Rengarenk kelebeklere ve çiçeklere bayılmasına rağmen bunların doğru bir şeçim olmadığına karar verdi. Ardından bir evin penceresinden içeri doğru gözü kaydı. Kucağında bebeğini taşıyan genç bir anne gördü. Bebeğine bakan annenin, şefkatli bakışları ve dudaklarındaki gülümseme meleği mest etti. Melek düşündü, "Bir annenin gülümsemesi, dünyadaki en değerli şey olsa gerek. Bu gülümsemeyi Tanrıya götüreceğim." Melek yavaşça annenin gülümsemesini eline aldı, genç kadın bunun farkına bile varmadı; çünkü onun o kadar çok gülüşleri vardı ki, bir tanesinin eksilmesinin ayırdında değildi! Melek büyük bir heyecanla"gülümseyişi" Tanrıya verdi. Tanrı; "bir annenin bebeğine gülümseyişi gerçekten de çok değerli bir şeydir, ama bu dünyadaki en değerli şey değildir."
Böylece melek yeniden yeryüzüne inerek etrafını taramaya başladı. Yıldızlı bir gecede, karanlık bir ormanın dip kenar bir köşesinde, ömründe dinlediği en etkileyici ezgilerin peşine düştü. Bu eşsiz müzik, tek başına bir ağaca tükenmiş olan bir bülbülün çıkardığı seslerdi. Şarkı olağanüstüydü. Melek kanatlarını indirdi ve saatlerce bu güzel sesleri dinledi. Sonra bu müziği alarak Tanrıya götürdü. Fakat müziği dinler dinlemez Tanrı meleğe; "Bu gerçekten de çok özel bir şey, fakat hala dünyadaki en değerli şey olmadığını düşünüyorum" dedi.
Melek artık yorgun düşmüştü fakat asla vazgeçmemesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Bu kez büyük bir kente vardı. Orada çok kalabalık insan topluluklarına rastladı. Hepsinin bir yerlere yetişmek için hep bir telaş içinde olduklarını gördü. Birbirlerini itercesine ilerleyerek, sokaklarda hızla yürüyorlardı. Trafık ışıklarında, marketlerdeki ödeme kuyruklarında hep sabırsız ve sinirli bir biçimde bekliyorlardı. Hepsi son derece gergin ve kızgın görünüyordu. Her taraf arabaların sabırsız klaksonlarının çıkardığı seslerle gürültüden inliyordu.
Bu kalabalığı gözlemlerken, birden bire gözü yaşlı bir adama takıldı. Adam kaldırımda karşıya geçmek için bekliyor, fakat trafiğin yoğunluğundan, bunu yapmaya bir türlü cesaret edemiyordu. İnsanlar ona kabaca omuz vurup, çaresizliğinin farkına bile varamıyorlardı. Adam şapşal ve yorgun bir ruh durumuna düşmeye başlarken, genç bir kız yanına yaklaştı, onun koluna girip, birlikte karşıya geçtiler. Kız onun hasta ve çaresiz halini farkedip ona yaklaşmıştı. "Affedersiniz, sizi karşıya geçirip evinize kadar eşlik etmeme izin verirmisiniz?" diye nazikçe sormuştu. Yaşlı adam titrek sesiyle; "Evet küçükhanım çok mutlu olurum, çünkü kendimi çok hasta ve zayıf hissediyorum." Kızın uzattığı koluna girdi. Dingin ve emniyetli bir biçimde yavaşça yürüyerek yaşlı adamın evine vardılar.
Melek tüm bu olanları dikkatle izledi. Tabi ki gençkız ve yaşlı adam onun farkında bile değillerdi. Melek çok mutluydu! "Bu bence dünyadaki en değerli şey olsa gerek" diye düşündü. "Zarif bir davranış, bir mitzva (görev), bir yardım eli! Bir sürü iyi özellik ama tek bir davranışta toplanmış. Eğer herkes birbirine yardım elini uzatırsa, barış dolu bir dünyada yaşanır. Ben bu öyküyü Tanrıya götüreceğim. Bence bu şimdiye kadar yapılan davranışların en değerleri" dedi.
Tanrı bu iyilik dolu öyküyü dinledi ve şöyle yanıtladı, "Bu gerçekten de çok önemli bir olay. Bir mitzvayı yerine getirmek hala dünyadaki en önemli şeylerden bir tanesidir. Ama benim senden beklediğim şey bu da değil. Sevgili melek, bir kere daha git. Doğru yoldasın. Bu kez istediğim şeyi bulacağına kuvvetle inanıyorum. Her tarafa bak - şehirlere, ormanlara, okullara ve evlerine içine fakat özellikle insanların yüreklerinin içine bak.
Melek büyük bir hayalkırıklığı içinde yeniden yeryüzüne indi. Birçok değişik yere baktı. Hala, yeteri kadar değerli bir şey gözüne çarpmadı. Bir ara umutsuzluğa kapıldı "Galiba bu işten vazgeçmem gerekecek. Ama bunu Tanrıya nasıl anlatabilirim? O bana bir görev verdi, itiraz kabul etmez ki!" diye hayıflanmaya başladı.
O denli yorulmuştu ki biraz dinlenmek için bir kayanın üzerine oturdu. Dinlenirken arada düşünmeye de vakti oluyordu.
Oturduğu yerden kulağına bir ses geldi. Bu ağlayan bir adamın sesiydi! Bu küçük bir çocuğun değil, yetişkin bir erkeğin ağlamasıydı! Adam koruluktaki ağaçların arasında volta atıp, yanaklarından aşağı kayıp giden gözyaşları ile hüngür hüngür ağlıyordu. "Çok yakında Yamim Noraim günleri yaklaşıyor. Düşünüyorum da sevgli erkek kardeşime ne kadar acımasız ve duygusuz davrandım! Son derece önemsiz bir konuda tartıştık. Ona çok ağır sözler söyledim, ona küstüm. Haftalardır tek bir kelime bile konuşmadık, birbirimizi hiç görmedik. Bugün bence en doğru gün. Ona gidip beni affetmesini isteyeceğim. Ayrıca Tanrıya da beni affetmesi için dua edeceğim. Onlara gerçekten çok üzgün olduğumu ve bu olayın beni müthiş mutsuz ettiğini söyleyeceğim; gözlerinden yanaklarına doğru yine gözyaşları süzülmeye başladı.
Melek aradığı şeyi bulduğunu duyumsadı. Bir melek olmasına rağmen, tanık olduğu şeyden çok etkilenmişti. Kanatlarını açarak adamın yanına uçtu. Gözünden akıp inen gözyaşlarından tek bir damlayı hafifçe aldı. Adam aniden durup etrafını kolaçan etti. "Çok yumuşak ve iç açıcı bir şey tarafımı kuşattı! Kendimi aniden çok iyi hissetmeye başladım. Belki de bu her şeyin çok iyi olacağına ilişkin bir işarettir!" diye düşündü. Melek uçtu, yeniden Tanrının yanına vardı. Minicik bir şişeye adamın pişmanlık gözyaşı damlasını koymuştu. Bunu Tanrıya uzattı. Ve Tanrı
meleğe gülümsedi. Bu gülümseme, karanlık bulutların arasında süzülen güneşin altın rengi ışıklarına benziyordu. Sanki bütün evren aydınlanmıştı. Tanrı şöyle dedi: "Benim sadık imanlı meleğim, bu gerçekten de dünyadaki en değerli şey. Gerçek anlamda üzgün ve pişman bir kişinin gözyaşı, dünyanın en değerli şeyidir. Çünkü bu yürekten kopmuş bir gözyaşıdır ve dünyaya barış getirecektir. İki erkek kardeş birbirlerini affedecekler, yeni yılın ve bayramın tadını mutluuk ve neşeyle hep birlikte çıkartacaklar. Benim sevgili meleğim, seni yerine getirdiğin başarılı çalışman için kutsuyorum. Diliyorum ki bu öykü herkese anlatılsın, herkes bu öyküden birşeyler öğrensin. Le Şana Tova herkese tatlı ve mutlu bir Yeni Yıl diliyorum!"
Kaynak: The Jewish Year
Celebrating the holidays