Festivalin çevrimiçi yapılması bizleri Kulak Tiyatrosu olgusuyla tanıştırdı. Aslında Kulak Tiyatrosu, çocukluğumuzun nostaljik anılarından Radyo Tiyatrosu´ndan evrilen, kuşağımın hiç de yabancısı olmadığı bir tür.
Sinemalarda az sayıda filmin sahnelendiği, tiyatrolarda çok az sayıda oyunun izlenebildiği o dönemlerde, hemen hepsini ‘arkası yarın’ formatında dinlediğimiz bu oyunlar, kurmaca dünyasıyla neredeyse tek iletişimimiz olan, ilerideki tiyatro ve sinema tutkularımızın altyapısını oluşturan bir dünyayı temsil ediyorlardı.
Radyo Tiyatrosu’nun o zamanlar bizlere yaşattığı heyecanları anımsıyorum ama, o günlerdeki sanatsal düzeylerini hatırlamak tabii ki mümkün değil. Festivalin bize bir benzerini yaşattığı şimdiki çalışmalar ise, özenle sahneye konmuş, önemli oyuncuların seslendirdiği ilginç ve çok başarılı çalışmalar.
Geçen yazılarımızdan birinde söz ettiğimiz ‘Varlık’tan sonra, bu kez izlediğimiz Kulak Tiyatrosu örneği, Film Festivali Direktörü Kerem Ayan’ın ‘Eften Püften Şeyler’ adıyla çevirdiği ve yönettiği Nathalie Sarrate’un radyo oyunu ‘Pour un oui ou pour un non.’
1900 yılında Moskova’ya 300 kilometre uzaklıktaki İvanovo-Voznesensk'te doğan varlıklı ve kültürlü bir asimile Yahudi ailesinin kızı olarak doğan Natalya İlyiçna Çerniyak anne ve babasının boşanmasının ardından annesiyle önce Cenevre, sonra Paris'e gider. Annesi ve yeni kocasıyla daha sonra St.Petersburg’a dönen Nathalie 1909’da siyasi fikirleri nedeniyle Rusya'yı terk etmek zorunda bırakılan babası İlya'yla birlikte Paris'e dönerek, babasının yeni eşi Vera ve yeni doğan kızı Hélène (kısaca Lili) ile yaşamaya başlar. Sorbonne’daki hukuk öğreniminin paralelinde İngiliz edebiyatı, tarih ve sosyoloji eğitimi alan Nathalie, 1925’te kendisi gibi avukat olan Raymond Sarraute ile evlenir.
20. yüzyıl edebiyatıyla ve Marcel Proust, James Joyce ve Virginia Woolf'un yapıtlarıyla ilgilenen, 1932’de ilk kitabı ‘Yönelişler’i yayınlanan Sarraute, 1941'de işbirlikçi Vichy rejiminin çıkardığı antisemit kanunlar yüzünden avukatlıktan men edilince tüm zamanını edebiyata ayırmaya karar verir.
Sürekli adres değiştirerek ve sahte belgeler kullanarak Île-de-France'tan ayrılmadan savaştan sağ çıkmayı başaran Nathalie Sarraute'un ‘Kuşku Çağı’ isimli denemesi, Alain Robbe-Grillet'nin Yeni Roman eseriyle birlikte ‘Nouveau Roman’ akımının manifestolarından biri. Bu eserinde romanın geleneksel yapısını reddeden ve Woolf, Kafka, Proust, Joyce ve Dostoyevski gibi yazarların yenilikçiliğinden söz eden Sarraute, Robbe-Grillet, Claude Simon, Marguerite Duras ve Michel Butor’la birlikte geleneksel karakter ve olay örgüsü modellerini yerle bir eden Nouveau Roman akımının en önemli yazarlarından biri olarak kabul görür.
Dille ve sözle tarif edilemeyeni arayan, bu arayışta geleneksel edebiyatın yapısını reddeden Sarraute’un radyo için yazdığı ‘Pour un oui ou pour un non / Eften Püften Şeyler’ adlı ‘dil oyunu’, yeni roman yazarlarının dili kullanış biçiminde olduğu gibi, dilin, sözcüklerin, söylenenin ve söylenmeyenin ardındaki anlamları araştırır.
Yaklaşık 40 dakika süren bu aralıksız tartışma boyunca değişe değişe hükmeden ve hükmedilen rollerine giren iki yakın arkadaş, ‘eften püften şeyler’ yüzünden belki de ömür boyu dargınlığa götürecek bir hesaplaşma sürecine girerler. Bilinçaltındaki fizyolojik ve psikolojik gerilimle en basit sözcüklerin içerebildiği şiddet izleyicide hem huzur bozucu hem de büyüleyici bir etki yaratır. Baskılanmış geçmişin, bilinçaltımızın derinliklerine attığımız yaraların, saldırgan itkilerin açığa çıkmaya başladığı bu kavga, sadece onların değil bizim de kavgamızdır. Bu sözleri bizler de söylemiş, bu cevapsız sessizlikleri bizler de duymuş, söylediklerimizin farklı algılanması bizleri de kızdırmış, duyduklarımızı nasıl algıladığımızın karşımızdakini çileden çıkarmasına bizler de şahit olmuşuzdur.
Sözcüklerle hem kendi kendimizi hem de karşımızdakini parçaladığımız bu traji komik oyun boyunca, kusursuz bir diksiyonla, tüm heyecanlarını seslerini tonlamalarına yansıtarak bizlere büyük başarıyla aktaran Nejat İşler ve Özgür Emre Yıldırım’ı sadece yukarıdaki fotoğrafa bakarak dinlemektense bir teatral düet olarak seyretmeyi hayal etmedim değil. Ancak oyun bittikten sonra, dilin ilişkilerimizdeki ve hayatımızdaki yerine ve ilişkilere görülmeksizin sızan, ancak sezilebilen yargılara dair sözcüklerin önceliği kaptığı bir metni belki de seyrederek değil sadece dinleyerek izlemenin daha etkili olacağını düşündüm.
ClubGuy and Roni -‘Kuğu Gölü’
İstanbul Tiyatro Festivalinin Hollanda Seçkisi ortak paydası altında sunduğu, Hollanda Performans Sanatları Fonu tarafından desteklenen yapımlardan ‘Kuğu Gölü’, uluslararası dans topluluğu Club Guy & Roni’nin canlı yayınlanan son çalışması.
Klasik baleye getirdikleri özgün yorumlarıyla seyircinin beğenisini kazanan topluluk, Kuğu Gölü’nü, Hollanda’daki sahnesinden hem çevrimiçi hem de çevrimdışı gerçek seyircilerle paralel yürütülen bir etkinlik olarak seyirciye sunuyor. Kusursuz bir masal dünyasına kaçma arzusuyla, gerçeklikle ilişkiyi kaybetme riskini bir araya getiren bu performansta seyirciye izleyeceği gösteriye ait çeşitli seçenekler arasında seçim yapma hakkı tanınıyor. Hollanda’da gerçek seyirciler de bizlerle aynı zamanda, bilgisayar aracılığıyla verilen komutlarla bir sahneden diğerine geçerken performansın nasıl ilerleyeceğini belirleyen seçimler yapmak zorunda kalıyor. Herkesin söz hakkı sahibi olduğu bu oyunda bu tür bir etkileşim bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Seyircinin bu sorumluluğunu vurgulayan performansın yaratıcıları, bir kriz sonrasında nasıl ilerleyebileceğimizi keşfetmeyi amaçlıyor. Siyah kuğu teorisi, tahmin edilmesi imkânsız ancak yine de sistem üzerinde çok büyük etki bırakan bir ekonomik olguyu belirtmek için kullanılıyor. İzleyici, COVID-19’un ve iklim krizinin birleşik siyah kuğusu peri masalı demokrasisini ve liberal tüketici cennetini altüst ettiğine göre nasıl ilerleyeceğini, yeni bir hikâyeye başlayıp başlayamayacağını ve masalın nasıl sona ereceğini belirliyor.
Bu seçimler izlenceyi de her seyirci için değişen ve farklılaşan bir gösteriye dönüştürüyor. Bütün seçenekler Ascon de Nijs’in sahne, Maarten van Rossem’in ışık ve video tasarımlarını üstlendikleri, çevrimiçi sanat tasarımını Martijn Halie’nin yaptığı soyut mekânlarda, koreografilerini Roni Haver ve Guy Weizman’ın yaptığı müziklerini
Alexandre Kordzaia’nın bestelediği dans soloları olarak izleniyor.
Kişisel seçimlerim birinci bölümde Igor Podsiadly’nin stilize kuğusunu, ikinci bölümdeyse Harold Luya’nın olağanüstü performansını izlememi sağladı. Üçüncü bölümde ve onunla bağlantılı finaldeyse küçük bir hile yaparak birçok eleştirmence çok beğenildiğini okumuş olduğum Sofiko Nachkebiya’yı seçtim. İyi de yapmışım.
Gösteriyle ilişkili tek eleştirim, yine Hollanda üzerinden hiçbir aksaklıkla karılaşmadan izlemiş olduğumuz NDT 2’nin aksine, performans boyunca teknik aksaklıklar yaşanmış olmasıydı. Çoğunlukla duraklayan gösteri bir ara iyice takılınca ‘Help’ butonu sayesinde kolaylıkla ulaştığım teknik ekip sayesinde durum düzeltilmiş de olsa aksaklığın konsantrasyonu bozmuş olması, finale girildiğinde duraklamaların kısa ve az da olsa yeniden başlamış olması izleme keyfimizi epey azalttı.
Sonuç olarak, teknik aksaklıklara karşın, çevrimiçine getirdiği interaktif boyutla ilgiyle izlenen ilginç bir çalışma olduğu kanısındayım.
Hepinize sağlıklı seyirler dilerim.