6-7 Eylül`ü Hatirlarken...

Y. Mimar Rubi ASAToplam 2746 m2 lik olağanüstü bir kompleks olan yapı topluluğu ve Büyük Sinagog binası yaşadığı ve günümüze dek yaşattığı anılarla Yahudilik inanç ve değerleriyle yaklaşık yüz yıl süren bir serüven izlemiştir. 2007 yılı bu Sinagogun yeniden inşaası halinde 100 üncü yapım yıl

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba

24 yaşında bir gençtim.
Bakıyorum, araya girmiş 50 yılın sisine karşın, olan biten belleğimde olduğu gibi kalmış.
Başta da ortam…
Demokrat Parti (DP), 1954 seçimlerini –1950’dekinden çok daha parlak bir sonuçla kazanmıştı. Öyle olsa da muhalefete daha da sertleşmiştir. Görülmemiş bir iş, muhalefete oy veren iller cezalandırılmıştı: Malatya ikiye bölünüp bir de Adıyaman oluşturulmuş; Kırşehir ise, il iken ilçeliğe indirilmişti.
Memurlara ve basına sert bir tavır iktidarda.
Ekonomik sıkıntılar başlamış; hoşnutsuzluğun yayılması, DP örgütü içinde de yankılara yol açmaktadır.
Dış ilişkilerde de başarısızlık örnekleri çoktur: Daha önemli olarak, 1955 yazında, İngiltere’nin sömürgesi durumundaki Kıbrıs’ı, Yunanistan ilhak etmek istediğini ilan eder; Türkiyede sertçe karşı çıkar.
Sinirler gerilmiştir…
İyi hatırlıyoruz, 6 Eylül 1955 günü, Ekspres adlı bir İstanbul gazetesinde bir haber: "Selanik’te Atamızın evi bombalandı!"
Ateşe yağ dökmek gibi bir şey…
Öğle sonrasında, bir protesto yürüyüşünü duymuştuk; ama akşam olunca, merkezi Taksim ve Beyoğlu olmak üzere, protestoları aşan bir şeylerin haberleri yayılmaya başladı. Beyoğlu, İstanbul’da ticaretin kalbiydi. Azınlık uyruklarımızın, yani Rumların, Yahudi ve Ermenilerin büyük ticarethaneleri de oradaydı. Onu hedef alan bir saldırı başlamıştı ve oradan başka semtlere yayılıyordu.
Pek derli toplu bir kentti İstanbul o yıllarda.
Haberler ve insanlar bir yerden bir yere hızla ulaşıyordu.
Çabucak anlaşıldı: Saldırı, sadece mala değil, cana da yönelmişti; tecavüzler, öldürmeler, kiliselere kadar yakıp yıkmalar…
Sultanahmet’te oturuyorduk: Bu tür olaylar, örneğin Kumkapı’dan bize kadar ulaşıyordu.
Sultanahmet, genellikle Müslüman yurttaşlarının oturduğu bir semtti. Bildiğimiz bir Bulgar sütçü vardı. Geçmiş bir vakitte, oun dükkânını da gözlerimizin önünde yerle bir ettiler, karşı olsak da vahşeti önleyemedik.
Bir şey yapamamanın aczi korkunçtur: Sultanahmet’ten Beyoğlu’na çıktım: Ne yapabilirdim? Anlatmak mümkün değildi! Kepenkler indirilmi ve o bütün mağazaların nesi varsa o, caddelere dökülmüştü; yığınla insan, ayakları altında çiğniyor gidiyorlardı.
Yalnız yakıp yıkma değil, yağmaydı da görülen.
Fazla dayanamadım, iğrendim ve döndüm…
***
Kimlerin eseri idi bu facia?
Hemen ertesi gün, hep yapıldığı gibi, komünistler tutuklandılar! Ancak, her yanından görülüyordu: Hükümetten kaynaklanan bir tertipti bu! Kıbrıs adına bir gözdağı ve azınlık sermayeyi de tasfiye edip "Türkleştirmek" isteniyordu; şimdi, "İslamlaştırmak", hatta "Araplaştırmak" gibi…
Ama yapılan ülkenin ekonomisine indirilmiş bir korkunç darbe idi; DP iktidarı, sonuna kadar bunun acısını hep çekti.
Devletin alnına çalınan çamur ise başka türdendi!
O olaylarla başlayan bir sonuç da şu oldu: Azınlıkların çoğu, giderik gitti. Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler, sıradan bir maddi, parasal bir varlık değil, bir kültür, İstanbul’da yüzyıllardan beri birikmiş bir kültürel zenginliğe dahil idiler. Onların gidişiyle, bu kayıp belli oldu; arkaya kalanlarla yetinmeye çalışıyoruz.
Tıpkı İstanbul’dan arta kalanlarla yetindiğimiz gibi…

Server TANİLLİ
Cumhuriyet Gazetesi /09.09.2005