"Der Kaiser von Atlantis /Atlantis İmparatoru"
Bazı Nazi toplama kamplarında esirler müzik icra etmiş ve besteler yapmış ancak, Holokost dönemi bestelerinin büyük bir kısmı bestecileriyle aynı kaderi paylaşarak yok olmuşlardır. Katolikliğe geçmiş Yahudi bir ana-babanın oğlu olan döneminin ünlü bestecisi 1898 doğumlu Viktor Ullmann, babasının Avusturya Macaristan İmparatorluğu ordusunda subay olmasına, kendisinin de I. Dünya Savaşı’nın en tehlikeli bölgesi İtalyan cephesinde çarpışmış olmasına karşın, etnik olarak Yahudi kökenli olduğundan tutuklanarak Terezin kampına gönderilir. Ullmann, SS’ler kamptaki koşullara rağmen müzik yapmalarına izin verince 1943-1944 yılları arasında ‘Der Kaiser von Atlantis oder Die Tod-Verweigerung / Atlantis İmparatoru ya da Ölümün Reddi’ adlı, yaklaşık bir saat süren tek perdelik bir opera besteler. Büyük olasılıkla içerdiği hınzır siyasal hicvi fark eden kamp yönetimi, son provanın ardından operanın sahnelenmesini yasaklar. Auschwitz'e gönderileceğini öğrenen Ullmann, yola çıkmadan önce skoru ve librettoyu bir arkadaşına emanet eder. Bu kişinin ve saklamış olduğu iki el yazmasının savaşın sonunda kurtarılmasıyla, ‘Atlantis İmparatoru’ toplama kamplarında bestelenmiş eserler arasında geriye kalmış tek opera olarak tarihe geçer.
1944’te Viktor Ullmann, aralarında Atlantis İmparatoru’nun librettosunu yazmış olan şair ve ressam Petr Kien, ünlü orkestra şefi Karel Ančerl ile oğlunun ve eşinin de olduğu bir grup sanatçı le birlikte Auschwitz’e gönderilir. Gruptan sadece Ančerl sağ kalacak, diğerleri ise Ullmann’ın evlenmiş olduğu üç kadın ve iki oğluyla aynı kaderi paylaşacak, yaşamları gaz odalarında sona erecektir.
Atlantis İmparatoru veya Ölümün Reddi, ilk kez 1975’te Amsterdam’da sahnelenmiş, bu sahnelemeden on yıl, ilk provalarından 51 yıl sonra ilk kez Terezin’de sahneye konmuştu. Bu sahnelemede kamptan hayatta kalan bazı müzisyenler de orkestrada yer almıştı.
Dizginlenemez güce sahip bir İmparatorun kibriyle insanlığın direncini karşı karşıya getirerek Üçüncü Reich'i sert bir hicivle eleştiren Atlantis İmparatoru, her şeye rağmen umudu da elden bırakmayan politik bir alegoridir. Anlamsız savaşı çıkaran zalim Atlantis İmparatoru Hitler’i, Davulcu da onun sevgilisi ve sırdaşı Eva Braun’u simgeler. Ölümün karşısına onun antitezi olarak çıkarılan Arlekin yaşamı, iki asker de bu çığırından çıkmış dünyada normal yaşamaya çalışan insanlığı temsil ederler.
Opera, ‘hoparlör’ün metni ve oyuncuları takdimiyle açılır ve Arlekin ile artık sivil olduğu halde üniformasıyla dolaşan bir eşli askerin canlandırdığı ölümün düetiyle devam eder. Arlekin, aşksız ve kahkahasız hâle gelen yaşamın tatsızlaşmasından, ölüm, geleneksel ölme zanaatının yerini motorize savaş araçları almış olduğundan görevine yetişememekten şikâyetçidirler. Davulcu Kız gelir ve Majestelerinin emriyle herkesin herkese karşı savaşacağını ve savaşın kimse sağ kalmayana dek devam edeceğini söyler. Yaşamı sonlandırma asal görevi olduğundan, İmparatorun bu hakkı gasp etmeye kalkışmasını hakaret kabul eden Ölüm, kılıcını kırarak artık görevini yapmayı reddeder. Savaşı sarayından yönetmeye çalışan İmparator, kimsenin ölmediğini görünce ne yapacağını şaşırır ama, toparlanarak halkına ebedi yaşamı armağan ettiğini söyler.
Göğüs göğse çarpışan ve birbirini öldüremeyen iki askerden birinin kız olduğu ortaya çıktığında, kaybolmuş olan normal insani duyguları özleyen ikil birbirlerine aşık olarak savaşa devam etmeye yönelten Davulcu Kızı kovarlar.
Hayatın acılarından eninde sonunda kurtulmayı özleyen halk ölümsüzlükten mutsuz olmaya başlayınca bir isyan çıkar ve savaşı sürdürmeye çalışan İmparator güçsüzleşir.
İmparator Ölüm’le anlaşmak istediğinde Ölüm, görevine dönmek için, ölümler yeniden başladığında ilk ölenin İmparator olması şartını koşar. İmparator, savaşın bitse de yeniden başlayabileceğini, insanların berbat etmemesi için, olası tek cennetin insansız olması gerektiği hayalini yansıtan bir arya ile yaşama veda eder.
Opera, On Emir’in üçüncüsüne (Tanrı’nın adını boş yere ağza almayacaksın) mizahi bir selam çakan final korosuyla sona erer: “Ölüm’ün adını boş yere ağza almayacaksın.”
Atlantis İmparatoru, ilginç konusuyla olduğu kadar müziğiyle de ilgi çekicidir. Ullmann, blues’dan caza, Alman halk ezgilerinden döneminin popüler müziklerine sayısız göndermeler ve kimi zaman doğrudan alıntılarla, 1920'lerdeki tropikal opera geleneğini izleyen, bir Bach koraline de selam çakan parlak ve zengin bir skor bestelemiştir.
Halen dünyanın farklı yerlerinde sahnelenmeye devam eden Atlantis İmparatoru’nun farklı kayıtları şu aralar YouTube’da izlenebiliyor. Bu yazımda ilginç bulduğum üç farklı yorumdan söz etmek istiyorum. Almanca bilmeyenlerin, İngilizce altyazısı olan ‘Wolf Trap Opera 2019’ ve Fransızca - İngilizce altyazıları olan ‘Deutsche Oper am Rhein Düsseldorf 2020’ yapımları ile başlamalarını, metni iyice özümsedikten sonra, altyazısız olmasına karşın en etkileyicisi olan Ludwigshafen 2018’deki yorumu izlemelerini öneririm.
Operanın sosyal mesafe korunarak canlı olarak sahnelendiği, en saygın Alman Opera topluluklarından Die Deutsche Oper am Rhein 2020 yapımı bu stilize çalışma, hem teatral hem müzikal olarak müthiş başarılı. Çok etkileyici görselliğini özellikle dekor kostüm tasarımını üstlenen Emine Güler’e borçlu.
Kısa süre önce prestijli EOP - Avrupa Opera Yönetmenliği Ödülü'ne layık görülen yönetmen Ilaria Lanzino, operanın Holokost’la bağlantısı sahnelemeye aktarmamayı tercih etmiş. Tabii ki sanatsal açıdan bakıldığında, hele hele Alman izleyicilerin kendi yakın tarihlerini çok iyi bildikleri de düşünüldüğünde saygı duyulması gereken bir seçim. Ancak, kişisel olarak Soykırım gibi unutulmaması gereken bir olayın göz ardı edilmesini uygun bulmuyorum.
Atlantis İmparatoru – Wolf Trap 2019
ABD’den Wolf Trap Opera’nın yorumu, özellikle mekânı soyutlayarak ve kostümlerde zamansal kargaşaya giderek, her türlü zaman ve mekânın dışına taşıdığı öyküde tüm insanlık dışı savaşları ve katliamların eleştirisine soyunuyor. Bu evrensel bakış açısını, genç solistlerin birbirinden güzel sesleri ve çok başarılı oyunculukları daha da etkileyici kılıyor.
Atlantis İmparatoru – Ludwigshafen 2018
Almanya’nın güneyindeki, Ren Nehri üzerinde, Mannheim kentinin karşı yakasında yer alan Ludwigshafen’da 2018’de yönetmen Hansgünther Heyme, operayı direkt olarak Nazi soykırımını, dolaylı olarak her türlü ayırımcılığı ve ötekileştirmeyi kınayan bir yorumla sahneledi.
Kien’in librettosuyla Ullmann’ın müziğini aynen kullanmış ama, yabancılaştırma ve ötekileştirme amacıyla, olaylara aktif olarak katılmayan Hoparlör ve Davulcu Kız haricindeki tüm karakterleri Uzakdoğulu oyunculara oynatmış. Basit iki katlı dekorunun fonuna Gamalı Haçlı dev bir Nazi bayrağı asmış. Fonun sağ ve solunda üzerlerinde Never ve Ever yazılı iki ekran var. Bunların üzerinde kamplardaki katliamların titizlikle kaydedilmiş olduğu kayıtlar aksettirilmiş. Kostümlere gelince, giysilerin bazı bölümlerinde ve/veya aksesuarlarında toplama kamplarının çizgili üniformalarından
yansımalar var. Örneğin Ölüm, klasik 19. yüzyıl asker ceketinin altına toplama kampı pantolonu giymiş; ya da İmparator, Gamalı Haç kol bantlı Hitler gömleğinin altına siyah beyaz çizgili çorap çekip kafasına üniformanın takkesini almış. Finalde ise tüm oyuncular kostümlerini çıkararak kamp üniformalarıyla kalırlar ve en sonda üstlerini de çıkararak sessizce gaz odasına yollanırlar. Selamda bayrak kalkar ve yazının “Forever Never”a dönüştüğü sağ ve sol fon perdelerine Viktor Ullmann ile Petr Kien’in resimleri yansıtılır.
Hem operanın müzikal ve teatral hakkını veren hem de bestelenme ve sahnelenme geçmişini anımsatarak Terezin’deki son provaya da selam çakan parlak bir yorum. Hazır YouTube’da yayındayken mutlaka izleyin derim.
Sağlıklı seyirler dilerim.
Önemli Not: 24. İstanbul Tiyatro Festivali yazılarına gelecek haftadan itibaren başlayacağım. Ancak çevrimiçi programında 1 Aralık tarihine kadar yayında olan ‘Varlık’ adlı oyunu mutlaka izleyin derim. online.iksv.org mail adresinden çevrimiçi oyunlara paket program ya da tek tek bilet alınabiliyor