Aynı zamanda Kutsal Kitap ve Talmud konusunda da bilgilidir ve birçok İsrailoğlu, her gün onun sofrasında ağırlanırlar…
Re’sü’l Calut, makamına tayini aşamasında Halife’ye, prenseslere ve vekillere çok paralar dağıtır. O gün Halife kendisini yetkilendirme seremonisini icra eder ve Re’sü’l Calut kraliyet konvoyunun arabalarının davul ve zurnalar eşliğinde evine kadar gider. Diaspora’nın Lideri, şuraların başkanlarını onların başının üstüne eline koyarak seçer ve böylece onların makamına tayin işlemini icra eder. Kentteki Yahudiler bilgili insanlardır ve çok zengindirler.
Bağdat ve sinagoglar
Bağdat’ta 28 sinagog mevcuttur; bunlar ya kentin içindedirler, ya da Dicle’nin karşı tarafında yer alan Al-Karkh’ta bulunur. Çünkü nehir bu kenti ikiye bölmektedir. Büyük Re’sü’l Calut Sinagogu, değişik renklerde ve gümüş ve altına benzenmiş mermerlerle inşa edilmiş sütunlar ihtiva eder ve bu sütunlarında üzerinde Mezmurlar’dan alınmış ve altın harflerle yazılmış cümleler yer almaktadır. Tora tomarlarının yerleştirildiği dolaba 10 mermer basamakla çıkılır; son basamaktan sonra Re’sü’l Calut’un ve David’in Evi’nin prenslerinin oturacağı yerler bulunur. Bağdat kenti, 20 millik bir çapa sahiptir ve palmiye ağaçları ve ekili alanlar arasında yer alır; bu duruma tüm Şinar eyaletinde rastlanmaz. Tüm ülkelerden buraya ticaret için gelenler olur. Bu kentte bilgili insanlar, bilgenin tüm yönlerine vâkıf filozoflar ve büyünün tüm türlerinde uzman olan sihirbazlar da yaşar.
Buradan Resen adını taşıyan Gazigan’a iki günlük yol vardır. Burası 5 bin Yahudi’yi de barındıran büyük bir kenttir. Kentin ortasında büyük bir ibadethane olan Rabbah Sinagogu bulunur. Rabbah, sinagogun yakınlarında defnedilmiştir ve türbesinin altında 12 öğrencisinin de gömülü olduğu bir mağara bulunur.
Buradan da Bâbil’e iki günlük bir yolculuk söz konusudur; burası eski Bâbil’i de yansıtır. Nabukadnezar’ın sarayının yıkıntılarına hâlâ rastlamak mümkündür; ancak insanlar oraya yılanlar ve akreplerden ötürü girmekten korkmaktalar…
Bunların bir mil kadar yakınında da Daniel (Peygamber’in) türbesindeki sinagogda ibadete giden 3 bin kadar Yahudi yaşamakta; bu kadim sinagog Daniel tarafından inşa ittirilmiştir. Sinagog, yontulmuş taşlardan ve tuğlalardan inşa edilmişti. Sinagog ve Nabukadnezar’ın sarayı arasında ise, Hananya, Mihael ve Azarya’nın içine atıldığı fırın bulunur. Fırının bulunduğu alan, herkesin bildiği bir vadide yer almaktadır.
Buradan da Hillah’a beş parasanglık bir mesafe vardır ve bu yörede 10 bin Yahudi yaşamakta olup, dört sinagog mevcut. R.Meir Sinagogu: Bu Rav bu sinagogun önünde gömülüdür; Mar Keşişa Sinagogu: Bu Rav bu sinagogun önünde gömülüdür. Ayrıca Şama’nın oğlu Rab Zeiri Sinagogu ve R.Mari Sinagogu… Yahudiler her gün bunlarda ibadet ederler…
Buradan da Bâbil Kulesi’ne 4 millik bir mesafe bulunur; bu kuleyi diken neslin lisanları birbirlerine karışmıştı ve yapılışında Agur adlı verilen tuğlalar kullanılmıştı. Kulenin temellerinin uzunluğu yaklaşık olarak iki mil, kulenin eni yaklaşık kırk kübit ve kulenin yüksekliği de iki yüz kübittir. Her on kübitte bir kulenin etrafında dönen eğilimlerle bir kişinin yukarı çıkabilmesi sağlanmıştır. Arazinin engebesiz olması nedeniyle, tepeden 20 mil ötesi görülebilmekteydi. Gökten kulenin ortasına bir ateş düşmüş ve kule çok derinlere gömülmüş idi.”1
‘İslâm Toplumunda Yahudiler’ adındaki değerli çalışmasında Prof. Nuh Arslantaş, Re’sü’l-Calut’un Halife nezdindeki saygın konumuna Benjamin’in anlatımındaki ayrıntılara da yer vererek katılmakta; Müslüman idarecilerin cemaatin iç işlerine karışmadıklarını ve zaman zaman Yahudi idarecilerin talebi üzerine, toplumsal düzen ve asayiş açısından Müslüman yöneticilerin Yahudi idarecilere yardımcı olduğunu belirtmektedir. Örneğin Re’sü’l-Calut Davud b.Zakay, cemaatin verilmesi gereken vergileri ödememeleri durumunda, o şehrin valisinden aldığı yardımla tahsilât yapabilmişti. 12. yüzyıldan sonra gerek İslâm dünyasındaki siyasal bölünmeler, gerekse Yahudi cemaatlerinde Re’sü’l-Calutluğa karşı gelişen tutum nedeniyle, bu kurumun gücü giderek zayıflamıştı. Abbasiler döneminde 730 ile 1270 yılları arasında 26 Re’sü’l-calut görev yapmıştı.
Arslantaş’ın eserinin kapak yazısının sonunda da belirttiği gibi; Müslümanlar, başta Yahudiler olmak üzere diğer gayrimüslim zümreleri asla dışlamamış ve ötekileştirmemişti. İdareleri altındaki gayrimüslimlere karşı sergiledikleri insani yaklaşımla, onların başta dini kimlikleri olmak üzere sosyal, ekonomik ve kültürel hayatlarına müdahale etmedikleri gibi, bunların korunmasına da yardımcı olmuşlardı2.
Hıristiyan âleminde Yahudilerin uğradıkları bunca kıyım ve sürgünden sonra, İslâm yöneticilerinin tamamen zıt tutumu daha da önem kazanır. 1099’da Kudüs’te Haçlıların kentteki Yahudi ve Müslümanları feci bir şekilde katledip kenti ele geçirmelerinden sonra Kudüs, ancak 1187’de Selâhaddin Eyyübi tarafından kurtarıldı. Fetihten sonra kenti ziyaret eden ünlü Yahudi şairi Yuda Al-Harizi, farazi bir diyalogda şunları yazmıştı: “…Tanrı, kutsal yerin Esav’ın oğullarının elinde kalmayacağına karar verdi ve İsmailoğulları’nın prensi, temkinli ve cesur bir kişi olan Selahaddin’in ruhunu uyardı; o da ordusuyla Yeruşalayim’i zapt etti ve tüm Efraimoğulları’nı kabul edeceğini bildirdi. Şimdi barışın huzurunda yaşıyoruz…”3
---
1 “The Jews, Literature and Art”, Sharon E.Keller, Könemann, 1992, S.113.114
2 İslâm Toplumunda Yahudiler, Nuh Arslantaş, S.125-131
3 Yahudilik Ansiklopedisi, Cilt-I, Gözlem Gazetecilik. 2001, S.246