Paul Simonun, Art Garfunkel ile yollarını ayırdıktan sonraki 3 yıllık Güney Afrika gezisinden bu bölgenin özgün müziği olan mbaqanga tohumlarıyla dönmesiyle birlikte 1986 yılında raflarda yerini almış olan bu albümü Simonun duygusal hayatıyla ve politik görüşleriyle ilgili kişisel bir dışavurum olarak yorumlanabilir. Simon bu albümde Garfunkelin vokallerdeki yokluğunu Homeless gibi yerel vokallerle giderme denemeleri ve You Can Call Me Al gibi dans müziği olarak nitelendirilebilecek ezgilerle Graceland gibi country melodilerini bir afrika kültürüyle kaynaştırarak dinleyiciyle buluşturması Afrika müziğinin Avrupa ve Amerika dinleyicisine keşfedilecek yeni bir bölge sunması sayesinde çok başarılı olmuştur. Bunda şüphesiz ki Paul Simonun ilk evliliğinden sonraki ruh halini albüme yansıtması, belki de Gracelanddaki "losing love is like a window in your heart,everybody sees you're blown apart." Dizelerinde yakındığı gibi albümden saklayamaması nın büyük etkisi var. Bahsi geçen zamanda Güney Afrika Cumhuriyetinde başgöstermekte olan ayırımcı politikalara aldırmadan buranın yerel müzisyenleriyle çalışıldığı için ilk çıkış yıllarında sıkça eleştirililen albüm, her türlü eleştiriye karşı modern rock ve yöresel müzik tarihinin en başarılı albümleri arasında gösteriliyor. Bunda şüphesiz ki Paul Simonun ilk evliliğinden sonraki ruh halini albüme yansıtması, belki de albüme adını veren Gracelanddaki "losing love is like a window in your heart,everybody sees you're blown apart." dizelerinde yakındığı gibi albümden saklayamaması nın büyük etkisi var. Simonun şair yetenekleri bu albümdeki Diamond on the soles of her shoes ve The Boy In The Bubble gibi şarkılarda doruğa ulaşıyor. Albümdeki şarkı sözleri simonun duygusal hayatından sıyrıldığı yerlerde genellikle Afrika ve genel Dünya sorunları üzerine yoğunlaşırken, albümde Memphis, Tennessee olarak geçen "Graceland" ideasının aslında Paul Simonun zihninde çok daha güneydoğuda olduğunu anlıyoruz.