İstanbul Büyükşehir Belediyesi´nin açtığı kentsel tasarım yarışmaları dizisinde Taksim ve Bakırköy Meydanları ile Salacak sahil düzenlemesi yarışmalarının sunumları 12 Ekim´de halk oylamasına açıldı ve yeni bir sürece girildi.
Tartışma gerek akademik çevrede gerek halk arasında zaman zaman şiddetli polemiklere dönüştü.
Meslek odaları kendi yorum ve değerlendirmelerini yaparken sonuç akademik ve bilimsel bir konsensüsle değerlendirileceği yerde halkın oylarına açılarak birincilik seçimine başlandı.
Bu durumda insan, “Büyük kentin meydanları nasıl olmalı?” sorusunu sormadan edemiyor.
Ağaçlı mı, ağaçsız mı? Trafikli mi, trafiksiz mi? Anıtlı mı, yoksa havuzlu mu? Ya da merkezde bir camili veya bir görkemli yapılı mı? İstediğiniz kadar tanım ögeleri yaratarak meydan tasarısı düşleyin, prototip yok ki “meydan dediğin öyle olsun” diyebilesiniz,
Çünkü herkesin meydan açıklaması kendine. Beğendiğiniz ve ‘örnek meydan’ olabileceğini düşündüğünüz her meydan ancak o kentin değerleriyle ve toplumsal hafızasıyla oluşur. Bunu kendi kentinize devşiremezsiniz.
Tasarım sadece mimarlığa özgü bir kavram değildir. Geleceği biçimlemek topluma veya bireye mekân yapı ve/ veya bir yaşam kültürü benimsetmek ve sosyo-politik dönüşüme olanak sağlamak üzere birçok disiplinin bir araya gelerek oluşturdukları aslında bir ütopyadır.
Kentler ve meydanlar, insanlar arasındaki ilişkilere, sosyal dengelere, halkların değerlerine ve ulusların tarihlerine göre canlı bir organizma gibi değişim gösterir. Diğer bir deyişle, her meydan oluşumu o toplumun tarihsel sürekliliği ile dönüşümünü ve sonucunda da toplumsal belleğini oluşturur.
Demokrasi kültürü ise kişilerin ve toplumların dünyasında birbirini izleyen aydınlanma süreçlerinin bir sonucudur. Dolayısıyla demokrasi, bir yerde söz söyleme hakkının herkese ve her koşulda sunulan ortamın yaratılmasıdır.
Meydanlar da halkların bir araya geldiği, gerek bireysel gerek toplumsal söylemlerin sürdürüleceği mekânlar olmalıdır. Osmanlı kentlerine baktığınızda meydan göremezsiniz zira bireyin ümmet karşısındaki rolü buna gerek duymaz.
Oysa Ortaçağ kentlerinde bile aydınlanma sonrası meydanların oluşumu vazgeçilmez olmuştu.
Mekanlar aslında kültürel hafızanın yansıtıldığı hatta korunduğu kimlik karşılığıdır. Böyle olduğu için, geçmişten günümüze kullanılan mekanlar özgün kimlikleriyle yaşamalıdırlar. Keyfe keder değiştirilemez; planlama ve tasarım faktörleriyle dengeleri bozulup farklılaştırılamaz.
Doğa unsurları değil, meydan unsurları
Şehrimizdeki sayıca az fakat önemli bildiğimiz meydanlardan Taksim, Beyazıt, Üsküdar Meydanlarının yeni tasarım alanları olarak düzenlenmesi istendi ve İBB’nin oluşturduğu bir yarışmayla şehir plancılarına, mimarlara ve tasarımcılara davetiye çıkartıldı. Bu girişim güzel olsa da her üç meydanın tasarımının da halkın yorum ve oylarıyla seçilerek uygulanacak olması, fikirsel olarak yanlış bir uygulamadır. Zira konu bir uzmanlık değerlendirmesi olmalıydı. Bu konuda bilimsel metodolojinin uygulanması, konuya hakim, uzman meslek insanlarının yorumlarına açık değerlendirilmesi gerekirdi.
Dolayısıyla burada sadece halkın beğenisi ve oylarıyla varılacak sonuç ne yazık doğru olmayacaktır.
Şöyle ki, Taksim Meydanı düzenlemesi projelerinin birinde Maçka’ya doğru uzanan bir yaya köprüsü ile Şehir Plancısı Mimar Proust’un tasarımladığı Gezi Parkını canlandırmaya çalışırken meydanın tarihini geçmişe gömen ya da meydanın eski canlılığını tekrar kazandırmak isterken aslında açtığı büyük delikle meydanı azaltan tasarımda, halkın geçmiş bağına uygulanan ve geleceğe dair hiçbir anı taşımayan bir sonuca götürüyor. Geçmişle, yaşanmışlıklarla meydanı meydan yapan onca olay ve dönüşüme kapalı bir sonuç yaratıyor.
Projelere dikkatle bakarsanız, yayalaşan köprü, AKM, alt çıkış delik fazlalıkları çıkarıldığında, ilk üç değerlemeyi alan projelerin hepsi neredeyse aynı. Tanıtım videolarında “Yeşil hafızaya uygun bir tasarım” ,“Parkın ağaç varlığını arttırıyoruz”, “Gelin İstanbul’u hep beraber yeşillendirelim” diyerek aynı akslarda Gezi Parkını meydana taşıyor, meydanı küçültüyorlar ve meydanın kullanımını parka dönüştürüyorlar.
Oysa Taksim Meydanı bir park alanı değildir. Toplumsal bellek nice olayları, 1 Mayısları, Devrimci türkülerini, AKM’nin yapısal anıt kimliğiyle Atatürk ilkelerini, Cumhuriyet coşkusunu yaşayan hafızalara hitap edip gelecek nesiller için bir adrestir.
Anlaşılan meydanları planlayan proje tasarımcıları, ülkede ardı arkası kesilmeyen doğa katliamlarını göz önünde bulundururken, Gezi Parkı Direnişi’ni başlatan olayın parktaki ağaçların sökülmesi olduğunu da hatırlayarak, herkeste yeşil bir meydan beklentisi oluştuğunu düşünmüş, “meydanları yeşillendirelim, ağaçlandıralım” görüşüyle hareket etmiş.
Oysa projelerin yapay park veya doğal park alanları şeklinde değil, meydan değerleri üzerine düşünülüp planlanması gerekirdi.
Taksim Meydanının dünyadaki muadili sayılabilecek 200 yaşındaki Trafalgar (Londra), 100 yaşındaki Times (New York) ve 1000 yaşındaki San Marco (Venedik) meydanlarında tek bir ağaç yoktur.
Yaşları elbette çok önemli. Sürekliliklerinin ve kentin bir parçası haline nasıl geldiklerinin hatırlandığı, geçmiş ve tarihsel olaylarıyla bağlantıların kurulduğu meydanlar olmuşlardır. Ve bu meydanlar, boşluklarını tarif ederken, onları sınırlayan unsurlar yapılar, anıtlar veya kişiler tarafından beslenir ve hayat bulurlar.
Bunun yanı sıra Taksim Meydanı bu örneklere göre çok daha şanslı bir meydandır. Kuzey sınırındaki Gezi Parkı’ndan beslenebiliyor, yeşili sınırlarına kadar dayıyor ve halka nefes olacak bir alanı yanı başında taşıyor.
Ancak yarışmanın adının ‘Taksim Meydanı Kentsel Tasarım Yarışması’ olduğu unutulmuş ve yeni tasarımın Gezi Parkını meydanın içine sokan yaklaşımı ile parkın, meydanı yutmasına izin verilmiş.
Meydanlar ve toplumsal hafıza
Aynı şekilde Kadıköy Meydan Projesinde de Kadıköy’ün gerek tarihsel gerek toplumsal gelişim sürecinde çok önemli bir yer tutan, adeta yıllardır İstanbul’un Anadolu kapısı olan Haydarpaşa Garı ve iskelesi adeta hayalet bir yapıt gibi tasarımda figüran bir rol almış, adeta yok sayılmış. Oysa yapı kültürünün, kent kültürüyle bağdaştırılması ve toplumsal hafızamıza gelecek nesiller için adım olması sağlanmalıdır.
Kadıköy Meydan Projesinde sahile uzanan yaya yolları oluşturulması ve yolların ağaçlandırılması ile meydan kavramı ve kullanımı polarize oldu.
Kültür ile sanat sürekliliktir ve yaşam değerlerinin vazgeçilmez unsurudur. Bunu ortaya koyan birey ise yaşadığı toplum değerlerini yok etmeden geleceğe taşıyabilirse kültür süreklilik kazanır.
Meydanlarımızın tasarımlarına katılan bu disipline bilimsel bakacak olan meslek insanlarının yaratıcılıklarıyla elde edecekleri sonuç; toplulukların seslerini duyurabilecekleri, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik duygularını paylaşabilecekleri dayanışma alanlarında, geçmişten kopmadan sürekliliğin devamını sağlayacak mekanları yaratabilme sanatı olmalıdır.