Çocukluğunuzu; gençliğinizi geçirdiğiniz Gül Apartmanı'nda hayat nasıldı?
Pera Palas'ın karşısındaki Gül Apartmanı'nın üçüncü katında dünyaya geldim. Evleninceye kadar orada yaşadım. Çevremizdekiler yavaş yavaş Talimhane'ye geçiyorlardı. Ailem ise, tavanları yüksek, odaları büyük olan ve antika mobilyalarla döşenmiş olan evimizdeki bazı eşyalarımızın, modern apartmanlara, tavanların daha alçak olduğundan, sığmalarının çok zor olması nedeniyle evimizi bırakmak istemiyordu. Evimizin banyosu ve ısıtma sistemi gayet iyiydi, fakat yeni, modern apartmanların, santralı, kalorifer sistemi, banyoları daha gelişmişti. Kendi kendime bir gün inşallah evlendikten sonra buraya geleceğim dedim. Evlendikten sonra bir daire satın alarak Talimhane'ye geçtim ve içini tamamen modern eşyalarla dekore ettim.
O dönemlerde arkadaşlarınız kimlerdi?
Beş ayrı bloktan oluşan Gül Apartmanı çok büyüktü. Sakinlerinin büyük çoğunluğu Musevi'ydi. Rumlar, Ermeniler, Müslümanlar da vardı. Tüm çocuklar dosttuk, apartmanın en üstünde bulunan 700 metrekarelik terasa çıkar, orada oynardık. Bazen Tepebaşı'nda, klasik müzik çalan bir gazinoya giderdik. Çocukluğum, gençliğim neşeli ve güzel geçti. O yıllardan arkadaşım olan Vili Alhadef İsrail'e göç etti. Emilio Laster, Semi Mandel, Jak Sion, Fransa'dan göç eden Henri Nathan, Niso Kariyo, yanı sıra kaybettiğim Safter Kurtbek en yakın arkadaşlarımdı.
17 yaşlarında Musevi kızlarla dolaşmazdık. O zamanlar genellikle Rum, İtalyan kızlarla çıkardık Zaman zaman da Pazar günleri Saint Antoine Kilisesi?ne gider veya Dame de Sion?un önünden kızları toplar dans etmeye giderdik. Bir gün Emilio Laster'in annesi 'Musevi kızlarla çıkmamanız hoşuma gitmiyor' dedi. Biz de tanımadığımızı söyledik. O da 'Bu yılbaşı gecesi benim evimde bir parti tertip edeceğiz. 15 gün öncesi , sepete isimler koyacağım, kurada çektiğiniz kızı evinden alacak ve getireceksiniz. Şartım sizin smokin giymeniz' dedi. Kurada bana Eti Levi diye bir isim çıktı. Yılbaşı günü edindiğimiz smokinlerle kızları evlerinden aldık partiye getirdik. Müthiş eğlendiğimiz bir yılbaşı gecesi olmuştu. Sonradan kızlarla, İstanbul'un en güzel, en kıskanılan arkadaş grubunu oluşturduk. Nora Barzilay, Eti Levi, Aline, Lia Moskoviç, İda Sveidler Çok güzel yıllardı... İlk evliliğimi o gruptan olan Lia Moskoviç ile yaptım. Mutlu yıllar geçirdik, bana iki erkek evlat verdi.
Eğitim hayatınız?
Bene Berit'ten ve Saint Michel Lisesi'den sonra Yıldız Teknik Yüksek Okulu'nda mühendislik eğitimi aldım. Ardından Fransa'da çelik konstrüksiyon üzerine ihtisas yaptım. Babam, her gencin bir altın bileziği olması gerektiğini söylerdi. Bu şekilde yetiştirildim, çocuklarıma da aynı yöntemi uyguladım. Eğitim, hayatımın anahtarı oldu. Aksi takdirde, bu gün bu noktaya gelemezdim.
Babanızın mesleği neydi?
Büyükbabamın Sofya'da bir şemsiye fabrikası vardı. İstanbul'a geldiklerinde, faaliyete devam etti. Varlıklıydılar. Babam ve amcam ortaktı. Avrupa'ya gıda, hurda bakır gibi maddeler ihraç ederlerdi. 1929 krizinde İtalya'ya gönderdikleri iki geminin bedelini alamayınca, ayrılmaya karar verdiler. Amcam şirketi devraldı. Babam, gemilerin aksamlarını tamir eder satardı. Varlık Vergisi döneminde hepimiz perişan olduk. Amcamdan büyük bir vergi talep ettiler. Aşkale'ye gönderildi ve orada yaşamını kaybetti. Bu bizi çok üzdü. Babam ise ona yardımcı olmak için arsaları, binaları satmak istedi. Maliye, gayri Menkullerimizi ipotek etme teklifimizi ret etti. Sonuçta babama kalan Cibali'deki depo ve arsadan başka, hepsi, satıldı, vergi de ödendi. Artık olanaklarımız kısıtlıydı. Savaş yıllarına denk gelen gençliğim, yaşanan tüm korkulara rağmen ilginç geçti.
Çocukluğunuzdan hafızanızda yer eden, belki de hayatınıza yön verdiğine inandığınız tecrübeniz var mı?
Eğitim hayatım süresince çok iyi bir öğrenciydim. Yüksek okulda hiçbir arkadaşımın, ileri seviyede Fransızca eğitim almamış olması, kendime olan güvenimi arttırdı. Saint Michel'de muhasebe dersi almış olmam hayatta bana çok yardımcı oldu.
Birçok konuda, 'neden başka ülkelerde var da, bizde yapılamıyor' diye bir düşüncem vardı. Savaş yıllarıydı, ablamın bir arkadaşının babası Mösyö Varak, ham madde ithal edilemediğinden kauçuk fabrikasını kapatmayı düşünüyordu. Kauçuk konusunda yeni buluşlar olduğunu, kauçuk maddesi olarak eski kauçuktan rejenere ham madde elde edildiğini, bir kitaptan okuduğumu söyledim. Kitabı kendisine tercüme ettim. Fabrikada rejenereyi, ustalarla beraber ham maddeyi oluşturdum. Bu sayede Türkiye'de kaç tane kauçuk tüccarı varsa, rejenere sayesinde fabrikalarını kapatmadılar. Bunu yaptığımda 17 yaşımdaydım. O zaman iyi bir para kazandım. Arkadaşlarla çıktığımda hovardalık yapardım.
Yıldız Teknik'deyken her sene 1,5 aylığına staja giderdik. Dolmabahçe- Maçka yolu inşası sırasında stajyer olarak çalışıyorum. O zaman Türkiye'ye gelen bir kentçilik uzmanına, M. Prost'a tercümanlık yaptım. Benden memnun kaldı ve şantiye şefliği görevine getirildim. Bu bey :' Türkiye'de Modern sistemler ile asfalt imal etmesini bilmiyorlar, yapılanlar da bir ay dayanıyor. Halbuki yeni teknikle, bir de yeni makine getirtebilirsek çok daha iyi olacak.' dedi. Makine geldi, Türkiye'de makineyle, iyi bir granülemetriye dayanan asfaltı ilk döktüren kişi oldum. 19 yaşımdaydım.
Gene, 1952- 53 yılları yeni evliyim. Bir müteahhit bana yeterince maaş veremediği için birkaç işte çalışıyorum. Tecrit maddeleri konusunda uzmandım. Saponifikasyon sistemine dayanan ve ıslak betona tam yapıştırılabilen 'İzolit tecrit maddesini oluşturdum. Çatı tecrit malzemeleri konusunda iş yapan kayınpederime deneyimlerimle yardımcı oluyordum. Bir gün Ankara'dan, Yeşilköy'deki havaalanının tecridi için ABD'den malzeme getirileceği yönünde bilgi aldık. Yüksek okuldaki öğretmenime bu malzemeyi Türkiye'de üretmek istediğimi söyledim. Bayındırlık Bakanlığı ihale açtı. Kimya hocamla birlikte çalıştık, malzemeyi şartnamesine uygun olarak imal edebilmeyi başardık. Rekabetin oluşturduğu büyük zorluklarla karşılaştım. İhalede karşımda bir tek rakip vardı, şahsen girdiğim ihaleyi kazandım.
150,000 Liralık bir ihaleydi, kayınpederi de ortak ettim. 50,000 Lira kazandım, ilk sermayemi böyle edindim.
Devamında, Türkiye'de olmayan malzemeleri tanıtarak, modern malzemeyle inşaat yaparak müteahhitlere danışmanlığa devam ettim.
Savaş yıllarında Avusturya ve Almanya'dan kaçan Hıristiyan ailelerle samimi olduk, çocuklarıyla oynardık. Savaş bittikten sonra bu ailelerden biriyle dostluğumuz devam etti. Bu kişiler savaştan sonra Almanya'da önemli yerlere geldiler, dostluğumuz karşılığında Almanya'daki bütün çimento fabrikalarının temsilciliğini bana verdiler. O yıllarda Türkiye çimento ithal ederdi, tüm karayollarına ve bir çok müteahhitlere çimento teminine başladım. Daha sonra Almanya ile tüm bağlantılarımı onlar sayesinde gerçekleştirdim.
-Başarınızı şansın yanı sıra, merak, bolca okuma ve girişimciliğiniz sayesinde elde ettiğinizi söyleyebilir miyiz?
Ve kıskançlık. Neden onlarda var, Türkiye'mde yok... Biz de yapabiliriz dedim ve bir çok ilki gerçekleştirdim; ilk buzdolabı, ilk çamaşır makinesi, ilk transistorlu radyo, ilk Honda motosikletleri ben imal ettim. Vehbi Bey ile aramız çok iyiydi. Fabrikamı gezdirdiğimde şaşırmıştı. Arçelik bizden sonra oluştu. Dünya firmalarının başkanları, girişimciliğimi görerek bana güvendiler.
2004'ün sonuna kadar Avrupa'nın en önemli topluluğu olan ERT Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası'nda Türkiye'nin tek üyesiydim. O masada AB ülkeleri vardı. Yaş limiti 72'ydi, beni 80 yaşıma kadar tuttular. Bu şekilde Avrupa'nın en önemli iş adamları, başkanları ve krallarıyla senede iki kere buluşurduk. Bir keresinde toplantıyı Türkiye'de yaptırdım. Böylelikle Türkiye'yi tanıtmış oldum.
Yurt dışında Türkiye'yi tanıtma çabanızı, misyonunuzu nasıl tanımlarsınız?
1975'de Kıbrıs müdahalesinden sonra Türkiye'ye bazı ambargolar konuldu. Zamanın Başbakanı Ecevit, Sanayi Odası'ndan ABD'ye gönderilmek üzere on kişilik bir heyet istedi. Dışişleri Bakanlığı'ndan Altemur Kılıç'ın başkanlığındaki bu heyette ben, Rahmi Koç, Fredi Burla, Şahap Kocatopçu gibi güçlü isimler vardı. Türkiye'nin ABD Büyükelçisi, Senato üyeleriyle tüm randevuları ayarlamıştı. Vardığımızda tüm randevularımızın iptal edildiğini öğrendik. Orada hemen ABD'nin Türkiye Başkonsolosu'nu aradım. Kendisi İsrail'in ABD Büyükelçiliğiyle ve onlarda benimle temasa geçtiler. İsrail'in ABD Büyükelçiliğinden Zvi Rafiah , Burla ve benim için, Musevi kökenli olan Şikago Kongre Üyesi Sidney Yates ile randevu ayarladı. Kongre Üyesinin yanına gittiğimizde, Türkiye'den gelen iki Musevi kökenliyi görünce, şaşkınlık geçirdi, bunun üzerine, Kongre üyesi Steve Solarz'ı arayarak serbest bulabileceği 25 kongre üyesini, Kütüphanesine çağırdı ve bizleri tanıttı. Bu görüşme neticesinde Senato ve kongre üyeleri Türkiye gerçeğini kavradılar, evvelce verilen randevuları yeniden canlandırdılar. On kişilik heyetin katkıları, ambargonun kaldırılmasında çok etkili oldu.
Bu konuda, Cemaatimiz ve İsrail'den çok büyük destek aldığımızı açıkça söylemek gerekir, bu olaydan sonra Türkiye-İsrail ilişkileri gelişmeye başladı. İlk politik girişimim bu oldu. Daha sonra bir nevi gölge büyükelçilikler üstlendim ve Türkiye için, İsrail'in desteği ile, özelikle, ABD'de güzel neticeler aldık. Senato'da ve Kongrede Ermeni Tasarısı'nın geçmesini de biz önledik.
Bu günkü Musevi Cemaati'nin her şeyi çözebilir imajı, bu tip uğraşlarımız sayesinde oldu. Sessizlik politikasına her zaman karşıydım. Nitekim 500. Yıl Vakfı'nı kurduğumuz zaman, Jak Veissid, Naim Güleryüz ve cemaat üyelerinin bulunduğu basın toplantısına Türkiye'nin önde gelen yazarlarını davet ettik. Vakfın amacının bir kutlama değil, bir anma olduğunu, ve aynı zamanda Türkiye'yi dünyaya tanıtmayı hedeflediğini anlattık. Basın toplantısında bir yazar, Cumhuriyet döneminde, İkinci Dünya Savaşı sürecinde yaşanan üzüncü olaylara değinerek, gerçek duygularımın bu olmaması gerektiğini ifade etti. İsrail'e olan bağlığımızı dile getirdi, Cevabım; İsrail Devleti kurulduğunda bir Musevi olmanın gururunu bana iade ettiğini ve 2000 yıllık duamı gerçekleştirdiğini söyledim. İsrail'e karşı olan hislerimiz çok tabîdir, bizim yalnız İsrail'e değil, etrafımızdaki Türk kökenlilere de Müslüman Türkler gibi yakınlık duyduğumuzu vurguladım.
Diğer taraftan,Türkiye'nin bizlere sağladıkları açısından artılarının, eksilerinden çok olduğu yanıtını örneklerle verdim. "500 yıl önce ecdatlarımı kabul eden, II. Dünya Savaşı yıllarında bizlere yaşama olanağı sağlayan Türk toplumudur." yanıtımı duyunca bütün salon ayağa kalkarak beni alkışladı. Ayrıca önce Türk, sonra Yahudi olduğumu söyledim. Bu açıklamamdan sonra cemaat sözcüleri için İsrail kelimesi bir tabu olmaktan çıktı.
Günlük yaşantınızı pasta dilimler gibi dilimlerseniz nasıl bir bölünme ortaya çıkar? İşinize, eğlenceye, ailenize, hobinize ne kadar zaman ayırırsınız?
Benim hobim işimdir; yürümek, klasik müzik, caz müziği, briç vs bunlar sevdiğim şeyler. Beni bu seviyeye getiren bu iş sevgimdir. 80 yaşımda halen işimle meşgul oluyorum.
En çok vaktimi işe veriyorum. Kitap olarak, biyografileri tercih ederim. Mümkün olduğu kadar denize girmeyi ve tekneyle açılmayı severim. Politik konulardan da zevk alıyorum. Çünkü ülkesine hizmet etme olanağını herkes bulamaz. Başarılarım, bana bu gücü veriyor.
Tatillerimde bilgisayarın başından kalkmıyorum diyebilirim.
Torunlarımla fazla meşgul olduğumu söyleyemem. Büyük oğlumun çocukları Cenevre'de yaşadıkları için, ancak oraya gittiğimde onlarla görüşebiliyordum. Cefi'nin çocukları ise kışın okulda, yazın Bodrum?dalar. Zaman zaman neden diğer büyükbabalar gibi torunlarımla zaman geçirmiyorum dediğim oluyor. Ancak geç yaşta tekrar baba olmak, torunlarımla geçirecek ve meşgul olma süresini kısalttı. Hepsini çok severim... Belki de, meşguliyetleri ve bana duydukları saygı onları benden uzaklaştırdı?
Sizi mutlu eden ve üzen olaylar nelerdir?
Sevdiğim insanları kaybetmek beni çok üzüyor. Ağabeyim Sami Kamhi benden üç yaş büyüktü, tüm bu işlerde en büyük dayanağım oydu. Hayatta olduğunda karımdan çok onu görürdüm. Ablam Şarlot Kamhi'nin kocası Mario Gabay, bir de kardeş gibi gördüğüm kuzenim Maks Kampeas?ı kaybetmek gerçekten çok üzücüydü. 1993'te suikast girişiminde bulunulduğunda, hiç korkmadım, üzülmedim. Ancak ilk çocuğum olarak gördüğüm Profilo beyaz eşya fabrikasını, Almanlara bırakmak zorunda kalmam büyük bir üzüntü yarattı.
Çocuklarımın başarısı beni mutlu eden olaylardır. Büyük oğlum Hayati çok başarılı oldu. Onunla gurur duyuyorum. Cefi ile hayat görüşlerimiz farklı, çok zor işlere girişiyor. Küçük oğlum Kerim ciddi bir insan, çok da mütevazı. Ben şimdi ondan, bilgisayar kullanımında çok şey öğreniyorum.
36 yıllık eşim Tüli, en büyük destekçim, başarılarımda onun büyük payı var. Geç yaşta tekrar baba olmak beni çok gençleştirdi, yeni bir hayat verdi, büyük bir mutluluk? Her başarının sonunda bir mutluluk yaşanıyor?
Keşke dedikleriniz var mı?
"Keşke"...Annem gibi mükemmeliyetçi bir karakterim var. Zamanında, onu dinlemediğim, şimdi pişmanlık duyduğum çok önerileri vardı, çok güzel Fransızca'mın yanında, İngilizce'mi daha iyi bir seviyeye getirmemi ister idi. Haklıydı. İngilizce'm Fransızca'mın seviyesinde değil, mükemmel mektuplar da yazarım, ancak Fransızcayı konuştuğum gibi İngilizceyi konuşamıyorum. Diğer yandan tüm vaktimi başka konulara verseydim bu seviyeye gelemezdim? Demek ki bu yol benim için iyi yol, Allah'ın bana çizdiği yol buydu?
Hayatınızı sil baştan yaşama şansınız olsaydı yine aynı şekilde yaşar mıydınız? Yoksa bir farklılık olur muydu?
Seçtiğim bu yol, benim için en iyi yoldu. Teknik bilgiye sahip olmak...Ancak daha fazla öğrenmek isterdim.
Gençlere mesajınız var mı?
Çok mesajlarım vardır. En önemlisi hayatta para kazanırsın, para kaybedersin güvenini bir kez kaybettin mi, geri kazanamazsın. Küçük yalanlar dahi söylemesinler, güvenilir insanlar olsunlar.
Eğitiminize önem verin. Önemle teknik bir formasyon alın, o altın bir bilezik gibidir, en zor zamanlarda sizlere yardımcı olur.
Amcamın ilginç bir önerisi vardı, masrafın artınca, tasarruf için kendini fazla sıkma, daha çok çalış, gelirini artırmaya bak derdi.
Gençlere her zaman sevmediğiniz bir işe girmeyin. Sevdiğiniz işte olursanız 24 saatinizi verirseniz yorulmazsınız. Sevmediğiniz bir işte ise yarım saat sonra bıkarsınız, nasihatinde bulunurum.