Eliza Day ve elleri

Viktor APALAÇİFarklı kültürden gelen iki insanın, İrlanda kökenli bir Amerikalı kadın ile göçmen olarak Londra`da yaşayan Beyrutlu bir Arabın yasak aşkını anlatan film, sınıf ayırımı, iletişimsizlik, sevginin tükenişi, vefasızlık, yalnızlık temaları üzerine özgün şeyler söylüyor. 11 Eylül sonras

Röportaj
9 Ocak 2008 Çarşamba

Rita ENDER

Ellerin merhaba ile birleşip elveda ile ayrılması kadar kabullenmesi zor bir gerçek var mıdır şu dünyada? Yoktur. Çünkü eller en az gözler kadar yansıtabilir ruhu, hissedilenleri, yaşananları…

Zarif eller kırılmaya pek müsait ince ruhları; yumruk olmuş eller çabuk sinirlenen asi ruhları simgeler. Terleyen eller yakınma sesidir telaşlı insanların. Ellerin kabarık ve şişkin olması ise yorgunluk kahvesini sıkıca kavramak içindir. Sarmalanmış eller aşkı bağırır. Titreyen eller kalp atışlarının hızlandığını fısıldar. Çizgilerle dolmuş eller yılların öğrettiklerinden bahseder.
Sanat sayfamızın bu haftaki konuğu Eliza Day, çizgili ellerini boyalarla kamufle etmiş biri. Bu yüzden onun ruhunu ele veren; ellerinin, fırçalara darbeler indirmesiyle oluşan tabloları.   
Eliza Day, farklı bir kadın. Diğer kadınların yalnızca ev işleriyle-ki belki de en zor iş- uğraştığı bir dönemde Osmanlı Bankası’nda çalışmış. En şık döpyezleriyle Pera’da dolaşmak yerine o güzel burnuyla Moda’yı solumuş. Aşksız, ortalama bir evlilik yapacağına evinin yalnızlığını seçmiş. Kağıt oyunlarıyla zaman geçirmek yerine zamanını sanatla doldurmuş. Biraz heykel yapmış, biraz keman çalmış. Ara ara yazmış ama her dönem resim yapmış. Ve yarattıkları çizgili ellerin(d)e kalanlar olmuş…
Eliza Day ile yaptığım söyleşiyi aktarıyorum. Ve ellerine sağlık diliyorum.

Dünyaya geliş hikayenizle başlayalım mı söze?
Babamın babası Selanik’in baş hahamıydı. Hahambaşı Şemual Bahar. Bir vazifeyle Ankara’ya gidiyor. Hanımı ve küçük oğlu (babam) ile birlikte. Annemin babasının büyük bir apartımanı var. Ankara’da bulundukları zaman müsaitmiş. Hahambaşı’yı orada ağırlıyorlar. Ve böylece iki aile tanışmış oluyor. Babam kendi ailesiyle Selanik’e dönüyor. Ama bu tanışma öyle bir vesile oluyor ki babam beş kere gidip geliyor İstanbul’a. Ve anneme talip oluyor. Askerliğini müteakip (takiben) evleniyorlar.

Ve sonra kaç kardeş dünyaya geliyor?
Dört kardeşiz. İkisi Medina’da (İsrail’de), biri burada. Buradaki ikizim aslında. Çünkü ben kırk günlükken annem hamile kalmış. Beni içtiğim sütten kovuyorlardı. Meğer bir kadın sütlediği (emzirdiği) çocuğunun arkasından erkek çocuğuna hamile kalırsa o süt zararlı,zehirli olurmuş. 

Evlendiniz mi hiç?
Hayır, ama bir dönem öyle bir hezimete uğradım.

Ressamlık tek mesleğiniz mi?
Bir gün Çamlıca Kız Lisesi’ne giderken  vapurda bir ilan görüyorum: "Osmanlı Bankası’na memur alınacak." Vapurla tekrar dönüyorum. Galata’ya gidip imtihana giriyorum. Hasbel kader mesleğim bankacılık oluyor. Güzel Sanatlara karşı olan temayülüm evde yaptığım resimlerle kalıyor. Çocukluktan beri güzel sanatlara çok ilgi duydum. Haritalar çizerdim orta okulda. Resim ve müziğe hep hayrandım.

Çizdiklerinizin içinde müzisyenler ağırlıkta zaten…
Evet konserlere gittim ve hafızamda kalan imajı yaptım.Akademideyse önce heykel yaptım. Prof. Hüseyin Gezer’in atölyesine misafir talebe olarak devam etmiştim. Fakat heykeltraşlık zor iş. Atölye ister. Onun için resme ağırlık verdim. Bir süre de keman çaldım. Aliye Berger’in eşi Karl Berger idi hocam. Büyük bir pedagog, müzisyenlerin arasında çok tanınmış bir keman hocasıydı. Ders alırdım; 47’ nin sonbaharında bir kalp krizi geçirdi. Yanlışlıkla eter koklatmışlar. Ve öldü. Devam etmedim ondan sonra. Osmanlı Bankası’nın sınavını da hocama hitaben yazmış olduğum mektupla kazandım. Tabii faiz hesapları, matematikler de vardı. Ama redaksiyon bölümü o mektuptu. Bankaya gittiğim vakit birinci müdür karşıladı beni. "Siz ne yazdınız, büyülemişsiniz mümeyyizleri" dedi.

Moda’nın sizin için bir ilham kaynağı olduğunu görüyorum…
Hep Moda’yı çizdim; Lodosta Moda’yı, Moda’nın ağaçlarını. Nereye gideyim daha uzağa?
Tolstoy, elinde kitabı ve arkasında Moda olan bir resim yapmışsınız.Yazıyla, edebiyatla da ilgilendiniz mi?
Bazı fikirlerimi not ederim. Mesela 17 yaşımda şöyle bir not düşmüşüm; "Sağlığın en güzel tarif şekli uzuvlarımızın çalışmasından habersiz yaşayışımızdır."  Ne büyük bir gerçek değil mi? Topluyorum şimdi bu notlarımı.
Paletinizde en büyük köşe kahverengiye ait sanırım…
Doğanın, ağaçların tonu. Daha çok doğanın resmini yapıyorum.
Nature morte (Ölü Doğa) resimleri çizmek ne ifade ediyor size?
Bir meyve tabağını alıp koyuyor, resmini yapıyorsunuz. O sizin algıladığınız işte ölü doğa. Meyvelerden aldığınız intiba resim oluveriyor.

Resim kendinizi dışa vurum şekliniz mi?
Kendi süzgeçlerinden geçen eseri renklendirir tüm sanatçılar.
Bir resim sergisine gittiğiniz zaman, insanlar tabloların önünde farklı şeyler düşünebiliyorlar. Ama doğa resimlerinde genelde görülen algılanıyor; yanılıyor muyum?
Her şey süzgecimden süzülse de objenin kendisine ve tabiata sadık kaldığım ölçüde çalışmayı yeğliyorum. Bazıları değişik yapabiliyorlar. Mesela Picasso’nun tüm klasik çalışma devirlerini New York’ta Metropolitan Museum Of Art’da gördüm. Hayran oldum. Müşfik bir annenin çocuğunu şefkatle kucaklaması tamamen klasik  bir çalışmaydı. Sonradan çalışma şekli değişiyor. Kendine has bir deformasyona giriyor. Başka bir sanat çıkıyor ortaya. 

Resim sergisi açtınız mı?
Kişisel olarak iki sergi açtım; biri İstanbul Beyoğlu Şehir Galerisi’nde, diğeri Harbiye Şehir Tiyatrosu’nun fuayesindeydi. Karmalara bazen katıldım. Üçüncü sergime hazırlık yaparken annemi kaybettim. Ve sonra atölyemde dağlandı tablolarım. Sergi açmam biraz güç artık.

Yalnızlık yaratmak için gerekli mi? 
Evimin yalnızlığı içerisinde yalnız değilim. Sanat var, sanatın aşkı var. Dünya ile kopmuş değilim. Dünyaya ne güzel insanlar gelip geçmiş. Onlar beynimin içerisinde ışık tutuyorlar bana. Fanatik değilim ama doğduğum dinin güzelliği ve derinliğinden kıvanç duyuyorum. Ortadoğu’nun en güzel felsefesi İbrani dinidir. O ağaçtan feyiz bulmuştur bütün dinler. Hiristiyanlık da Müslümanlık da o ağacın birer dalıdırlar. Ebu Bekir yedi dil bilen Behor isminde bir Yahudi’ydi. Sonradan Ebu Bekir ismini alıyor; veriyorlar. Okuması yazması yoktu. Fakat çok güzel fikirleri vardı. Muhammed’in fikirdaşıydı. Birbirlerini o kadar çok tamamlayan bir doktrinle bütünleşiyorlar ki; şöyle diyorlar; "Ben senden evvel ölürsem senin de ölümün benim tabutumla görülsün."  

Müslümanlıkta resim yapmaya pek hoş gözle bakmazlar. Yahudilikte de var mıydı böyle bir yaklaşım?    
Ben hiç zannetmiyorum böyle bir vaziyet olduğunu ama fazla bir bilgim de yok. Bir kısıtlamayı getirmek isteyecek kadar fanatizm olmamıştır.

Din bilgileriniz oldukça kuvvetli olduğunu biliyorum. Kaynağı dedeniz mi?
Genlerden kaynaklanıyor olabilir.Bir insan hiç din dersi görmese bile kendi genlerinde doğruluğun doğruluğu paralelinde bir felsefeyi taşır. Bu ise bir insanın kültürlü doğmasını ifade eder. Çünkü kültür kitaplarla,okumakla elde edinilen bir bilgi kaynağı değildir. İnsanın kültürlü doğması bir gerçektir.
Sonradan nasıl değişebiliyor öyleyse insanlar? Genlerden gelseydi, bu savaşlar yaşanır mıydı?
Etki altında kalıyor. Metazori oluyor. Koca bir Alman milleti yanlış bir tutumu icra etmekte olan bir insana nasıl kapıldı? İçlerinde hiç mi isyana tenezzül edenler olmadı? Bu adamı öldürmeye kalkışan olmadı mı? Demek ki genlerinde bunu kabul etmeye müsait bir formasyon var. O bakımdan belki Almanları istemeyerek doğuştan temayüllü görüyorum. Bugün siz kötülük yapmaya zorlansanız, yapabilir misiniz? Ben yapamam. İncitebileceğim bir insanı gördüğüm vakit susmayı tercih ederim.

Susmayı değil yok etmeyi tercih etmiş olan Nazilere ne diyeceksiniz?
Bende çok büyük yaralar açmıştır. Şuurumda harabiyetlere sebep olmuştur. Ama zaman içinde görüyorum ki yalnız Yahudilere değil dünyaya büyük zararları dokunmuş. Almanya’ya hiç arzu etmedim gitmeyi. Almanların içinde sevdiğim çok büyük müzisyenler, kıymetli insanlar vardır. Ama... Böyle büyük bir yanlışlığın girdabında, tarihin silemeyeceği kadar ağır bir suçu nasıl ika edebilmişlerdir (yapabilmişlerdir), hala kendime sorarım. Hiçbir zaman bunun cevabını alabilecek değilim. İnsanlık nasıl seyirci kalabilmiştir? Bugün üç beş kişiyi öldüren mafyalara, bilmem kimlere kıyamet kopuyor. Avrupa ayağa kalkıyor. Avrupa Birliği kurulmaya kalkışılıyor. O zaman bir nesli, pis bir yalanla (yıkanacaksınız diye gaz odalarına yolluyorlar) nasıl yok etmişler? Bu bir insanın beynine girebilecek, affedilecek, tahammül edilebilecek bir gerçek değil.

Savaşın Türkiye’ye yansımasından korktunuz mu?
Hazırlık yapılmak durumunda olunduğu söylentilerini duydum. Buradakilerden "Hasköy’de bir binayı hazırladık" şeklinde bir okey almışlar.  Belki politikaydı. O zamanki hükümet mahsus söylemiş olabilirdi.