Güvensizlikten komplo teorilerine

Fransızların yarısı aşı olmayı düşünmüyor.

Dünya
26 Aralık 2020 Cumartesi

Mişel Alfandari /Fransa

Kasım ayında yayınlanan bir araştırmada[1] Fransa’nın COVID-19 güven konusunda dünya ülkeleri arasında sonuncu olduğu ortaya çıkıyor: “Aşı olacağım” diyenlerin oranı Güney Kore’de yüzde 83, Avustralya’da yüzde 79, komşu ülkelerden Almanya’da yüzde 69, İtalya’da yüzde 65, İngiltere’de yüzde 79 iken, Fransa’da bu oran sadece yüzde 54’te kalıyor. Farklı bir ankette ise bu rakam yüzde 41’lere kadar düşüyor.

Aşılara güvensizlik yeni bir şey değil. 1790’larda Dr. Jenner çiçek aşısını bulduğunda, aşılananlarda boynuz çıkacağı söylentileri yaygındı.

İyi de, 2020’lerde, üstelik Pasteur’ün ülkesinde, bir aşıya hala nasıl bu kadar güvensiz olunur?

Bu aslında o kadar şaşırtıcı değil. Bir kere, öteden beri Fransa’da halktan uzak, hesap verebilirliği benzer demokrasilerden düşük bir üst düzey devlet erki ve yönetici sınıfı bulunmakta. Bu yönetici sınıfının hatalarından kaynaklanan 2010 domuz gribi aşı skandalının ve 80’ler ve 90’lardaki kontamine kan skandalının izleri de hala silinmiş değil.

Buna ek olarak pandeminin ilk aylarında Fransız hükümetinden gelen maske kullanımıyla ilgili çelişkili mesajlar, sonraki dönemde de medyada pedagoji yerine bazı doktorların çelişen görüşlerine (herhalde reyting yapmak adına) abartılarak yer verilmesi bu güvensizliği pekiştirdi.

Bir aşıya güvensizliğin salgınla baş etme çabalarına ne kadar zararlı olabileceği malum. 2003’te Nijerya’da çocuk felci aşısıyla ilgili söylentiler boykotlara yol açmış, sonuçta ülkede çocuk felci vakaları üç senede yüzde 500 artmıştı! Benzer şekilde, kızamık aşısıyla ilgili tereddütlerin 2018 – 2020 arasında Avrupa ve Amerika’da kızamık salgınlarını ve ölümleri tetiklediği saptandı.

Koronaya gelince, kasım ayında “aşı olmayacağım” diyenlerin ilk sıradaki gerekçeleri (yüzde 63) aşının etkili olmayacağı düşüncesiydi. Ancak ipi ilk göğüsleyen Pfizer - BioNTech ve Moderna’nın aşılarının etki oranı yüzde 95, yani umulanın çok üstünde.

Bu durumda yüzde 46 ile ikinci sıradaki gerekçe (aşının yan etkilerinden korkma) önem kazanıyor. Pfizer - BioNTech ve Moderna’nın aşılarının 73 bin gönüllü denek üzerindeki testleri, aşıların ilk aylarda değişik yaş ve risk gruplarında hiçbir ciddi yan etkiye yol açmadığını gösteriyor. Bunun da güveni biraz artırması beklenebilir.

Ama halen kafaları kurcalayan haklı sorular var: Bağışıklık süresi, aşı olanın hasta olmasa da bulaşıcı olup olmayacağı, aşının uzun vadede olası yan etkileri gibi... Önümüzdeki aşı kampanyalarında bu sorulara (aile doktorlarının da katkısıyla) saydamlıkla cevap getirebilecek hükümetlerin, cevapları veremeyeceklerden daha başarılı olacakları apaçık. (Bu alanda Fransız hükümetinin şu günlerde ‘ortanın biraz iyisi’ düzeyinde seyrettiğini söylemek mümkün.)

Yine de, bütün bunların iki sebepten yetersiz kalabileceğini düşünüyorum.

Birincisi, sanal alemde hızla yayılarak kafaları karıştıran dezenformasyon veya en azından eksik bilgiler (ki söz konusu bilim olunca eksik bilgi de dezenformasyon kadar zararlı olabiliyor) ve doğası gereği bunlarla mücadele etmenin zorluğu. İkincisi, popülist hareketlerin korkuları körükleyerek uzmanlara, kurumlara ve hatta bilime güvensizlik yaratmaya çalışmaları.

Güvensizlik, dezenformasyon, komplo teorileri

Dünya Sağlık Örgütü, pandemi sırasında hızla yayılan dezenformasyonun kamu sağlığı açısından tehlikelerini zamanında görmüş, bu ‘paralel salgın’ın adını ‘Infodemic’ koymuştu[2].

Dezenformasyon, bir ucunda aile, dost ve arkadaşlarımızın iyi niyetli sosyal medya paylaşımlarıyla başlayan, diğer ucundaysa nefret söylemine ve şiddete kadar gidebilen bir süreç. (Tam bu yazıyı yazarken Fransa’da bazı doktorların aşı karşıtlarından ölüm tehdidi içeren anonim mektuplar aldıkları haberi geldi.)

Göze çarpan örneklerden, geçen ay sosyal medyada yayınlanan ‘Hold Up’ belgeseli Fransa’da çok ses getirdi. Belgesel, yönetilişini eleştirdiği pandeminin, aslında resmi makamların dünya çapında bir gizli gündeminin sonucu olduğu tezini savunuyor. Savlarının çeşitli ‘fact-checking’ kuruluşu tarafından tek tek çürütülmüş olması[3], belgeselin sosyal medyada büyük oranda paylaşılmasını engellemedi.

Benzer şekilde, Amerika’da mayıs ayında çıkan ‘Plandemic’ belgeseli, COVID’in aslında insan yapımı olduğu, aşılama kampanyasının milyonlarca insanı öldüreceği, saygın Amerikalı epidemiyoloji uzmanı Dr. Anthony Fauci’nin rüşvetçi olduğu tezlerini savunmuş, milyonlar tarafından paylaşılmıştı.

Mart ayında da Kaliforniyalı holistik Doktor Thomas Cowan sosyal medya paylaşımlarında 5G mobil iletişim antenlerinin virüsün yayılmasını kolaylaştırdığını iddia ediyordu. Ne de olsa, 5G antenlerinin yerleştirilmediği Afrika ülkelerinde pandeminin daha az etkili olduğunu görmemiş miyiz efendim?

Başka paylaşımlarda COVID’in Yahudiler tarafından dünya borsalarını çökertip bundan faydalanmak için, diğer bir versiyonda da ülkeleri ele geçirip insanlığı kontrol altına almak için yaratıldığı savları görüldü.

Aslında hepimiz biraz öyleyiz

Günümüzde yukarıdaki türden tezlere inananlar (Bill Gates’in aşıyla vücudumuza mikroçipler enjekte edilmesine çalıştığı da bir başkası), 1790’larda çiçek aşısının insanlarda boynuz çıkaracağına inananların çağdaş bir versiyonu sanki.

Düşünsenize, onlarca ülkeye yayılmış binlerce bilim adamı, sağlık uzmanı, araştırmacı, kamu sağlığı yetkilisi, denetleyici kuruluşların çalışanları, bir şekilde el ele verip ilaç firmaları çıkarına gizli bir organizasyon geliştirmişler!

Bu, Amerikan başkanlık seçimlerinden sonra kaybeden tarafın yaydığı ‘yaygın seçim sahtekarlığı’ iddialarını hatırlatıyor: Binlerce devlet memuru, gönüllü, her iki partiden gözlemci ve hatta hakimler, değişik eyaletlere yayılmış gizli bir sahtekarlık organizasyonunu hiçbir iz bırakmadan yürütebilmişler!

Bu fenomenin arkasında, insanların kendi inançlarını, ideolojilerini doğrulayan bilgilere inanıp, doğrulamayan bilgilere inanmamaları sorunu var. Bu ‘doğrulama önyargısı’ (İngilizcesi ‘confirmation bias’), sosyal bilimlerde iyi bilinen, araştırmalar konusu olmuş bir sorun[4].

Doğrulama önyargısı hepimizde olan bir karakteristik. Sadece, hem bunun farkında olmak, hem de ayarı kaçırmamak için kendi yaklaşımımızı sürekli kontrol etmek internet çağında zor bir şey.

Tünelin ucu?

Benim aşı konusunda yaklaşımım olabildiğince bilgilenmek, sonra da bilimsel konsensüse güvenmekten ibaret. Doktorumun tavsiyesi ve Dr. Fauci’nin aralık başında “Aşı onaylandığında ben ve bütün ailem tereddütsüz aşı olacağız” demiş olması benim için yeterli.

Fransa ve daha az ölçüde diğer Batılı ülkelerdeki şüphecilik, yıllar önce (aşılar sayesinde) kökü kazınmış öldürücü salgınların hatırasının çoktan silinmiş olmasından kaynaklanan bir tür şımarıklık ayrıca. Benzer bir şımarıklığı Noel ve Yılbaşı kutlamalarının bir defaya mahsus olarak ertelenmesini bir dram olarak algılayanlarda da görüyoruz.

Ne var ki, aynı şımarık Batı, normalde yıllar süren aşı geliştirme sürecini mRNA teknolojisi sayesinde on aya indirerek, her geçen gün dünyada 12 bin kişiyi öldüren bu hastalığın önüne geçilmesinin ilk adımını da atmış oldu.

Kısacası, uzakta tünelin ucu gözüktü.



[1] https://jean-jaures.org/nos-productions/vaccins-la-piqure-de-defiance

[2] https://www.who.int/news/item/23-09-2020-managing-the-covid-19-infodemic-promoting-healthy-behaviours-and-mitigating-the-harm-from-misinformation-and-disinformation

[3] https://www.lemonde.fr/les-decodeurs/article/2020/11/12/covid-19-les-contre-verites-de-hold-up-le-documentaire-a-succes-qui-pretend-devoiler-la-face-cachee-de-l-epidemie_6059526_4355770.html