İsrail, Ortadoğu coğrafyasında yer alan bir ülke olmasına rağmen taşıdığı değerler itibariyle herhangi bir Avrupa Birliği üyesi ülkeden farkı yoktur. Ortadoğunun radikalizm, terörizm ve etnikleşmeyle anılan yapısına karşın İsrail bu coğrafyanın demokrasisini temsil eder. İnsan haklarını ve demokrasiyi sisteminin ayrılmaz bir parçası yapan İsrail, parlamenter rejimle yönetilir ve tıpkı diğer AB üye ülkeleri gibi yasama, yürütme ve yargı organları birbirinden bağımsız olarak (kuvvetler ayrılığı) işler.
Politik olduğu kadar ekonomik olarak da AB ülkelerinden farklı olmayan İsrail için AB ile ilişkiler Barselona sürecinden (2728 Kasım 1995) sonra hız kazanmıştır. Bu süreçte AB ile imzalanan Ortaklık Antlaşmasının doğrultusunda (EU-Israel Association Agreement) ilişkiler "Avrupa-Akdeniz Ortaklığı"(Euro-Mediterranean Partnership) çerçevesinde şekillenmiştir.
Barselona bildirgesinde atıf yapılan konular, ilişkilerin temeli olduğundan kısaca neler olduklarına değinmek isterim:
- Avrupa-Akdeniz alanında barışa ve güvenliğe dayalı, insan hakları ve demokrasinin gelişimini sağlamak (siyasal ortaklık).
- Avrupa Birliği ve Akdenizdeki ortaklar ile beraber serbest ticaret alanı oluşturmak, Avrupa Birliğinin finansal desteği ile Akdeniz ülkelerinin ekonomik ve sosyal kalkınmalarını teşvik etmek (ekonomik ve finansal ortaklık).
- Avrupa-Akdeniz ülkeleri arasındaki kültürel diyalogu ön plana çıkarmak, güçlü ve özgür sivil toplumlar geliştirmek, insan kaynaklarını genişletmek (sosyal ve kültürel ortaklık).
Bu eksen üzerinde zemin bulan ilişkiler 20 Kasım 1995 yılında imzalanan ve 1 Haziran 2000de 15 Avrupa Birliği üyesi ülkenin parlamentoları ile Knesset (İsrail Parlamentosu) in de onayıyla yürürlüğe giren Avrupa Birliği-İsrail Ortaklık Antlaşması ile resmi bir kimliğe kavuşmuştur.
Bu antlaşma doğrultusunda AB ve İsrail iki organ vesilesiyle iletişimini sürdürür. Bunlardan ilki bakanlar seviyesinde olan Ortaklık Konseyi (Association Council) iken ikincisi bürokratlar seviyesinde toplanan Ortaklık Komitesidir (Association Committee). Özellikle de ilişkilerin önemi açısından 13 Aralık 2004te Brükselde 5.kez toplanan Ortaklık Konseyinin Ortadoğu barış süreci hakkında bir bildiri yayınlaması anlamlıdır.
2004 Aralıkında Avrupa Komşuluk Politikası (European Neighborhood Policy) doğrultusunda anlaşmaya varılan "Eylem Planı" (Action Plan) ile de Avrupa Birliği ve İsrail çok önemli bazı noktalara temas etmişlerdir.
İsrail Dışişleri Bakanı Silvan Şalomun bu plan üzerinde ortak mutabakata varılmasından sonra, "İsrail ve AB komşudur, denizleri, çevreyi, ortak değer ve düşünceleri ve çok çeşitli stratejik ortaklıkları paylaşır" sözüyle de planın içeriğinin İsrail açısından önemi bir kez daha vurgulanmıştır.
Tüm bu Avrupa komşuluk politikası ve Eylem Planına değinmemizdeki sebep AB-İsrail ilişkilerinin ekonomik düzeyinin yanı sıra aslında ilişkilerin siyasi düzeyine de işaret etmek içindir.
Bilindiği üzere Avrupada antisemitizm son yıllarda ciddi bir artış içersindedir. Buna mukabil Avrupa Birliği hükümetlerinin, İsrail-Filistin meselesinde objektif olmayan ve İsraili tek taraflı eleştiren tutumları ilişkilerin dinamiğini sekteye uğratmakta, Yahudi düşmanlığını körüklemektedir. Tarih boyunca Avrupada var olan Yahudi düşmanlığının günümüzde kendisini Anti-İsrailcilik olarak gösterdiği yadsınamaz bir gerçektir. İnsan hakları ve demokrasi konularında bu kadar hassas olan ABnin kendi içinde ırkçı ve antisemit söylemler barındırması son derece üzücüdür. Oysa İsrail, Avrupa Birliğini önemli bir küresel güç olarak görmektedir. Keza Avrupa Birliği için de İsrail, Ortadoğuda ekonomik bir ortak olduğu kadar demokrasinin temsilcisi olmasından dolayı da önemlidir. Bu sebeple aralarında yaptıkları Ortaklık Antlaşması metnine ortak bir bildiri daha koyarak, "yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve ırkçılık" hususlarına da işaret etmişler ve bu konular üzerinde somut adımlar atılması üzerine anlaşmaya varmışlardır.
Unutulmamalıdır ki, Avrupa Birliği ile ilişkiler İsrail için hayati önem taşımaktadır. Çünkü Avrupa Birliği Ortadoğu barış sürecinde inisiyatif alan, gerek kamuoyuyla gerek hükümetler düzeyinde önemli etkiler yapan bir oluşumdur. Bunun yanı sıra İsrailin tüm ithalat ve ihracatının 1/3ünün Avrupa Birliği ülkeleri ile yapıldığını da göz önüne alırsak zannedildiği gibi İsrailin en önemli ekonomik ortağının ABD değil, Avrupa Birliği olduğunu görmüş oluruz. (2005 yılı toplam ticaretin 20 milyar Euro seviyesinde olduğu tahmin edilmektedir)
Özellikle İsrailin geçtiğimiz Ağustos ayında Gazzeden geri çekilmesiyle gerek politik gerekse de ekonomik olarak ilişkiler yeniden ivme kazanmıştır. Başbakan Şaronun büyük zorluklara rağmen ortaya ısrarla koyduğu geri çekilme planı bir kez daha İsrailin Ortadoğu barışı için üzerine düşen ne varsa yapacağını tüm dünyaya olduğu gibi ABye de göstermiştir.
Türkiye-AB ilişkilerine İsrail çerçevesinden bir bakış:
İsrailin Ankara Büyükelçisi Pinhas Avivinin defalarca belirttiği ve medyaya da yansıdığı gibi "İsrail elçiliğinin olduğu her AB ülkesinde Türkiyenin iki elçiliği vardır. İsrailli diplomatlar Türk diplomatlar gibi çalışır." Bu sözler İsrailin AB sürecinde Türkiyeyi yoğun bir şekilde desteklediğinin açık ve net bir göstergesidir. İsrail, Türkiyenin bulunması gereken yerin taşıdığı değerler itibariyle AB içinde olmasına özellikle işaret eder. Öyle ki AB ülkelerinde bulunan çeşitli İsrail Büyükelçilikleri defalarca Türkiyenin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiğini vurgulamış, Türkiyeye müzakere tarihi verilmesinin sonuna kadar savunucusu olmuşlardır.
Türkiyenin 40 yıllık rüyasını çok iyi bilen İsrail için dostunun yanında yer almak, iki ülke ilişkilerinin sağlamlığı açısından da önemlidir. İsrail Türkiyeyi hem Avrupada hem de Ortadoğu coğrafyasında etkin bir güç olarak görmekte ve somut inisiyatifler almasını temenni etmektedir.
Ortadoğuda kalıcı istikrar ve barış için de Türkiyenin AB üyeliği şart ve vazgeçilmezdir.
Gerek İsrail gerekse de Türkiye için çok önemli bir konumda olan Avrupa Birliğinin tıpkı kuruluş aşamasında ifade ettiği gibi "birliğe, bütünlüğe, insan haklarına ve eşitliğe" bağlı bir kurum olarak kalacağını umalım. Dileyelim ki Avrupa Birliği, "medeniyetler ittifakı" projesini küçük çıkarların önünde tutsun ve gerek İsraile gerekse de Türkiyeye "hakça ve adil" muamele yapsın.
Zaman, giderek genişleyen 25 üyeli Avrupa Birliğinin tıpkı "Büyük Ortadoğu Projesi" gibi, "Geniş Avrupa Birliği" idealine dönüşeceğini gösterebilir. Bu doğrultuda önümüzdeki yıllar AB ile ilişkiler açısından hem İsrail hem de Türkiye adına eskisinden daha da önem kazanacaktır.