II. Dünya Savaşı´nın ardından Libya´daki Yahudi yaşamına bir bakış…
Britanya’nın Libya’da Almanya’yı saf dışı bırakması, burada yaşayanlar için savaşın sonu demekti. Daha ötesi, Faşist rejimin dayattığı aşağılayıcı politikalar da nihayete ermişti. Tripolitanya’da olduğu gibi Sirenayka’da da durum sakindi. Ticaret yeniden filizlenmeye başlamış, bu da beklentilerin artmasına, girişimlerin önünün açılmasına neden olmuştu.
Gerçi işgal güçleri ile yerel halkın arasında bazı temel konularda görüş ayrılıkları yok değildi, ancak bunlar önceki senelerin getirdiği yıkım yanında dikkate alınmayacak kadar önemsizdi. Sosyal, kültürel, sportif etkinlikler yeniden yaşamın bir parçası olmaya başlamıştı. Yahudi toplumunda ayrıca, özellikle gençlere odaklanan birçok faaliyet söz konusuydu. 1945’te Britanya Askeri İdaresi tarafından yayınlanan Yıllık Rapor, durumu şöyle özetliyordu:
“(…) Yahudiler milliyetçi çalışmaları ile daha etkin ve görünür oldular. Siyonist ideali ile birçok Yahudi kulübü ve derneği çalışmaya başladı. Filistin’e göç etmeyi düşünen gençlere toprağı nasıl işleyeceklerine dair eğitimler veriliyor. Britanya ordusunda Filistinli Yahudi unsurların varlığı, bu gençleri ayrıca motive ediyor. (…) Bu durum, Yahudi ve Arap gençleri arasında ister istemez bir mesafenin girmesine neden oluyor. Aralarındaki arkadaşlık ve hoşgörü azalıyor…”
Zaman içinde, benzer milliyetçi duyguların Araplar arasında da yayılmaya başladığını ve Filistin’deki Arap isyanının bu duygulara su taşıdığını da not etmek gerekir. Libya’daki Arap toplumu bir birlik olmaktan öte, daha çok feodal bir karaktere sahiptir. Tripolitanya (Trablusgarp), Sirenayka ve Fizan şeklinde birbiri ile ilgisi olmayan özelliklere sahip üç bölgeye ayrılmış ülke ve burada yaşayan Arap toplumu için, 1945 Mayısında kurulmuş Arap Birliğinin milliyetçi söylemleri de etkin bir uyarandır. Buna bir de Pan-İslamcı görüşlerin, özellikle Trablus’ta kök salmasını da eklemek gerekir.
Ülkenin geleceği hakkında endişeli bir bekleyiş vardır. Tripolitanya’daki azınlıklar -İtalyanlar, Yunanlılar, Maltalılar ve Yahudilerden söz etmek gerekir- buranın yeniden İtalyan idaresine girmesini arzu etmektedir… Sirenayka’da, ise bölgenin etkin lideri İdris’in Londra ile iyi ilişkilerinden dolayı bir Britanya mandası arzusu dile getirilmektedir. Mağrip ülkelerinin ağabeyliğine soyunan Fransa ise, açıkta kalan Fizan’ı kontrol etmeye razı gibi görünmektedir.
Öte yandan, 1945 sonlarına doğru, bölgedeki savaş sonrası görünen ekonomik canlanmadan eser kalmamıştır. Özellikle orta ve yoksul kesimler arasında, görece varsıl olan azınlıklara, ancak özellikle Yahudilere karşı husumetin bu dönemde gözle görünür bir şekilde arttığını söylemek yanlış olmaz.
Pogromlar
Yukarıda alıntı yaptığım rapordan bir bölüm daha paylaşmak isterim: “Savaş sırasında yer değiştirmiş Arap gençlerinin geri dönmeye başlaması ile milliyetçi ve Pan-İslamcı duyguların bölgede yükselmeye başladığını not etmek gerekir. Bu durum, bu yıl üzerinde durulması gereken en önemli konudur…”
Kasım 1945 Tripolitanya pogromu işte böylesi bir ortamda gerçekleşir. Arap kanaat önderleri üç günden fazla sürecek saldırılara müdahale etmeyecek, Britanya yönetimi ise yetersiz kalacaktır. Ancak ordunun devreye girmesi ile yatışacak sokak hareketleri sonundaki bilanço ağırdır: Tahrip edilen Yahudi mahallelerinin yanı sıra, 140 ölü ve yüzlerce yaralı vardır.
Pogrom sonrasında güven arttırıcı tedbirlerin devreye sokulması için askeri yönetim gözetiminde kurulan çalışma grupları, Yahudiler ile Araplar arasındaki ilişkileri yumuşatmaya çalışacaksa da bu konuda başarılı olamayacaktır. Gerçi basın, saldırıya katılanları ‘sorumsuz’, katılmayanları ise ‘vatansever’ ilan edecektir, ancak zaman, böylesi yaklaşımların samimiyetten uzak, gelen geçer tepkiler olduğunu, çok geçmeden, gösterecektir.
Kasım 1945 pogromunun yıkımını yalnız Arap-Yahudi ilişkileri ile kısıtlı tutmak durumu basitleştirmek olur. Durum, esas itibarı ile, bu topraklarda 2 bin yıldır yaşayan Libya Yahudileri ile ilgilidir. Burada Britanya unsurlarının olaylara geç müdahale etmesi ya da yeterli tepkiyi ortaya koymaması ikincil bir konudur. Yine de, Libya’daki gelişmeleri Filistin’dekilerle bir paralele sokarsak, tablo daha rahat anlaşılır. Britanya’nın Filistin Manda yönetimine koyduğu Yahudi göçü yasağı, Avrupa’da yaşanan katliamlara rağmen hâlâ geçerlidir. Dolayısıyla bundan, kendilerine artık ülkelerinde yer kalmadığını gören Libya Yahudileri de olumsuz etkileneceklerdir. Bu anlamda, her ne kadar, İtalya kimi için iyi bir seçenek olacaksa da, esas arzu edilen kutsal topraklara resmi göç, İsrail Devletinin Britanya tarafından tanınacağı 1949 yılına dek bekleyecektir.
1945 sonu ile ikinci pogromun yaşanacağı 1948 arasındaki dönemde Yahudi toplumunun sosyal ve ekonomik gelişimi hakkında olumlu konuşmak olası değildir. İsrail Devletinin 14 Mayıs 1948’de kurulması ve Arap-İsrail savaşının başlaması ile birlikte ülkede gerginlik yine artar. Birincisine göre daha kısıtlı olmuş olsa da, ikinci pogromun da, azımsanmayacak etkilerini not etmek gerekir.
Trablus dışında yaşayan Yahudilerin işlerini kapatıp buraya akması; Sirenayka’da, Londra’nın desteklediği İdris’in güç kazanması ve Yahudilerin Britanya’ya olan güvenlerini yitirmiş olmalarına koşut, bölgeden Tripolitanya’ya doğru başlayan göç, 1948 Haziran pogromunun bariz etkileridir…
Şubat 1947’de müttefiklerin İtalya ile imzaladıkları anlaşma sonrasında, Roma’nın, ülkenin bütününde her tür haktan vazgeçmesiyle, Libya’nın -bir Arap ülkesi olarak- bağımsızlığı konusu daha sık dillendirilmeye başlanacak, azınlık unsurlar bundan yana tavır almaya zorlanacaklardır. Britanya bağımsızlığın Sirenayka’nın etkin lideri İdris’in yönetiminde gerçekleşmesini arzulamaktadırlar. Sanussi kökenli İdris’in Yahudilerle hiçbir zaman sorunu olmamıştır. Nitekim 1948 pogromu, tıpkı önceki gibi, yine, özellikle Trablus’u vurmuştur. İdris, benzer hareketlerin kendi etki alanında olmasına göz yummamıştır.
Gerçi, Trablus’un, Tunus ve Cezayir’den gelip, İsrail-Arap savaşında yer almak için Mısır’a doğru giden binlerce milliyetçinin transit yolu üzerinde olması, buradaki gerilimin artmasında belirleyici olmuştur. Tam da bu dönemde, Haziran 1948 pogromunun hemen sonrasında, Trablus’taki Yahudi toplumunun önde gelenleri, İtalyan Libya’sının tasfiyesinde etkin olan ülkelere bir deklarasyon gönderir: “Yeniden, akılcı ve kararlı İtalyan yönetimine dönmek istiyoruz. Eğer bu gerçekleşmezse, kaderimizi kontrol eden sizlerden, bize, yeni bir hayat kurabileceğimiz bir ülkeye götürecek gemiler tahsis etmenizi istemek zorundayız.”
Deklarasyon sağır kulaklara hitap etmiş olmalı ki, birkaç hafta sonra bu kez, BM Güvenlik Konseyine açık bir mektup yayınlarlar. Bu mektuptaki en çarpıcı satırlar şöyledir: “Tüm özgür dünyaya seslenmek istiyoruz: Bizi serbest bırakın! Bizi serbest bırakın! Bizi serbest bırakın!”
Ülkeden Göç
Londra hükümetinin İsrail’i 1949’da tanıması ve buraya vizeleri 2 Şubat itibarı ile serbest bırakması görülmemiş bir göç dalgası başlatır: Sirenayka’da 5 bin olan Yahudi nüfusu, kısa zamanda, çoğunluğu Bingazi’de yerleşik 300 kişiye düşer. Trablus’tan da 20 bin Yahudi İsrail’e göç eder…
Göçten İtalya da nasibini alır. Burada yerleşik işleri olan birçok İtalyan vatandaşı Yahudi de, başta Roma olmak üzere, ülkenin çeşitli kentlerine yerleşirler. 1949 sonunda, Libya’da göç etmeyi bekleyen 12 bin Yahudi kalmıştır. Göç etmek istemeyen 1.200 kişiden de ayrıca söz etmek gerekir.
Bu arada, 21 Kasım 1949’da BM Genel Kurulunda Libya’nın egemen bir devlet olması karara bağlanır. Bağımsızlık tarihi 1952 yılı başı olarak kayda geçer… Britanya’nın önerisi ile bağımsızlık İdris’in liderliğinde hayata geçecektir. Bu önemli gelişmenin genelde azınlıkları gelecekteki statüleri konusunda tedirgin ettiği gerçeği ortadadır.
Zaman Yahudilerin aleyhine gelişmektedir… Onlar için, göç artık zamana yayılabilecek bir tercih değildir. 1950-51 telaş içinde geçen kaotik bir dönem olur. Neticede, Kral İdris’in yönetimi Britanya’dan devir almasına, Birleşik Libya Krallığının kuruluşuna kadar olan sürede, İtalya üzerinden göçenler hariç, 31 binden fazla Yahudi, yapılan 42 seferle, Tarblus’tan Hayfa Limanına taşınır. Geride, kaderlerini Kral İdris ile eşleştiren 6 bin kişilik küçük bir Yahudi toplumu kalır.
***
1969 Eylülünde, kendisini albay ilan edecek Muammer Kaddafi tarafından devrilene dek, Kral İdris’in ve Libya Krallığının tarihi birkaç çok önemli olayla anlam kazanır. Bunların her biri, ülkede kalan cılız Yahudi toplumunu derinden ilgilendirecek niteliktedir. İronik olan, bu kilometre taşlarının, krallığın ilk dönemindeki anayasa tartışmalarını anlamsız kılacak bir potansiyele sahip olduğudur… Komite üzerine kurulan komitelerin aylar, yıllar sürecek çalışmaları, anlaşmaya taraf olacaklar arasında hiçbir mutabakata varmadan, Kaddafi darbesi ile eriyip gidecektir. Bu kilometre taşlarının en önemlilerini sıralamak isterim:
1949 yılında Libya’da petrolün bulunması, Kral’ın elini güçlendiren bir koz olacak, ekonomik sıkıntılar içinde kıvranan devlet yapısını rahatlatacaktır. Öte yandan, İdris yönetimindeki Libya’da kalmayı tercih eden ve an itibarı ile reel sektörü önemli oranda elinde tutan Yahudi tüccarlara olan bağımlılığı azaltacaktır: Böylece, ülkedeki varlıklarını sorgulamaya başlayacakları bir döneme gireceklerdir.
Nasır önderliğindeki Hür Subaylar Hareketinin 1952 Temmuzunda Mısır’da yönetimi ele geçirmesi... Bununla birlikte, önce Mısır’da sonra Arap dünyasının geri kalan ülkelerinde -ki buna Libya da dahildir- milliyetçiliğin yükselmesine tanık olunacaktır… Durum, Mısır Kralı Faruk gibi, Batı yanlısı ılımlı bir siyasetçi olan İdris’i köşeye sıkıştıracaktır. Libya’daki benzer milliyetçi akımlar, Nasır’dan ilham alacak, hem Batı karşıtlığını hem de Yahudi düşmanlığını körükleyecektir.
Haziran 1967’deki 6 Gün Savaşı sonrasında, Mısır’ın başını çektiği Arap ülkelerinin tarihi bir yenilgi alması, sembolik anlamda, Kudüs’ün İsrail egemenliği altında birleşmesi, Arap milliyetçiliğinin geleceğini sorgular niteliktedir. Gelin görün ki, Kral İdris örneğinde görüleceği gibi, yenilginin Batı yanlısı ılımlı yönetimler üzerindeki etkisi beklenenden az olacak, bunlar zemin kaybetmeye devam edeceklerdir.
İsrail zaferinin Libya’da kalmış Yahudiler üzerindeki etkisi yıkıcıdır. Gittikçe gelecek kaygısı taşıyacak Kral İdris’in, önceki dönemlerde olduğu gibi, onları Arap topluluklarının gazabından koruyacak mecali kalmamıştır. Aynı ay, Libya hükümeti Yahudilerin ülkeden ayrılmasını onaylar. Kendilerine ayrılmış kamplarda veya Trablus’taki evlerinde mecburi konaklamaya tabi tutulan Yahudiler, birkaç hafta içinde İtalya’ya gönderilir. Kimileri orada kalır, kimileri, daha önceden İsrail’e göçen tanıdıklarının yanına gider.
Yüzyıllardır yaşadıkları ülkelerinde, yeniden dönüp bir başlangıç yapma umudu ile geride bıraktıkları kıymetlere, Kaddafi’nin darbesi sonrasında yeni yönetimin alacağı bir dizi kararla el konacak, 21 Temmuz 1970’teki kanunla da Libya’daki Yahudi varlığına son verilecektir.