Koleksiyoner František Bânyai, kırk yıldır büyük bir sabır ve emekle Yahudi temasını öne çıkaran, Yahudilerin hayatlarına, yaşadıkları yerlere odaklanan kartpostallar topluyor. 1899’dan 1938’e uzanan bir zaman dilimine ait bu kartpostallar, bir zamanlar toplumla iç içe yaşanmış görkemli hayatları, mekânları ve bir kültürü yansıtırken, hiçbir iz bırakmadan aniden kaybedilen bir dünyayı da aktarıyor. Çek Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosu Jiří Čistecký’nin katkılarıyla, František Bânyai’nin kartpostal koleksiyonundan özenle seçilerek hazırlanan ve mutlaka görülmesi gereken ´Jamim Mikedem-Geçmiş Zamanlar’ sergisi, 6 Aralık’a kadar Schneidertempel Sanat Merkezinde ziyarete açık.
İnternetin, dijitalleşmenin bu denli yaygınlaştığı hatta benliğimizi esir aldığı bir dönemde, şimdi almak isteseniz de nereden bulabileceğinizi bilmediğiniz,19. yüzyılın ikinci yarısının bir icadı olan kartpostallar, başlangıçta yalnızca iletişimin ucuz, hızlı ve kolay ulaşılabilir bir yolu değil, bilginin de kaynağı olmuştur.
Sergideki kartpostallar, bir dönemin son tanıkları olarak apayrı bir değere sahip. Bunlar, barışın ne kadar bıçak sırtı bir dengede durduğunu, özellikle içinde yaşadığımız gergin dönemde kardeşlikten, bir arada yaşamaktan yana olan insanlara düşen ‘susmama’ görevi olduğunu ve haksızlıkları yüksek sesle dile getirmenin önemini hüzünlü bir şekilde hatırlatıyor.
Başkonsolos Jiří Čistecký ile sergiyi konuştuk.
Sergiyi nasıl gerçekleştirdiğinizi paylaşır mısınız?
Her şey 2003-2008 yılları arasında Avusturya’ya atandığımda başladı. İyi bir dostum olan František Bânyai’nin benzersiz bir kartpostal koleksiyonunu vardı ve bunu görme fırsatım oldu. Gerçekten kendi türü içinde benzersiz ve son derece ilgi çekici bir koleksiyondu. Ona bu koleksiyonu yurt dışında da sergilememiz gerektiğini çünkü Orta Avrupa Yahudilerinin artık kaybolmuş olan dünyasına tanıklık ettiğini söyledim. Bir zamanlar bu dönemin bir parçası olmuş ve hâlâ hayatta kalan insanlar olsa bile, bu tarih sadece onların anılarında, kartpostallarda ve birkaç müzede yaşıyor. Böylece Viyana’da bir sergi hazırlığına başladık. Bu, koleksiyonun bir kısmının gösterileceği ilk sergiydi. Açılışa Yidiş şarkılar söyleyen sanatçılar da çağırdık. Sergi çok başarılı oldu; sadece açılışta değil serginin devam ettiği süre boyunca da oldukça yüksek bir katılım sağlandı. 15 yıldan uzun bir süredir sergiyi Orta ve Doğu Avrupa’da birçok ülkede göstermeye devam ediyoruz. New York’ta da sergilendi. Sadece Kudüs ve Tel Aviv eksik kaldı. Bânyai’ye İstanbul’un Kudüs’e giden yolun yarısında olduğunu ve belki de o sergiden önceki son durak sayılabileceğini söyledim.
Bu salgın döneminde böyle önemli bir sergiyi desteklediğiniz ve kararlılığınız için sizi tebrik etmek istiyorum. Sergiyi neden düzenlediniz?
Temelde iki neden söz konusu. İlki kişisel. Profesyonel açıdan baktığınızda bu dönemde sanatçılar en çok zarar gören gruplardan biri; sanatlarını sergileme imkânları son derece sınırlı hale geldi. Bu yüzden bu sergiyi tam da bu dönemde yapmayı ve insanlara, salgın önlemlerine saygı çerçevesinde çalışmanın hatta bir araya gelmenin mümkün olduğunu göstermeyi istedim.
İkincisi, serginin içeriği. Bence böyle bir sergiye ihtiyaç vardı. Bildiğiniz gibi son yıllarda, ırkçılık, antisemitizm, dünyanın bütün ülkelerinde ve Avrupa’da dramatik bir biçimde yükseliyor; bu sergi bize birkaç küçük olayın ardından bütün bir dünyanın aniden ortadan kaybolabileceğini gösteriyor. Bu işin bir yönü. Bir diğer yönü de, bu harika kültüre ait olan ve Yahudi soykırımı sırasında öldürülenler, bütün Avrupa genelinde toplumların bir parçasıydı. Her zaman bulundukları ülkelerin daha iyi, daha demokratik olması için çaba gösterdiler; ülkelerin endüstrileşmesine büyük katkıda bulundular. İş hayatının, toplumsal kültürün bir parçası haline gelmesine, bilim dünyasına, ülkelerinin zenginleşmesine çok büyük yardımları oldu. Buna rağmen sanal dünyada ve fiziksel düzlemde Yahudi cemaatleriyle ilgili mitler var; bunlar bugün bile antisemit bağlamda kullanılabiliyor. Bu mitlerin çoğunun kökeninde aslında bu insanların, cemaatler hakkında bilgi sahibi olmamaları yatıyor. Sadece yalan haberlere değil, Yahudi cemaatlerini bir şekilde şüpheli göstermeye çalışan, yüzyıllardır bildiğimiz eski klişelere de tutunuyorlar. Bu klişeler şimdilerde anti-İsrailcilik haline dönüşüyor. Antisemitizm ile anti-İsrailcilik bazı zamanlarda eşanlamlı hale gelebiliyor. Bu yüzden Uluslararası Holokost Anma İttifakı (International Holocoust Remembrance Alliance), anti-Siyonizm’i antisemitizm tanımına eklemeye karar verdi. Yahudi hayatının ne kadar zengin ve farklı ülkelerde toplumun bütünüyle nasıl iç içe geçmiş olduğunu pek az insan biliyor. Topluma bunu aktarmak istedik.
František Bânyai’nin koleksiyon hakkında bilgi verebilir misiniz?
Her şeyden önce František Bânyai, yirmi yıldır tanıdığım çok iyi bir dostum, aynı zamanda Prag Yahudi Cemaatinin başında bulunuyor. Kartpostal biriktirmeye yıllar önce başlamış. Koleksiyonu bugüne kadar gördüğüm en ilginç örneklerden biri. Sayıları birkaç bini bulan kartpostallardan oluşuyor. Bunlar, Yahudi mezarlıkları, sinagoglar, Yahudilere ait diğer yerleşimlerin yanı sıra onların günlük hayatlarına da odaklanıyor. Koleksiyonda sadece Çek Cumhuriyeti’nin bölgeleri olan Bohemya ve Moravya değil Avrupa genelini yansıtan topografik özellikli kartpostallar de çoğunlukta. Yani koleksiyon daha çok Galiçya, Ukrayna, Litvanya, Rusya, Polonya, Macaristan gibi zamanının en kalabalık ve kültürel anlamda benzersiz Yahudi yerleşimlerini temsil ediyor. Ayrıca Holokost’ta yok edilen yerler de var.
Sergiyi sonbaharın son haftalarında gerçekleştirme sebebim ise, Kristal Gece’nin (Kristallnacht) yıldönümüne rastlaması. Kristal Gece, Almanya, Avusturya ve Südet’te yaşanan Yahudi kıyımıydı. Südet Krizi’nden birkaç hafta sonra, 1938 yılının 9 Kasımı’nı 10 Kasım’a bağlayan gece yaşanmıştı. Ayrıca, bu tarihler, Prag’dan Lodź Gettosuna ilk transferlerin yapıldığı 16 Ekim 1941’in yıldönümüne de denk geliyordu. Sayıları bini bulan Praglı Yahudi erkek, kadın ve çocuk arasından sadece 24’ü hayatta kalabildi. Bu yüzden her yıl, bu olayın yıldönümünü Prag Yahudi Cemaatinin önemli bir günü olarak özel etkinliklerle anıyoruz.
Koleksiyonun genel olarak Orta Avrupa’daki Yahudi kültürüne odaklanmasının yanı sıra Almanya, Fransa ile Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan, Romanya gibi Balkan ülkelerinden de örneklere yer verdik. Dünyanın bu bölgesinde yok olmuş sinagoglardan geriye kalan pek az kanıttan biri bu kartpostallar. Kristal Gece sırasında, yani tek bir gecede Almanya, Avusturya ve Südet’te 200’den fazla sinagog yerle bir edildi, yakıldı. Naziler tarafından işgal edilen Çekoslovakya’ya ait Südet’te 50 sinagog vardı. Şimdi bunlardan geriye sadece kartpostallar kaldı.
Şimdilerde 70’li yaşlarını süren Bânyai, bu kartpostalları nasıl ve ne kadar zamanda toplamış?
Bildiğim kadarıyla koleksiyonda binden fazla kartpostal var. Son derece sabırlı bir koleksiyoncu olduğu için çok sayıda müzayedeye katılıyor. Gittiği her yerde antikacıları, bitpazarlarını dolaşıp Yahudi temaları, sinagoglar ve Yahudilerin hayatlarına odaklanan kartpostallar arıyor. Yanılmıyorsam kırk yıldan uzun süredir kartpostal topluyor. Bunları dünyanın her tarafındaki özel koleksiyonculardan, müzayede evlerinden satın alıyor. Aynı zamanda Filistin bölgesi ve Ortadoğu’ya ait eski haritalar da topluyor.
Bânyai, Çek Cumhuriyetinin karantina kısıtlamaları nedeniyle maalesef sergiye katılamadı. Gelmeyi çok istiyordu ama önümüzdeki yıl, sergiyi İzmir’de tekrarlamak istiyorum. Umarım o zaman gelebilir.
Sergide, masum kurbanların isimleri kadar yaşadıkları hayat ve kültürlerinin de hatırlanmasında kartpostalların önemi nedir?
Buralarda yaşamış insanlardan geriye kalan pek az kanıttan biri bu kartpostallar. Bu insanlar muhakkak ki cemaatlerinin, akrabalarının anılarında yaşıyor, her yıl Yom Aşoa’da anılıyor; ama kartpostallar, Yahudi yaşam biçimini ve Holokost’ta katledilen insanları toplumun geneline de hatırlatan kanıtlar. Bu insanların nerelerde, nasıl yaşadıklarını gösteriyor; buralarda eskiden çok zengin, gelişen, toplumun geri kalanının ayrılmaz bir parçası olan ama yok edilmiş bir dünya olduğunu anımsatıyor. Birbiriyle yan yana, iç içe yaşayan insanların bir anda birer suçluya dönüştüğünü, diğerlerinin kayıtsız kaldığını ve çok azının hayatlarını kurtarmalarına yardım ettiğini hatırlatıyor. Yaşananların anısını sürdürürken ve bir daha asla yaşanmayacağını söylerken sadece bu suçların faillerini değil toplumun genelini de kastediyoruz.
Esasen, olan bitene seyirci kalmaması gereken toplumun bütünüdür. O dönemde toplumun önemli bölümü susmakla yetindi ve bu suskunluk onca suçun ve cinayetin işlenmesine yetti. Bu serginin ana hedefi bunu vurgulamak değil belki ama Yahudilerin bir zamanlar yaşamış olduğu yerlerin resimlerini gösterdiğinizde, tarihin kendisini tekrarlamaması için toplumların susmaması gerektiğini, bunun ne kadar önemli olduğunu da ima etmiş oluyorsunuz.
Dünyanın hemen her yerinde antisemitizm, ırkçılık, nefret suçları artıyor, basmakalıp önyargılar tekrarlanıyor. Bu salgın sürecinde bile virüsün nasıl ortaya çıktığına ilişkin komplo teorileri üretiliyor. Toplumun geneli, ne tarihin akışından ne de bir zamanlar insanların nasıl bir arada yaşadığından ve Yahudilerin toplumsal hayata yaptıkları katkılardan haberi var.
Bu sergi, aynı zamanda eğitici de, çünkü ülkeler genellikle kendi tarihlerini oldukça etnosantrik bir bakışla yazar. Özellikle de ülkem Çekya’da Çekler, Almanlar ve Yahudiler yüzyıllarca bir arada yaşadı ama tarih kitaplarına baktığınızda, Almanların ya da Yahudilerin ülkeye yaptıkları katkılardan pek az bahsedilir. Savaşla, nefretle, bugün yaşadığımız gerilimlerle hiçbir şey elde edemeyiz. Sonuçları yıkım olur.
Serginin bir başka amacı da bir tarih köprüsü inşa ederek geçmişi bugüne ve geleceğe bağlamak. Bir örnek vermek gerekirse, ki bu sadece tek bir örnek, Kristal Gece kıyımına paramiliter gruplar ve SA birliklerinin yanı sıra sıradan insanlar da katılmıştı. Alman vatandaşları, sade vatandaşlar bir anda ve hiç sebepsiz yere Yahudi okullarını, hastanelerini, sinagoglarını yakmaya, Yahudileri öldürmeye karar verdiler. Benzer şeyler bugün de olabilir ve oluyor da… Biz bu sergi aracılığıyla, günün sonunda ödenen bedelin, altı milyon insanın öldürülmesi, birçok binanın yerle bir edilmesi olabileceğini, geriye sadece anıların ve kartpostalların kalabileceğini göstermek istiyoruz. İnsanlara bugünü düşündürmek, şimdiki komşularının tıpkı 80 yıl öncesi gibi, farklı kökenden, etnisiteden veya dinden olabileceğini hatırlatmak istiyoruz.
Kartpostalların görselliklerinin yanı sıra, üzerlerine yazılanlar bağlamında dikkatinizi çeken özel örnekler oldu mu?
Noel zamanı galiba Prag’dan gönderilmiş ve alıcısına selamlar iletmenin yanı sıra mutlu Noeller de dileyen bir kartpostal var. Bir dereceye kadar komik çünkü bir Yahudi kartpostalıyla bir Hıristiyan gününü kutluyor ve mutlu Noeller diliyorsunuz… Bu kartpostal ayrıca, 20. yüzyılın ilk yarısında Çekya, Bohemya ve Moravya’da yaşayan Yahudilerin nasıl asimile olduklarını gösteriyor. Bu kayıtlara da geçmiş bir durum. Bohemya’da yaşayan Yahudilerin yüzde 44’ü farklı dinden biriyle evleniyordu. Moravya’da bu oran yüzde 30’du. Yani sokakta gördüğümüz her iki ya da üç Yahudi’den biri, bir Hıristiyan’la veya başka dine mensup biriyle evliydi. Bu bölgelerde yaşayan insanların klişe önyargılara kapılmamış olmalarının, antisemitizmin buralarda, başka yerlerdeki kadar güçlenmemesinin bir sebebi de buydu. Çünkü Yahudi olmanın ne demek olduğunu biliyorlardı ve bu karma evliliklerde bazen hem Yahudi hem de Hıristiyan günleri barış içinde, el ele kutlanıyordu. Bu kartpostalın Çekoslovakya’nın kuruluşundan sonra, 20. yüzyılın başında, Çekya’daki Yahudilerin hayatına dair çok özel bir örnek olduğunu düşünüyorum. İnsanların hem kiliseye hem sinagoga gidiyor olması kendi çevremden de bildiğim bir şey. Bu Çekoslovakya’ya ve bir dereceye kadar da bugünün Çekya’sına özel bir durum. Bugün antisemitizm sosyal ağlarda görünür olmaya başlasa da ülke genelinde oldukça düşük düzeyde.
Sergi daha önce hangi şehirlerde açıldı?
Sergi ilk defa 2005 yılında Viyana’da açıldı ve o yıldan bu yana bütün Avrupa’yı dolaştı. Her organizasyonda görev almadım ama diğer ülkelerdeki diplomatların František Bânyai ile iletişime girmesine aracılık ettim. Bu sırada Almanya’da, Ukrayna’da, Makedonya’da Macaristan’da, ABD’de ve çok sayıda başka ülkede de aynı serginin açılabileceğini gördük ve fırsatları değerlendirdik. Sergiyi Kudüs’e de götürmek istiyoruz. Kudüs son durak olmalı. İstanbul’dan sonra İzmir’e gideceğiz.
Size küçük bir anekdot aktarayım: İstanbul’a gelmeden önce Prag’daki İsrail büyükelçisinin tarafıma verdiği veda yemeğinde insanlar bana Tel Aviv, Almanya veya başka bir yere gitmemi beklediklerini, neden İstanbul’a gittiğimi anlamadıklarını söylediler. Bu cevaplaması zor bir soruydu ama en iyi cevap İsrail Büyükelçisinden geldi. “İstanbul, Kudüs’e giden yolun tam yarısında, tabii ki oraya gidecek” dedi. Bu konuda František Bânyai’yi ikna ettim. Sergiyi buraya getirmemizin bir başka nedeni de, Çekya’daki Yahudi cemaatinin bir Aşkenaz cemaati olması ve İstanbul’da da bir Aşkenaz cemaatin yaşıyor olması. Bu kartpostalları buradaki cemaate ve toplumun geri kalanına sunmak istedik.