Liza Cemel – Cenk Beharti
Hepimizin bu günlerde yaşadığı COVID-19 salgınının hayatımıza sarsıcı etkisi ile “Kolonyamı gördünüz mü?”,” Sosyal mesafeye dikkat edelim…”, “İki kat maske takıyorum…” gibi ve daha onlarca sıralayabileceğimiz, asla bir arada kullanmayı düşünmediğimiz kelimeleri aynı cümlede kullanmaya başladık.
Haberleri izledikçe vaka sayılarının hızlı artışını takip ediyor, ister istemez o gün belki üçüncüsünü gerçekleştirdiğimiz kendimizi dinleme seansını başlatıyoruz. Bunlar yetmezmiş gibi her saniye ister istemez kendimiz, ailemiz, tanıdıklarımız, geleceğimiz için kaygılanıyor ve moralimiz düşük bir seviyede hayatımıza devam etmeye çalışıyoruz. Belki de bu satıra kadar biraz daha moraliniz düştü gibi ama merak etmeyin. :)
Bu günlerimizi biraz olsun neşelendirmek, moral ve motivasyonumuzu arttırmak için, evden çıkmaya tereddüt ettiğinizi de düşünerek, sizleri “Sanat tüm mesafeleri birbirine yakınlaştırabilir” sloganı ile 20-25 Kasım tarihleri arasında sergilenmiş olan Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde, yeni mezun genç sanatçı adaylarının uzak ve yakın temalı eserlerini aynı çatı altında buluşturan BaSE’ e götürüyoruz.
Bu çok değerli sergiyi ArtıOnsekiz ekibi olarak siz okurlarımız için gezdik ve sizlere bu deneyimden bir kesit sunmak istedik. En çok aklımızda kalanlar, bizi en çok düşündüren eserler ve daha fazlasını fotoğraflarıyla beraber bir nebze yaşatmaya ve incelemeye çalışacağız. Bunun yanında sergiyi BaSE’in kendi platformu üzerinden de deneyimleyebilirsiniz.
Link: www.base.ist/edisyonlar/base-2020/
Sergiden en çok aklımızda kalanlar…
“Öteki Ben Serisi” Sanatçı: Tuğba Akça
“İçinde bulunduğumuz tüketim toplumunda ihtiyaçlarımızı karşılamaktan çıkıp tükettikçe tükettiğimiz aynı zamanda tükettikçe “tükendiğimiz” bir hale gelmekteyiz. Bu durumda her şey monotonlaşmaktadır. Bu monotonlukta yaşamın anlamı, anlamsız yaşamdır. İçeri ve dışarı kavramları sorgulamaya açık bir konuya dönüşür. Hayatın içine yansıyan bu monotonluk, nesnelerin ve bireylerin üzerine yansır.”
-Sanatçı, tüketici toplumun beraberinde getirdiği monoton hayatları resmederken benim gözüme tablonun 3 kısımdan oluştuğu çarpmıştı. Her 3 kısım, gözlemlenen farklı durgunluk halleri, duygu birikimi ve renk seçimi ile sanatseverleri içine çekiyor.
“Müdahale” Sanatçı: Süreyya Nur Karayılan
“Dayatılan güzellik algısı ve bu algıya kendini yakıştırmak için benliğini kaybeden insanlar, yaptırdıkları müdahalelerle kendilerine yeni bir sima satın alırlar. Bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan bu eylem yüzünden artık hiç kimse kendini beğenmiyor ve yapılan müdahalelerle birbirine benzemeye başlıyor. İşte buna güzellik diyorlar fakat kişi kendi farklılıklarıyla ve kusurlarıyla güzeldir.”
-Sergi salonunun tam ortasında ihtişamı ile bizi çok etkileyen bu eser, açıklamasını okuduğumuzda daha da çok özümsememizi sağladı. Belirli “müdahale”lerle “güzellik” algımızın nasıl yozlaştığını ve toplumdaki kalıcı etkilerini derinden hissettik.
“Kara düzen” Sanatçı: Eren Çağdaş Karasu
“Özünde, ayağı her türlü dış etkenden korumak için tasarlanan bir nesne olan ayakkabı, bireyin toplumdaki konumunu gösteren ayırt edici bir nesnedir. Arka kısmına basılıp topukla ezilen ayakkabılar, olması gerekenden küçük terliğe sığmaya çalışan ayaklar ve büyük terliğe giren küçük ayaklar gibi kullanılan ayakkabılar, aynı toprak üzerindeki insanların düşünce yapılarının bile bulunduğu konuma göre ne kadar farklı olabileceğini göstermektedir.”
-Sergide dikkatlerden kaçmayan parçalardan biri olan “Kara düzen” isimli bu enstalasyon birçok perspektiften algılanabilmekte aslında. Arkasına basılmış ayakkabıları giyen ayaklar; belki de hayatlarında bulundukları konumların üstüne çıkmak yerine üzerlerindeki toplumsal baskı yüzünden hiçbir yere hareket edemez olmuşlardır kim bilir...
“Şeylerim” Sanatçı: Çisil Deniz Delibalta
“Günlük hayatta birçok nesne ve eşyayla beraber yaşıyoruz. Hacimsel olarak bulunduğumuz mekanları, duyusal olarak belleğimizi dolduruyorlar. Bir de şeyler var; işlevini kaybederek sadece üzerine yüklenilen anlamlarla varoluşları devam eden. Yaşadığım şehrin kimliğinin ve tarihinin kayboluşunu tedirgin bir şekilde izlerken, kişisel kimliğime ve tarihime nesneleri şeylere dönüştürerek sahip çıkmaya çalışıyorum. Kalem, fiş, telefon diyebilirdim ama o zaman bu onları ne yapardı? Onlar benim şeylerim.”
-”Şeyler”, gün içinde sürekli kullandığımız ve pek de anlam yüklemediğimiz genel bir isim gibi. Ama sanatçının bakış açısı ile biz de yenilendik. Nesnelerimizi şeylerimize dönüştürdüğümüz zaman şayet, işte o zaman kimliğinizin bir parçası haline getiriyoruz belki de...