Saraybosna´daki Müslüman kurtarıcılar

Mustafa ve Zejneba Hardaga, İzet ve Bahrija Hardaga ile Ahmet Sadık´ın cesaret dolu Yahudileri kurtarma hikayeleri herkes tarafından bilinmeli…

Sara YANAROCAK Kavram
16 Aralık 2020 Çarşamba

Nisan 1941’de Almanların Yugoslavya’yı işgalinden sonra ülke Almanya ve müttefikleri arasında bölündü. Hırvatistan ve Bosna Hersek bölgeleri, faşist Ustasa hareketi tarafından yönetilen kukla bir devlet-sözde Bağımsız Hırvatistan Devleti-altında birleştirildi. Ustasa derhal ‘Hırvatistan’ı yabancı unsurlardan temizlemek için’ bir kampanya ile Sırpları, Yahudileri ve Çingeneleri sistematik olarak öldüren bir terör saltanatı başlattı. Yahudilerin kamplarda toplanması Haziran 1941’de başladı. Saraybosnalı Yahudilerin toplanması Ağustos 1941’den 1942’nin başına kadar devam etti. Erkekler Jasenovac’a gönderildi -sadece birkaçı canlı olarak geri döndü- kadınlar ile çocuklar Ağustos 1942’de Auschwitz’e gönderildi. Ayrıca Lobograd adlı iki kampta ve birçok kişinin salgın hastalıklardan öldüğü veya diğer kamplara gönderildiği Djakovo’da hayatlarını kaybettiler. Savaştan önceki 14 bin Bosna Yahudi’sinin, 12 bini katledildi.

1941 Nisan’ında Almanlar Yugoslavya’yı işgal ettiğinde Saraybosna havadan bombalandı. Cavilio Ailesinin evi yıkıldı. Bombalama başladığında tepelere kaçtılar, artık evleri yoktu. Kendilerine ait fabrikaya gittiklerinde fabrika binasının sahibi, Müslüman Mustafa Hardaga ile karşılaştılar. Ona durumlarını anlattıkları zaman Mustafa kendi evinde kalmalarını önerdi.

 

Hardaga Ailesi

Hardagalar, İslam dininin bütün gereklerini yerine getiren çok dindar bir aileydi. Hane halkı, Mustafa ve eşi Zejneba ile kardeşi İzet Hardaga ve eşi Bahrija’dan oluşuyordu. Müslüman geleneklerine göre kadınların peçe takmaları ve yüzlerini yabancıların yanında örtmeleri gerekiyordu. Yabancı bir erkeğin onların evinde ağırlanması sıra dışı bir şeydi. Ancak Zejneba’nın yıllar sonra anlattığı gibi, eşleri Cavilios’ları memnuniyetle karşıladı ve onlara ailesinin bir parçası olduklarını belirtti; “Evimiz sizin evinizdir” dedi. Onların bundan emin olmaları için, evin kadınları, ailelerinin özel bir üyesi olduğundan Josef Cavilio’nun yanındayken yüzlerini kapatmıyorlardı.

Cavilio Ailesi, Hardaga’ların yanında kısa bir süre kaldılar. Josef Cavilio, Yahudilerin nispeten güvende olduğu, İtalyan kontrolü altındaki bir alana, Mostar’a karısını ve çocuklarını taşıdı. Cavilio, işini tasfiye etmek için geride kaldı. Sonunda Ustasa tarafından tutuklandı ve hapsedildi. Şiddetli kar yağışı nedeniyle tutsaklar Saraybosna’dan, Hırvatların Sırpları, Yahudileri ve Çingeneleri sistematik bir şekilde öldürdüğü Srezil Jasenovac Kampına transfer edilemediler. Bunun yerine mahkûmlar, yoldan karları temizlemek için bacakları zincirli olarak tutuklandı. İşte Zejneba, Josef Cavilio’yu bu sokakta zincirlenmiş olarak gördü. Cavilio daha sonra sokağın köşesinde durmuş, yaşlı gözlerle onu izleyen peçeli Zejneba’nın ona baktığını fark etti. Tehlikeye rağmen onu gözleriyle takip ediyordu.

Josef Cavilio sonunda Hırvatların elinden kaçmayı başardı ve yine Hardaga’ların evine sığındı. Aile onu sıcak bir şekilde karşıladı ve onu sağlığına kavuşturdu. Gestapo karargâhı yakındaydı ve tehlike çok büyüktü. Josef’in ifadesine göre, Sırpları ve Yahudileri gizleyenlerin ölüm cezasına çarptırılacakları yazılı duvar ilanları her tarafa yapıştırılmıştı. Hardaga’ların hayatını tehlikeye sokmak istemeyen Josef Cavilio, Mostar’a kaçmaya ve ailesine katılmaya karar verdi.

Eylül 1943’ten sonra, İtalyan bölgeleri Alman işgali altına girdiğinde, Cavilio Ailesi bir kez daha taşınmak zorunda kaldı. Dağlara kaçtılar ve partizanlara katıldılar. Savaştan sonra Saraybosna’ya geri döndüler. Bir süre daha, ev bulana kadar yine Hardaga’larda kaldılar. Hardaga Ailesi, ayrıca Cavilio Ailesinin güvenlik için onlara emanet ettikleri mücevherleri de iade ettiler.

İşte o zaman Zejneba’nın babası Ahmed Sadık’ın evinde de Papo Ailesinin gizlendiğini öğrendiler. Ama Papo’lar hayatta kalamadı. Jasenovac’ta yakalandı ve öldürüldü.

Cavilio Ailesi daha sonra İsrail’e göç etti. 1984’te Yad Vaşem Soykırım Müzesinden, Hardaga Ailesi ve Ahmed Sadık’ın ‘Uluslararası Dürüst’ olarak tanınmasını istediler. Bir yıl sonra Zejneba, ailesinin adına bir ağaç dikmek üzere İsrail’e geldi.

 

Mustafa Hardaga

Hardagalar İsrail’de

Holokost’tan 50 yıl sonra, 1994’te Saraybosna Sırp kuvvetlerinin saldırısına uğradığında, Zejneba ve ailesi büyük sıkıntı içindeydi. Ortak Dağıtım Komitesinin (Joint) yardımıyla Yad Vaşem, Bosna Cumhurbaşkanına Zejneba ve ailesinin İsrail’e gelmesine izin vermesi için çağrıda bulundu. Şubat 1994’te, Zejneba kızı, damadı ve torunu ile birlikte İsrail’e geldi. Havaalanında, hükümet yetkilileri, Yad Vaşem ve Cavilio ailesinin temsilcileri tarafından karşılandılar. Hardaga’lar, Yahudi tarihinin en karanlık döneminde Yahudi bir aileyi barındırmıştı. Borcu geri ödeyen ve sıkıntılı zamanlarda bu sefer de Hardaga Ailesine yardım eden İsrail Devletiydi.

Muhtemelen bu derin bağ, Zejneba’nın kızı Sarah Pecanac ve ailesini, Yahudi dinine dönmeye teşvik etti. Sarah, “Yahudi olmak istemem çok doğal. Bu insanlara ait olmak benim için bir onurdur” demekte. Ailesinin öyküsünün sergilendiği, ailesi hakkındaki dosyanın ‘Uluslararası Dürüst’ arşivinde tutulduğu ve adlarına bir ağacın dikildiği Yad Vashem için çalışmaya başladığında, yeni bir yaşama adım attı. Ailesinin cesareti ile insanlığın onuruna daha derin duygularla bağlandı.

29 Ocak 1984’te,Yad Vaşem, Mustafa ve Zejneba Hardaga, İzet ve Bahrija Hardaga ve Ahmed Sadık’ı ‘Uluslararası Dürüst’ unvanı ile onurlandırdı.

 

Zejneba Yad Vaşem'de

Josef Cavilio anlatıyor…

Nisan 1941’de Yugoslavya Almanya’nın saldırısına uğradığında, düşman uçakları memleketim Saraybosna’yı bombaladı. Kasabanın çevresindeki dağlık ormanlarda bir sığınak bulduk ve akşam olunca geri döndük. Üçüncü kattaki dairemizin kötü bir şekilde vurulduğunu gördük. Geceyi iş yerimde geçirmeye karar verdik. Fabrika yolunda, fabrika binasının sahibi Mustafa Hardaga ile tanıştık. Evimizin bir bombayla yıkıldığını öğrenince, kendi evinde kalmamız için yalvardı.

Hardaga Ailesi hali vakti yerinde ve geleneksel bir Müslüman aile idi. Ailenin kadınları, yabancıların yanında yüzlerini bir örtüyle gizlerdi. Daha önce evlerinde hiç yabancı bir erkek kalmamıştı. Bizi şu sözlerle karşıladılar: “Josef sen bizim kardeşimizsin, Rivka kız kardeşimiz ve çocuklarınız bizim çocuklarımız gibidir. Evinizde gibi hissedin ve sahip olduğumuz her şey de sizindir.”

Almanlar Saraybosna’yı işgal ettiğinde, Ustasa antisemit bir kampanya yürüttü. Hardaga’ların evinin yakınındaki büyük sinagog vahşi kitleler tarafından yağmalandı. 400 yıllık Tevrat Parşömenleri ateşe verildi. Ev sahiplerimizin evinde, perdenin arkasında gizlenmiş şekilde bu korkunç manzarayı izledim. Ev halkı bize daha da sıcak ve şefkatli davranmaya başladılar. Hardaga Ailesini tehlikeye attığımızı biliyordum. O yüzden ailemi, Yahudilerin nispeten daha iyi korunduğu ve İtalyanların işgalindeki bölge olan Mostar’a taşımanın yollarını araştırmaya başladım. Eşim ve çocuklarım, sahte evraklarla, kendi ailesi gibi amca rolüne giren bir aile dostu tarafından Mostar’a götürüldüler.

Bu arada yetkililer, işimi bir işbirlikçi olan eski muhasebecim Eterle’ye devretme emri verdi. Fabrikam, su ve kanalizasyon tesisatları için borular üretiyordu. Tüm Bosna-Hersek’te bu konudaki tek fabrikaydı. Bir sabah fabrikama gittiğimde birinin iki makineyi bozduğunu fark ettim. Bay Eterle beni suçladı ve beni teslim etmeye karar verdiğini söyledi. Fabrikanın yakınındaki Hardaga’ların evinin dışında gizleneceğim bir yer aramaya başladım. Hava karardığında, eski bir dost olan Yüzbaşı Radovitz’in sorumlu olduğu askeri hastaneye gittim ve ondan beni saklamasını istedim. Sayesinde beni Jasenovak Kampına gönderemediler. Hasta bir mahkûm olarak her sabah beni karı temizlemek için dışarı çıkarıyorlardı. Ayaklarımızdan zincirlerle bağlıydık. Bir gün yüzü peçeli, yan tarafta duran ve ağlayan bir kadın gördüm. Onun koruyucum Mustafa’nın karısı Zejneba olduğunu anlamıştım. O günden itibaren, hapsedildiğim bir ay boyunca Zejneba veya eltisi Bahrija bana ve diğer birçok aç insanı doyurmaya yetecek kadar yiyecek getirdiler.

Bir gece başka bir mahkûmla birlikte kaçmaya karar verdik, ancak yakalandık ve ölüm cezasına çarptırıldık. Sekiz mahkûmla birlikte, Saraybosna’dan yaklaşık 30 kilometre uzaklıktaki Pale’ye nakledildik. Partizanların aktif olduğu, su ve kanalizasyon borularını tahrip ettikleri bir alandı. Hasarı düzeltmemiz istendi. Ustasa muhafızları bize yemek vermiyorlardı. Ot ve salyangoz yiyerek karnımızı doyurmaya çalışıyorduk. Bu gardiyanlardan biri, Hardaga Ailesine benim nerede olduğumu söyledi. İki hafta sonra, çok çalıştığımızdan ve neredeyse hep aç olduğumuz için artık hepimiz zayıflıktan sürünürken, bize yiyecek paketleri göndermeyi başardılar. Hardaga’ların cesareti hepimize faydalı oldu ve devam edebilmemiz için bize güç verdi. Bu yere vardığımızdan iki ay sonra, düzenli ordudan Yüzbaşı Reichmann yanımıza gelerek kilit altında tutulduğumuz barakanın kapısını açık bırakacağını söyledi. Anlamıştık ve kaçtık. Hepimiz farklı yönlere koştuk. Bölgeyi iyi tanıdığım için, ormanlık bir yoldan Saraybosna’ya dönmeye karar verdim. Sabah şafaktan önce Hardaga’ların kapısını çaldım. Sürgün yerime yiyecek getirerek aldıkları tüm risklerden sonra, onlara güvenebileceğimi çok iyi biliyordum. Çok mutlu oldular, gözyaşları ve kahkahalarla beni kucakladılar. Aileme para gönderdiklerini anlattılar, aylar sonra ilk defa orada deliksiz olarak uyudum.

Ertesi sabah Zejneba’nın babasıyla tanıştım ve bana iki ay önce çok yakın arkadaşlarım olan Papo Ailesini sakladığını ve onları iki ay önce İtalyan bölgesine taşımayı başardığını anlattı.

Ev sahiplerimin evinde ilk günler dinlendim, yemek yedim ve iyileşmeye başladım. Geceleri, mahalledeki Gestapo mahzenlerinde tutulan komünist mahkûmların çığlıklarını duyuyorduk. Neler olduğunu fark etmeye başladım. Duvarlar, insanları Yahudileri ve komünistleri evlerinde barındırmamaları konusunda uyaran duyurularla kaplıydı. Cezası ölümdü. Yine korktum, harekete geçmem ve artık Yahudilerin kalmadığı yerden çıkmam gerektiğini biliyordum. Ev sahiplerim beni olabildiğince rahat ettirmek için ellerinden geleni yaptılar, ancak kalırsam aileye felaket getireceğimi hissediyordum. Tanıdıklarımdan birine gittim. O, ailemle yeniden birleşmeme yardım etti.

Savaştan sonra Saraybosna’ya döndük ve Hardaga Ailesi bizi sevinçle karşıladı. Evlerinde bıraktığımız mücevherler hala onları paketlediğimiz kutudaydı. Zejneba’nın babası Ahmed Sadık’ın gizlediği Papo Ailesinin, Ustasa tarafından vuruldukları haberini alınca bütün sevincimiz yok oldu.

1948’de İsrail Devletinin kurulmasından kısa bir süre sonra İsrail’e göç ettik.